diorex

İslam'ın yetimleri Kürtler

İslam'ın yetimleri Kürtler
Halepçe katliamının her yıl dönümünde yüreğimin derinliklerini kanatan travmalar; ruhumu karanlık bir cendere içerisine sürükleyen tarifsiz duygular sarar benliğimi. Sanki Halepçe çölüne düşen bombaların yüz misli benim yüreğime düşmüş gibi hissediyorum kendimi. Ve nihayetinde o gün yaşanılan vahşete dünyanın sessiz kalışı yüreğimin yamaçlarında bir inilti edası ile yankılanıyor adeta.
Tarih 16 Mart 1988’i gösterdiğinde merhamete hasretinden şak şak olmuş Halepçe çölünde bir gök gürültüsü kalplerinde özgürlük ateşini harlayanların yüzlerinde bir tebessümün belirlenmesine neden oluyordu. Arş-ı A’laya çakılan bakışlara rahmet yağmurları yerine elma kokulu bir esinti genizleri gıdıklayıveriyordu. Aşkın ve acının resimleriyle donatılmış Halepçe sokaklarında bir koşuşturmaca. Ölümün Hak’tan geldiğine inanan bedenler, birazdan yaşanılacak  bu ölümlerden hakkın razı olmadığını bilerek ölümün soğuk nefesine kucak açıyorlardı. Zira yürekten inandıkları ilahları yasaklamıştı öldürmeyi, tembih etmişti, uyarmıştı: “öldürmeyin” demişti. Onlar inandıkları gibi yaşadıklarından her inananın da bu inanca sahip olduğuna inanıyorlardı. Ama yanılmışlardı. Arş-ı A’laya kalkan eller sinelerde biriken kederi dövüyordu. Halepçe ağlıyordu, ama genelde insanlık özelde ümmet ölüm sessizliğine bürünmüştü. ‘‘Müslüman kardeşinin kederi ile kederlenmeyen bizden değildir’’ diyen nebevi ihtar kulak ardı edilmişti. Öldüren öldürülenin sözde dindaşı olduğundan yaptığı cürüme kılıf uydurmak için bu sefer mızrakların ucuna değil, nükleer başlıklı  füzelerin başına cihat ayetleri takmıştı. Kur’an’ın sayfalarına bir kez daha en az peygamberler kadar masum bebeklerin kanı bulaşıyordu. Ama ümmet susuyordu, utanmadan zulme seyirci kalanlar ellerini Arş-ı A’laya kaldırıyorlardı; yüreklerine bulaşmış masum kanını hiçbir kutsal suyun silemeyeceğini unutarak. Annelerin yüreklerinden ölümün soğuk sessizliğine karışan ağıtlar ümmetin sinesini dağlıyordu. Orta Doğu coğrafyasında ikinci bir Kerbela yaşanıyordu. Zeynebin feryatları Arş-ı İlahi’nin bağrını deliyordu adeta. Senaryo aynıydı farklı olan sadece dildi. Halepçeli Zeynep: “Hey feleké te çima li me hakir, te mala me xirakir, te koné me ji nav kona rakir, feleké yeman, bé baxté yeman, ” ama Halepçeli Hüseyinlerin sesini duymamak için ümmet adeta parmaklarını kulaklarına tıkamışlardı. Baş eğmek için baş kaldırmayı imanın gereği bilen yeryüzünün sözde halifeleri toprağın tenine ekilen narin bedenleri melül melül izliyorlardı. Ama unuttukları bir nebevi tehdit daha vardı:  ‘‘ Zalim hükümdarın zulmüne sessiz kalmak dilsiz şeytanlıktır’’ gerçeği. Ümmetin suskunluğu maalesef beraberinde unutulmaz bir katliamı getiriyordu. Adeta susma orucuna niyetlenen ümmet içi boş hakkaniyetten uzak bir din kardeşliğinin ümmetin kucağına on binlerce ceset bırakılmasına sebep oluyordu. Dinimize göre: din kardeşliğinin kan kardeşliğinden önce geldiğini unutan alemi İslam tarihin tüm cellatlarına taş çıkartan bir soykırımın vuku bulmasına suskunlukları ile adeta fetva veriyorlardı. İmam Hüseynin katline sessiz kalanlar yeşil kubbeli saray sultanlarının cürmüne de  seyirci kalıyorlardı. Acaba bu toprakların geninde mi vardı ihanet. Bitmeyecek acıların tohumları mı ekilmişti bu topraklara. Yetimlerin sayısı günbegün artacak mıydı; viraneye dönmüş harabelerin kireç tutmaz duvarlarının dibinde umudunu çoktan yitirmiş, her dem tazeliğini koruyan acılarla iç içe olan anneler eksik olmayacaklar mıydı?
 Ve “dünya, zalimlerin cenneti mazlumların cehennemi” uğruna bu kadar Civanın feda edileceği neyin vardı? Bu kadar dar mı geldin birilerin yaşamaları için başkaların ölümüne neden oldun. Zalimi insanlıktan eden ve sana kul köle ettiren sırrın neydi? Zalimlerin rahat nefes almaları için mazlumların aşiyanı Halepçe’nin nefessiz mi kalması gerekirdi.  
            Ama unutulan bir gerçek vardı Halepçe’nin çorak bağrına akıtılan masum kanı kıyamete kadar dilsiz şeytanlara inat özgürlük çiçeklerini yeşertecektir.
    Halepçe katliamı hiç şüphesiz insanlık âleminin yüz karasıdır. İslam âleminin ise telafisi olmayan büyük bir utancıdır. Bu acı ne yazık ki Müslümanlar tarafından fark edilememiş ve Kürtlerin bu acı dolu tarihi gündeme bilinçli olarak taşınmamıştır. Kimilerimiz bireysel menfaatlerini merkeze alarak bu insanlık kıyımına sessiz kaldık kimilerimiz de ulusal ve uluslararası çıkarları nedeniyle bana dokunmayan yılan bin yaşasın Yahudi zihniyetinin arkasına sığındık. Ama her şeye rağmen Halepçe unutulmayacaktır. Her Halepçeyi andığımızda zalimlere lanet okumaya devam edeceğiz.
     Yaşanılan bu duruma lakayt kalan İslam alemi içerisinde Müslüman ümmetin sahici anlamda henüz var olmadığına güçlü bir delil teşkil etmektedir. Zira ümmet bilincine erişmiş olanların vazgeçilmez özelliği; hakkın doğrultusunda haklıdan yana olan, zulme ve haksıza karşı asil duruşu en büyük cihat sayanlardır. Bu tasavvurda olanlara suskunluk, duyarsızlık ve çaresizlik gibi eğilimler hakka ve hakikate karşı bir ihanet anlamına gelir.
    Halepçeyi anma vesilesi ile, mazlumlara zulmü reva görenleri, elinden dilinden gelip de karşı koymayıp seyirci kalanları, ve mazlumları insanlığın gündeminden çıkarma çabasında olanları lanetliyoruz.
    Allah zalimlerin zulmünden habersiz değildir. Allah onları korkudan gözleri dışarı fırlayacak bir günde cezalandırmayı hesaplıyor ve yeryüzünde daha fazla rezil rüsva olsunlar diye mukadder cezalarını erteliyor. Adeta ‘’ beni  ve yarattığımı baş başa kalacağımız güne bırakın ‘’ dercesine.
    İşte  “Aslında tahrif edilmemiş tarihi bir perspektiften yaşanılanlara bakılırsa hakikatte Kürtler İslam ümmetinin yetimleri olmakla beraber ümmetin yüz akıdırlar...”

Yorum Yaz