İstifa da bir erdemdir
Geçen haftaki yazımda AK Parti Mardin il teşkilatının başarısız geçen bir seçim döneminin ardından istifa etmesi gerektiği yönünde görüş belirtmiştim.
Bugün biraz daha somut verilerle bu görüşümü desteklemek istiyorum.
2007 seçimlerinde Mardin’de oy kullanan seçmen sayısı yaklaşık 245 bin civarındaydı (tam olarak 244.095 kişi).
Bu seçmenlerin 105.950 tanesi AK Parti’ye, 93.200’ü de DTP’nin desteklediği iki bağımsız adaya oy vermiş.
Oy oranlarına bakarsak AK Parti % 44, DTP adayları ise % 38 oy almışlar.
Seçim sonucunda AK Parti 4, DTP ise 2 milletvekilliği kazanmış.
Ve geliyoruz 2011’e.
Bu kez seçimde oy kullanan seçmen sayısı geçen seçime göre yaklaşık 80 bin kişi artarak 323 bini geçmiş.
AK Parti bırakın bu yeni seçmenlerden oy almayı, geçen seçimdeki seçmenlerini bile kaybederek 103 bine gerilemiş; oy oranı da % 44’ten % 32’ye düşmüş.
Bu seçimde BDP’nin desteklediği üç bağımsız aday ise toplam oy sayılarını geçen seçime göre neredeyse ikiye katlayarak 170 bine çıkarmış; yani adeta yeni seçmenlerin sayısı kadar bir oy artışı söz konusu.
Eğer üç aday ile yetinmeyip dördüncü bir aday çıkarılmış olsaydı; bu rakamlara göre o da seçilmiş olacaktı.
Bu arada BDP’nin oy oranı da % 38’den % 52’ye çıkmış.
Burada AK Parti’nin oy kaybının sebepleri arasında en önemli faktörlerden birisi de bağımsız aday Süleyman Bölünmez’in almış olduğu yaklaşık 30 bin oydur.
Süleyman Bölünmez, ağırlıklı olarak AK Parti seçmeni olup, herhangi bir sebeple AK Parti’ye küsmüş veya kızmış olan ya da doğrudan kendisine sempati besleyen kitleden oy almıştır.
AK Parti’nin yaşadığı bu kan kaybı, sebebi ne olursa olsun, açık bir başarısızlıktır.
Sayın Başbakan, seçim sürecinde meydanlarda sık sık “eğer bu seçimde ikinci parti olursak ben genel başkanlığı hemen bırakacağım” dedi.
Onun bu sözü seçimde başarısız olan tüm teşkilatlar için bağlayıcı olmalıdır.
Bu teşkilatlardan birisi de Mardin teşkilatıdır.
Seçmen sayısı ve oy oranı gerilemiş, meclisteki sandalye sayısı da azalmış bir teşkilatı hiç kimse başarılı olarak gösteremez; bu eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur.
Doğal olarak mağlubiyetin hesabının da verilmesi gerekir.
Bu doğrultuda ilk adımı da lider yani teşkilatın başında bulunan il başkanı Sayın Sinanoğlu atmalıdır.
“Başarılı olduk” gibi avuntular yerine başarısızlığını itiraf etmeli ve ekibi ile birlikte görevi bırakmalıdır.
Nezir Bey, daha yakından bildiği için seçim sürecinde teşkilatın bir bölümüne hakim olan ciddiyetsizliği yazısında örnekleri ile dile getirdi.
Ben ayrıntılara vakıf olmadığım için bu konudaki temel gerekçemi “başarısızlığın faturasının ödenmesi” kaidesine bağlıyorum.
Eğer bu gerçekleşirse, ne yazık ki sıkça karşılaştığımız “başarısızlığın ödüllendirilmesi” şeklindeki yanlış uygulamaların önü kesilmiş olacak, başarısız olanlar bunun bedelini ödeyeceklerdir.
Ayrıca unutulmamalıdır ki istifa bir kaçış veya bir zul değil, yerinde yapıldığı zaman erdemli bir harekettir.
Kürtçe ezan o-l-a-m-a-z!
Aslında bu konuyu tekrar gündeme getirmek istemiyordum.
Ama aynı sütunları paylaştığımız ve yazılarını dikkatle ve zevkle takip ettiğim M. Sait Çakar’ın bir yazısı üzerine tekrar bu konuda birkaç cümle söyleme ihtiyacı hissettim.
Sayın Çakar, “Kürtçe Ezan” başlıklı yazısında özetle Kürtçe’nin mutlaka camiye girmesi gerektiğini ifade etmiş.
Ezan hariç diğer taleplerine ve isteklerine tamamen katılıyorum.
Kürtçe vaaz ve hutbe konusunda kendisiyle hemfikiriz, zaten bölgemizde pek çok camide Cuma günleri hutbeden önce Kürtçe vaaz veriliyor.
Ancak ben Kürtçe ezan isteğinin "namazı da Türkçe kılalım" diye talepte bulunan bir kısım çevrelerin talebinden bir farkının olmadığı düşüncesindeyim.
Her ikisi de dini aslından uzaklaştırıp yozlaştırma amacını taşımaktadır.
Çünkü ezan dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, duyulduğu anda tanınmasını sağlayacak şekilde orijinal şekliyle okunmalıdır.
Yıllarca tek parti döneminin faşist uygulamaları sayılırken ilk sıralara her zaman ezanın Türkçeleştirilmesi yazılırdı.
Şimdi benzer bir uygulama ezanın Kürtçeleştirilmesi ile yapılıyor.
Bu ikisi arasında temelde hiçbir fark yoktur.
Tek istisna, birinin devlet eliyle zorla yaptırılması; diğerinin de devlet baskısı altındaki bir grup tarafından dayatma yoluyla yaptırılıyor olmasıdır.
Kürtçe, Kürtlerin hayatına hakim olmalıdır, evet ama bunun yolu Kürtçe ezandan geçmemektedir.
Bunu yapmanın başka yolları vardır; ilk sırada da çocuklara Kürtçe öğretilmesi gelir.
Çocuklarına bile Kürtçe öğretmemiş bir neslin (kastettiğim Sayın Çakar değildir) şimdi kalkıp böyle dayatmalar yoluyla giriştiği Kürtçeleştirme faaliyetlerinden kaçınması kendi lehlerine olacaktır.
Ezan ve din yıllar yılı bu devlet eliyle, milliyetçilik zehri ile zehirlendi.
Şimdi bundan şikâyet edenlerin kalkıp aynı yöntemi uygulamaya çalışmaları bana çok manidar geliyor.
Türkçülük, Kürtçülük veya Arapçılık, hangisi olursa olsun tüm milliyetçi düşünceler ellerini dinden çeksinler artık.