İsrail'in özrü ve barış düşmanı barışseverler üzerine
Geçen yazıda dediğimiz gibi koşar adımlarla barışa doğru gidiyoruz.
Herkeste daha önce hiç olmadığı kadar bir umut havası hâkim.
Kürt sorununu çözme yolunda önemli bir eşiği geçen Türkiye, uluslar arası alanda da önemli bir aktör olduğunu teyit etti.
Mavi Marmara saldırısı nedeniyle Türkiye ile ilişkileri bozulan İsrail aradan geçen süre sonunda tarihinde ilk defa bir ülkeden özür dilemek zorunda kaldı.
Bunun yanında önemsiz bir ayrıntı da olsa tazminat ödemeyi ve daha önemli bir sonuç olarak da Gazze’ye yönelik kısıtlamaları kaldırma sözü verdi.
Kim ne derse desin, kimin zoruyla yapılmış olursa olsun bu çok önemli bir gelişmedir.
İsrail, Türkiye ile bozulan ilişkileri sonucu bölgede yalnızlaştığını görmüş ve sonunda özür dilemek zorunda kalmıştır.
İsrail’in özür dilemesinin sebebi olarak Suriye’de ortak hareket etme şeklindeki bir görüşü gerçekçi bulmuyorum.
İsrail’in Suriye’de müdahil olmasını en başta Türkiye istemez çünkü böyle bir durum Esed rejimine karşı var olan algıyı tamamen tersine çevirecek ve onu İslam dünyasının gözünde meşru bir zemine oturtacak bir gelişme olur.
İsrail ile olan ilişkilerin normalleşmesi için komplo teorilerine vs. girmeden şunu söyleyebiliriz; bu gelişme Filistin sorunun çözümü konusunda önemli bir adımdır.
Masada bundan sonra Türkiye’nin de yer alması, Filistin tarafının ve Hamas’ın elini güçlendirecek bir gelişmedir.
Elbette İsrail yönetimi, Filistin’e yönelik politikalarını değiştirmediği sürece Erdoğan hükümetinden beklediği yakınlığı görmeyeceğini de bilmelidir.
Zaten Başbakan Erdoğan’ın Nisan ayı içinde gerçekleştirmeyi planladığı Gazze ve Filistin gezisinin bir amacı da ambargonun gerçekten de kaldırılıp kaldırılmadığını görmek olacaktır.
Bazıları kabul etmek istemese de Türkiye bölgenin en önemli aktörlerinden birisidir ve Türkiye olmadan bölgede planlamalar yapılamayacaktır.
Barış cephesi nasıl anti barış cephesi oldu?
Barış güçlü bir ihtimal olarak kapımıza gelip dayanmışken bazı ilginç gelişmelere de şahitlik etmeye başladık.
Yıllardan barış kampı içinde yer aldığını gördüğümüz ve her zaman barışı savunurken gördüğümüz bazı isimlerde çok ciddi değişimler yaşandığını görüyoruz.
Büyük bir bölümü sol tandanslı olan bu yazar, akademisyen ve aydın nitelemesindeki isimler birdenbire barışı bırakıp savaş cephesinin sözcüsü gibi yazılar yazmaya, konuşmalar yapmaya başladılar.
“Seçim yatırımı için sertleşti” söylemlerinin yerini “seçim yatırımı için barışa oynuyor” söylemi aldı.
Eğer seçim yatırımı olarak değerlendirilecekse bence barış en güzel seçim yatırımıdır.
Barış ihtimali ortaya çıktığı için aslında yıllardır yüzlerine taktıkları maskeyi çıkararak Kürtleri neredeyse “neden ölmekten vazgeçtiniz”, dercesine, PKK’yı da “nasıl olur da silah bırakırsınız” diyerek fırçalama gayreti içine girdiler.
Bu kesimleri çeşitli dönemlerde yalpalamalarıyla da hatırlıyoruz aslında.
Aklımıza gelen en taze örneği hatırlatmak istiyorum; 12 Eylül referandumunda “evet” oyu verenlere karşı alaycı bir tutum takınmış, sonra bu referandum ile kabul edilen değişiklikler sonucu darbeciler teker teker yargılanmaya başlayınca apışıp kalmışlardı.
Aslında hepimiz biliyoruz böyle davranmalarının nedenini.
Barışın Erdoğan döneminde gerçekleşecek olma ihtimali onları deli ediyor.
Erdoğan’ın sosyal statüsüne ancak asıl önemlisi inancına ve kimliğine duydukları nefret onların maskelerini çıkarıp asıllarına rücu etmelerini sağladı.
Üstüne üstlük Öcalan’ın kalem aldığı metindeki dini referanslar onları iyice çıldırttı.
Ancak her taraflarından akan kin ve nefret bize gerçek yüzlerini de gösterdi; artık barış için söyleyecek sözü olmayan bu kişiler bir daha barış kampında, en azından ön saflarda, kendilerine yer bulamayacaklar.
Artık zaman değişti.
Devir barışın ve barış yanlılarının devri.
Aysel Tuğluk zihniyeti hüsrana uğramaya mahkumdur!
Bu arada yeri gelmişken BDP milletvekili Aysel Tuğluk’un son demeci ile ilgili birkaç söz etmek istiyorum.
Kendisi çeşitli zamanlarda çeşitli yayın organlarına AK Parti ve Erdoğan aleyhinde demeçler vermiş, hatta bir ara Doğu Perinçek’in yayın organı Aydınlık gazetesine “Erdoğan’la barış olmaz” anlamına gelen açıklamalar yapmıştı.
Barışı herhalde Ergenekoncularla yapmayı planlayan bu hanımefendi son olarak, Kemalistlerden duymaya alıştığımız hezeyanlarını tekrar gündeme getirmekte beis görmemiş.
Bir gazeteye verdiği demeçte lafı döndürüp dolaştırıp yine bölgenin muhafazakar kimliğine getirmiş ve şöyle buyurmuş:
“Bölgede tarikatlar, radikal dinci gruplar oluşmamışsa, PKK ve Öcalan sayesindedir. PKK laikliğin güvencesidir”.
Biz bu tür demeçlerin CHP’vari versiyonlarını sık sık okumuştuk.
Kendisi bölge halkının değerlerine o kadar uzak ki bölgenin ne denli önemli bir tarikat ve ilim merkezi olduğundan bile bihaber.
Bu bölge Nakşibendi tarikatının parlayan yıldızları Seyyid Taha’lara, Seyyid Sibğatullah Arvasi’lere, Şeyh Muhammed Diyauddin’lere ev sahipliği yapmış, Suriye’de yerleşmiş olsa da Şeyh Ahmed Haznevi’lerin doğumuna şahitlik etmiş, Şeyh Abdurrezzak ve Şeyh Selahaddin’leri, Şeyh Abdulhakim’leri bağrından çıkarmış, zamanının en büyük ilim yıldızlarından Bediüzzaman’ı dünya ilim sahnesine hediye etmiş bir bölgedir.
Bu bölge ilim ve irfan yuvaları olan medreselerin merkezi olan bir bölgedir.
Aysel Tuğluk ve aynı problematik zihniyete sahip kişilerin göz ardı ettiği bir konu var; bölgedeki tarikat ve cemaatler, tek parti döneminin faşizan baskılarına, darbe dönemlerine, 28 Şubatlara rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Onları bu milletin tam ortasında ve kalbinde bulundukları konumdan Aysel Tuğluk ve zihniyetinin söküp atmaya gücü yetmez.
Kendisine tavsiyemiz takipçisi olduğunu söylediği Öcalan’ın son mesajını tekrar tekrar okusun ve İslam’ın neden bu coğrafyanın birleştirici unsuru ve dahası kaderi olduğunu öğrensin.