diorex

Kalplerdeki çölleşme mi toprakların çölleşmesi mi

Kalplerdeki çölleşme mi toprakların çölleşmesi mi

Mülk suresinin son ayetinde “ De ki eğer suyunuz tükenirse, size temiz suyu kim getirecek” diye bir soru vardır.

Evet bu surede böylesine mucizevi bir ihbar, bir uyarı yer almaktadır.

Bize asırlar öncesinden günümüzde yaşadığımız bir felaketi bildirmektedir:

“Eğer suyunuz tükenirse, size temiz suyu kim getirecek?”

Acaba bu konu üzerinde hiç düşündük mü?

Gerçekten de, eğer bir gün suyumuz tamamen tükenirse, bize suyu kim getirebilecek?

Hele hele küresel ısınma gibi sebeplerle dünyanın dengesinin bozulduğu günümüzde, apaçık bir uyarı ve bir gerçek olarak önümüzde duran kuraklık ve susuzluğu düşündüğümüz zaman bu soru daha fazla anlam kazanıyor.

Sorunun cevabı aslında çok açık: Allah.

Evet, suyu getirecek olan Allah’tır elbette; çünkü su onun sonsuz rahmetinin bir tecellisi, onun sonsuz nimetlerinin bir parçası.

O’nun sınırsız rahmetini, şefkat ve merhametini temsil ediyor.

Su, O’nun sonsuz kaynağından gelen bir rahmet.

İşte bu sonsuz rahmet kaynağından geldiği içindir ki bizim inanışımıza göre yağmurun adı her zaman “rahmet” olmuştu.

Çünkü eğer bu rahmet olmasa, aynen günümüzde olduğu gibi, felaketler, sıkıntılar arka arkaya geliyordu.

Ne zaman ki insanlar bunaldıysa, ihtiyaç duyduysa Allah işte bu rahmetini indiriyordu üzerimize.

Bizler yağmura rahmet dedikçe, yağmur da gerçekten bizim için hep rahmet oldu.

Biz rahmet dedikçe, üzerimize oluk oluk rahmet yağıyordu sanki.

Ve zaman akıp geçti.

Zaman geçtikçe insanların değer yargıları da değişti, aşındı.

Ne zaman ki yağmuru “rahmet” olarak gördüğümüz anlayışımız kayboldu; ne zaman ki yağmur yağınca artık rahmet değil de zahmet olarak görülmeye başlandı, işte o zaman gerçekten de yağmur yağınca zahmet, yağmayınca felaket oldu.

Bir de işin doyumsuzluk, aç gözlülük boyutu da göz ardı edilmemeli elbette.

Allah’ın rahmetini beğenmeyip, dudak bükmek, kendi ürettikleri geçici çözümlere bel bağlamak var bir de.

Allah’ın rahmeti yağarken, “benim rahmete ihtiyacım yok, kendi suyum var; bu rahmet olmasa da olur” anlayışı var son zamanlarda.

Oysa bunu diyen gafil bilmez mi kendi imkânlarıyla yerin altından makineler vasıtasıyla çıkardığı sular da Allah’ın hazinesinden gelmektedir; bu sular da Allah’ın sonsuz nimetlerindendir?

Bilmez mi bu rahmet yağmazsa, kendi makineleri de bir işe yaramayacaktır?

İşte ne zaman ki eskinin mütevekkil, kanaatkâr, gözü ve gönlü tok anlayışı yerini günümüzün ve materyalist dünyanın bencil, menfaatperest, gözü ve gönlü doymayan anlayışına bıraktı, rahmet vesilesi olan yağmurlar da kesildi adeta.

Bu noktada o soru tüm gerçekliğiyle karşımızda duruyor; “eğer suyunuz tükenirse size temiz suyu kim getirecek?”

Bizim inancımızda neden hep “su gibi aziz ol” denmiştir hiç düşündük mü acaba?

Su azizdir çünkü “el Aziz” olanın bize bir nimeti, ikramıdır.

Bizi su vesilesiyle hayata bağlayandır; suyu hayata, hayatı da suya bağlamıştır.

Su azizdir çünkü her yerde olmasına rağmen çok değerlidir.

Allah bizlere Kur’an’da “suyu indiren biziz” der.

Burada dikkat çekici bir durum vardır ki, bu ibare hem vahyin hem de suyun indirilmesi için kullanılmaktadır.

Vahiy nasıl bir mucizeyse, su da aynı şekilde bir mucizedir aslında.

Yine vahiy nasıl bir hayat kaynağıysa, su da bir hayat kaynağıdır.

Yine vahiy de su da aslında canlıdır.

Ve su, çölleşmiş topraklara can verirken vahiy de kurumuş, çölleşmiş kalplere hayat vermektedir.

Suyun bir rahmet olduğuna, Yaratıcının bize bir lütfu olduğuna inanmayanlar elbette suyun mucize olduğuna da inanmazlar.

Ayetlerin de tıpkı su gibi indirildiğini kabul etmedikleri için onları okumayı ve tatbik etmeyi kabul etmezler.

Çünkü bu anlayış için mucize, nimet gibi kavramlar anlamsız, hayali kavramlardan öte bir şey değildir.

İşte bu anlayışta oldukları içindir ki ne İslam’ı ne de “nehir kenarında bile olsan suyu israf etme” diyen Peygamberi ve onun takipçilerini anlamazlar, anlamak istemezler.

Allah’tan bir şey istemeyi, dua etmeyi gereksiz görürler, tahkir eder, alaya alır ve küçümserler işte bu yüzden.

Onlara duayı, Allah’tan istemeyi anlatmak işte bu sebeple mümkün değildir.

Bir zamanlar bu ülkenin en büyük şehrinin başkanlığını yapan bugünkü Başbakanımız, o dönem yaşanan su sıkıntısına karşı “yağmur duası” düşüncesini dillendirince günlerce alaya alındı, “bu çağda bu kafa” gibi manşetlere ve “modern bilim dururken ortaçağ adetleri” gibi yorumlara hedef oldu.

Bu insanların hayatında İslam ve İslam’a ait şeyler alay edilecek ve dahası uzak durulacak uygulamalar olarak gösteriliyor çünkü dua onların dünyasında geri kalmışlığın sembolü.

Evet, onlarda dua yok ama her türden hurafe var; burçlar, fallar hayatlarının önemli bir parçası.

Hayatlarında İslam yok ama İslam dışı her şey kutsal onlar için; yoga, meditasyon var; Hindistan’lara kadar gidip “guru”ları dinlemek, hayranlıkla onların anlattıklarında keramet aramalar var.

Bütün bunların hepsi hurafe olmuyor ama yağmur duası hurafe oluyor onlar için.

Aslına bakarsanız, kalplerdeki kuraklık ve çölleşme, küresel kuraklıktan kat be kat daha beter.

Topraktaki çölleşme bir yağmurla ortadan kalkabilir ama bazı kalplerdeki çölleşmeyi vahiy bile ortadan kaldıramıyor.

İnkâr her çağda oldu ve olmaya da devam edecek; “Ebu Leheb ölmedi, Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor” şairin de dediği gibi.

İşte bu inkârcılar yani rahmeti kabul etmiyor, yok sayıyorlar.

Tam da bu şekilde suyun rahmet olması idrakini ortadan kaldırdılar, yok ettiler.

Asıl büyük felaket budur işte.

Onlar ne kadar kabul etmeseler de dua insanı insan yapan değerlerin başında gelir.

Allah bunu zaten kitabında da söylemiyor mu: “De ki duanız olmasa, Rabbim size niye değer versin?”


Not: Bu yazı ilk olarak Temmuz 2007'de Al-i Beyt isimli aylık kültür, fikir ve tasavvuf dergisinde yayınlanmıştır.  

Yorum Yaz