İtikaf: Nefis Muhasebesi

KÖŞE YAZISI

İtikâf, alıkoymak, hapsetmek, bir yerde kalmak anlamına gelir ve kişinin sıradan davranışlardan uzaklaşarak, ibadet amacıyla belli bir süre mescitte kalması demektir. İtikâf yapmak, kökleri Hz. İbrahim zamanına kadar giden bir ibadet çeşididir. Yüce Allah, Hz. İbrahim ile oğlu Ismâile, tavaf edecekler, orada ibadete kapanacaklar (itikâfa girecekler), rükû ve secde edecekler için Beyt’i temizlemelerini emretmiştik İtikâf geleneği, cahiliye döneminde de bilinmekteydi. Nitekim Hz. Ömer, henüz İslam’a girmeden önce Mescid-i Harâm’da itikâfa gireceğine dair adakta bulunmuştu. Müslüman olduktan sonra bunu Hz. Peygambere sormuş, o da adağını yerine getirmesini söylemişti

Ramazan ayı ve oruçtan söz eden ayette, itikâfa girildiği günlerde eşlerle cinsel ilişki yasaklanmaktadır. Bu ayet, Hz. Peygamber’in hayatında mühim bir yer tutan itikâf uygulamasının, vahiy tarafından onaylanması bakımından önem arz etmektedir. Zira Resûlullah, vefat edinceye kadar Ramazan ayının son on gününü çoğunlukla itikâf ederek geçirmiş, vefat ettiği yıl ise yirmi gün itikâfta kalmıştı.” o sene Hz. Peygamber’؛ böyle yapmaya sevk eden sebep, ya vefat edeceği yıl Kur’an’ı Cebrail’e iki kez arz etmesi ya da yolculuk nedeniyle önceki yıl yapamadığı itikâfını kaza etmesiydi. Bir defasında da Ramazan’da yapamadığı itikâfını Şevval ayında yapmıştı. Buna eşlerinin itikâfa girmek için birbirleriyle rekabet etmeleri ve Peygamber (sav)’den izinsiz mescitte itikâf çadırı kurmaları neden olmuştu.

Allah Resülü, eşlerinin aralarındaki rekabeti, mescide, itikâf gibi Allah’la halvette olma amacı taşıyan ve zihni yoğunlaşma gerektiren bir ibadete taşınmasını hoş görmemişti. Zaten itikâf süresince Peygamberimizin bir çadırın içine sığınmasının amacı, onun tamamen Kur’an’a, tefekküre ve ibadete yoğunlaşması, mescit içindeki insanların gelip geçmesi ve görünmesi sebebiyle huşunun bozulmaması, dikkatinin dağılmaması idi. Nitekim bir defasında Resûlullah (sav) itikâfta kendi çadırındayken bazı kişilerin seslice Kur’an okuduğunu işitince çadırın perdesini açıp onlara, “Dikkat edin! Hepiniz Rabbinizle konuşuyorsunuz. Birbirinizi rahatsız etmeyin! Kur’an okurken ya da namazda seslerinizi fazla yükseltmeyin!” uyarısında bulunmuştu.

İtikâf ibadetine Hz. Peygamber kadar hanımları ve ashabı da önem vermişti. Hatta Resülullah’ın vefatından sonra hanımları itikâf geleneğini sürdürmüşlerdi. Nafile bir ibadet olmasına rağmen ashabtan da itikâf yapmaya gayret gösterenler olmuştu.

Ramazan ayını en güzel şekilde değerlendirmeye özen gösteren Allah Resulü, Ramazan’ın son on gününe daha da önem verir, ibadet hususunda başka zamanlarda göstermediği gayreti gösterirdi. Hz. Âişenin söylediğine göre, “Resûlullah (sav) itikâfa gireceği vakit. Ramazanın son on gününün ilk gecesinden önceki sabah namazını kılar ve itikâf yerine girerdi. 16 Kendisi bu değerli zaman dilimini ihya ettiği gibi, ailesinin de aynı feyiz ve bereketten faydalanmasını ister ve geceleri aile fertlerini ibadet için uyandırırdı.

 

Allah Resûlü’nün itikâf için gösterdiği bu hassasiyetin ardında yatan sebep, bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesini ihya etme düşüncesiydi. Resûl-i Ekrem, son on günü itikâfta geçirmekle, âdeta bu kadirli geceyi, gece gündüz ibadetle, tefekkürle geçirmek istemekteydi. Nitekim Cebrail (as) tarafından Kadir gecesinin Ramazan’ın son on gününde olduğu kendisine bildirilene kadar Hz. Peygamber, önce Ramazan’ın ilk on gününde, sonra ortasındaki on günde itikâfa girmişti. Ancak her defasında Cebrail (as), “Aradığın şey önünde(ki günlerde)dir.” diye uyararak nihayetinde onu son on günde itikâfa girmeye sevk etmişti. Resülullah, bundan böyle Ramazan’ın son on günü itikâf edeceği yere çekilmiş ve ashâbına da Kadir gecesini, Ramazan’ın son on gününde aramalarını söylemişti.

İtikâf, insanlardan uzaklaşarak köşeye çekilme, toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama hâli veya uzlet değildir. Dış dünyayla bütün bağlarını keserek Rabbine kulluk için insanın kendi içine kapanması, kendini Allah’a adayıp dünya işlerinden el çekme şeklinde tanımlanan bir inziva hâli de değildir. Zira yukarıdaki rivayetlerde açıkça görüldüğü üzere, Allah Resülü, Medine’nin merkezi olan mescitte, bütün ashabının arasında girmiştir itikâfa. Ve bu itikâf hâlinde de insanlarla olan ilişkilerini koparmamış, onlarla görüşüp konuşmuş, beşerî ilişkilerini sürdürmüştü.

Aynı şekilde itikâf bir çeşit ruhbanlık da değildir, ibadet kastıyla da olsa, kişinin evlenmemesi, dünyadan el etek çekmesi gibi bir tavır İslâm’da zaten yasaklanmıştır. “Kolay hanif diniyle gönderildiğini” ifade eden Allah Resülü, bazı sahâbilerde gördüğü ve ruhbanlığı çağrıştıran eğilimleri derhâl yasaklamış,“ kendisi de itikâf hâlinde iken eşleri ile olan sosyal ilişkilerini devam ettirmiştir. Nitekim Resülullah (sav) itikâfta iken mescide bitişik olan odasından başını sevgili eşi Âişe’ye uzatır, o da onun saçlarım tarardı. Tuvalet ihtiyacı için itikâf ettiği yerden çıkar eve girerdi.” Bir defasında da Hz. Peygamber itikâfta iken, eşlerinden Safiyye bnt. Huyey geceleyin onu ziyarete gelmişti. Bir süre konuştuktan sonra Hz. Safiyye evine dönmek isteyince kendisini uğurlamak için Allah Resülü de kalkmış hanımına mescidin kapısına kadar eşlik etmişti.”

Peygamber Efendimiz, girmekten vazgeçtiği itikâfın kazası olarak Şevval ayında girdiği bir sene hariç, diğer sekiz itikâfını hep Ramazan ayında ve çoğunu da Ramazan’ın son on gününde gerçekleştirmişti. Ancak ilim adamları, itikâfın zamanı ve süresi konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Buna göre itikâf, Ramazan’da ve Ramazan dışında olabileceği gibi belirli bir süreye de tabi değildir. itikaf niyetiyle camide birkaç gün veya birkaç saat kalmak yeterlidir. Çok kısa bir süreyi de itikâf için yeterli gören âlimler bulunmadadır.”

Modern hayatta gündüzleri iş güç, geceleri televizyon gibi pek çok oyalayıcı nedenden dolayı, tefekküre, daha doğrusu kendisine zaman ayıramayan Müslüman için bulunmaz bir fırsattır itikâf. Son yıllarda kimi çevrelerin, hayatın yoğun stresine ve sorunlarına karşı, reiki, derin düşünme, yoga gibi bazı uygulamaları yegâne çözüm gibi sunulabilmektedir. Oysa huşü içinde kılınan namaz ile itikâf içinde geçirilen vakitler, sadece bir zihin boşalması değil, aynı zamanda imanın kemale erdirilmesi gayreti, nefis muhasebesi, nefis terbiyesi ve tezkiyesidir aslında. Kişinin nereden geldiğini ve nereye gittiğini derinlemesine tefekkür ederek hedeflerine daha emin adımlarla ilerlemesi için tamamen kendine ayırdığı vakitlerdir. Bireyin kendini hatırlamasıdır, Rabbini hatırlamasıdır, hakikat aynasına bakıp kendine gelmesidir.

Ve ne yazık ki, bizi rahatlatacak, hayatımızı kolaylaştıracak, dünyamızı yaşanır kılacak “huşü içinde kılınan namaz” ile “tefekkürle geçirilecek itikâf gibi iki önemli alternatif, toplumumuzda unutulmaya yüz tutmuş vaziyettedir, işte itikâf, bize bizi, bizi biz yapan değerlerimizi, kendimize öz benliğimizi hatırlatacaktır             

Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsani ve şehevi arzulardan uzak durması kişinin manen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dini duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı ve mümkün olduğu ölçüde maddi ilgilerden uzaklaşarak Yüce Yaratıcı ’ya yönelmeyi sağlayan bir ortam insana derin bir manevî imkân sunmaktadır. Nitekim Allah Resulü, bu imkânı en güzel şekilde değerlendirerek itikâfa verdiği önemi ümmetine göstermiş ve itikâfa giren kimsenin kazancını şöyle ifade etmiştir: “O, günahlardan uzak kalır ve kendisine (hayatın içinde) tüm iyilikleri yapan kimse gibi iyilikler yazılır

Kaynak: Hadislerle İslam