İnsan ya engelli, ya engelli yakını ya da engelli adayıdır

KÖŞE YAZISI

 Yüce Allah insanları iman, ibadet, takva, salih amel, güzel ahlâk ve itaatleri veya inkâr, şirk, nifak, zulüm, isyan ve kötü davranışları itibariyle değerlendirir. Onları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. "Allah katında en üstün olanınız en muttaki olanınızdır."(Hucûrât, 49/12) anlamındaki ayet ile "Allah sizin suretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (iman veya inkâr halinize) ve amellerinize bakar." (Müslim, "Birr", 32) anlamındaki hadis bu gerçeği ifade etmektedir.

Misafirhane olan bu dünya, imtihan yeridir. İnanç, söz, fiil ve davranışlarıyla dünyada imtihan halinde olan insanlar iyi veya kötü, acı veya tatlı olaylarla karşılaşabilir, sevindikleri ve üzüldükleri, güldükleri ve ağladıkları günler olabilir: Bazen nimetlerle bazen de çeşitli sıkıntılarla sınanabilirler. İnsanın olduğu her yerde hastalık, dert, sıkıntı ve musibetlerin bulunması doğaldır. Belki de kişinin sabır ve tahammüle yönelik gerçek cevheri, bu imtihan ve denemeden sonra ortaya çıkacaktır. Bir atasözünde: "Altın ateşte, insan mihnette (sıkıntı anında) belli olur." denilmiştir.

Hepimiz her an bir imtihan ile karşı karşıyayız. Sağlıklı günlerimiz olabileceği gibi, sıkıntılı ve zahmetli günlerimiz de olacaktır. Şüphesiz bir kısım insanların sıkıntıları daha çok olabilir ve bu sıkıntılar ömür boyu sürebilir. Başa gelen sıkıntılar, kimi zaman insanların kendi ihmalleri veya kusurundan kaynaklanır, kimi zaman da kendilerinin hiç kusuru ve ihmali olmaz, ama trafik kazalarında olduğu gibi sorumsuz, saygısız ve kural tanımaz insanlardan kaynaklanabilir.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de, zihnî, rûhî ve bedenî yönden engelli ve özürlü insanlar bulunmaktadır. Bu kardeşlerimize karşı duyarlı olmak, gereken ilgi ve desteği göstermek İnsanî ve İslâmî görevimizdir. Zira yüce dinimiz İslâm'ın en önemli evrensel değerleri arasında çocuklara, kadınlara, yaşlılara, engellilere sahip çıkılması yer alır. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), engelli, hasta ve muhtaçlara kucak açmış, onlara yakın ilgi ve şefkatle yaklaşmış, onları toplumun ayrılmaz birer parçası olarak görmüş ve "Bakıma muhtaç kimselerin sorumluluğu bize aittir."(Buhârî, "Ferâiz", 25) buyurarak ihtiyaç sahibi ve engelli kimselere fert, toplum ve devlet bazında sahip çıkılmasını istemiş, onlara yardımı sadaka olarak nitelendirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 350)

"Engelli" kavramı; zihin, ruh, beden ve uzuvlarda bulunan bir arıza ve hastalık sebe­biyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada sıkıntısı bulunan kimseleri ifade eder. Engelliler "özürlü" kavra­mı ile de ifade edilmektedir.

Ülkemizde yaklaşık 9 milyon engelli insanın bulunduğu gerçeği, her bireyin bu konuda duyarlı olmasını ve konuya ilgi duymasını gerektirmektedir. Çünkü her birey ya engelli, ya engelli yakını ya da engelli adayıdır. Nice insanlar sağlıklı iken trafik veya bir iş kazası veya bir hastalık sonucu sağlıksız, felçli, kötürüm, ortopedik, işitme ve görme engeli olabilmektedir. Dolayısıyla bu olgu ile karşılaşmadan veya karşılaştıktan sonra her hâlükârda tedbirli ve hazırlıklı olmak gerekir.


Bu olgu karşısında ne yapılması ve nasıl davranılması gerektiğini bilmek, bilgilenmek ve bilinçlenmek fertler, aileler, sivil toplum örgütleri, tüm kurum ve kuruluşların temel görevleri arasındadır. Bu konuda herkes üze­rine düşeni yapmalı, her şeyden önce insanlarımızın engelli konumuna düşmemesi için gereken her türlü tedbiri almalıdır. Doğuştan engelli olan veya sonradan engelli konuma düşen çocuklarımız; mutlaka eğitilmeli, engellilere iş imkânı sağlanmalı ve sosyal güvenceye kavuşturulmalıdır.

Engellilere karşı anlayışımızı, tutum ve dav­ranışımızı yeniden değerlendirmemiz, onların sorunlarına daha çok eğilmemiz, eğitimlerinin ve hayat standartlarının yükselmesine kat­kı sağlamamız hepimizin görevi, insan olma­mızın ve dinimizin gereğidir.

Öte yandan engelli insanlarımız, kendi iradelerine, yeteneklerine ve haklarına sahip çıkmalı, sağlıklı insanlarımız, engelli olanları anlamaya ve onları hayatın bir parçası olarak görmeye çalışmalı ve kendi imkânlarını onlara açabilecek bir bilinç düzeyine ulaşmalıdırlar.

Bir insanın özürlü olması, insan hak ve hürriyetleri açısından bir engel teşkil etmez. Engelli veya sağlıklı herkesin, insan olmanın onur ve nimetini ortaklaşa paylaşması gerekir.

Engelli kimselere güçleri ve imkânları nispe­tinde sorumluluk yüklemek, insan haklarına saygının, hakkaniyet ve adaletin gereğidir. Toplumumuzdaki engelli sorununun kaynağını, en­gellilerde değil belki engelli olmayanlarda ara­mak daha doğru bir yaklaşımdır.

Bu çalışmada yüce kitabımızın engellile­re bakışı, engelli olmanın sebepleri, engelliğin manevî kazanımları ve engellilerle sosyal ilişki­ler ele alınacaktır.

Engellilere itibar ve iltifat edilmeli

Engelli ve hasta insanlara itibar ve iltifat etmek, değer vermek, söz ve davranışlarla onore etmek, onların morallerinin iyileşmesine katkı sağlayacaktır. Nitekim sevgili Peygamberimizin hayatında buna özen gösterdiğini görmekteyiz. Bedir savaşına katılmış görme özürlü Medineli bir sahâbî olan Itbân b. Malik, yağmur yağdığında ve gece karanlıkta camiye git­mekte güçlük çeker, Hz. Peygambere gider ve ona; "Ey Allah'ın Resulü! Ben görme özürlü biriyim, karanlık ve sel oluyor (camiye gidemiyorum). Evimde namaz kılsan da ben orayı namazgâh edinsem?" diye ricada bulunur. Hz. Peygamber de Itban'ın evine gider ve ona, "Nerede namaz kılmamı istersin" der. Itbân, Hz. Peygambere evinde namaz kılmasını istediği yeri gösterir. Hz. Peygamber de orada namaz kılar. (Buhârî, "Ezan", 40) Itbân, Peygamberimiz ve arkadaşlarına yemek ikram eder. (Buhârî, "Teheccüd", 36)

İşte Hz. Peygamberin bir âmânın davetine icabet edip evine gitmesi, gösterdiği yerde namaz kılması, kendisine ikram edilen yemeği yemesi, onun tevazuunu ve engellilere olan sıcak ilgisini göstermektedir.

Her konuda yardımcı olunmalı

Dinimiz, engelli ve hastalarla ilgilenmeyi ve onlara yardımı teşvik etmekte ve bunu sevap bir davranış olarak nitelemektedir. Görme engelli bir kimseye yol göstermek, sağır ve dilsiz ile İlgilenmek (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 168- 169) ve aracına binmeye çalışan bir engelliye yardımcı olmak bir sadakadır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 350)

Sevgili Peygamberimizin ashabı dinimizin bu tavsiyesini yerine getirmiştir. Mesela Abdurrahman İbn Ka'b (r.a.), babası gözlerini kaybedince, ona rehberlik yapmış ve Cuma günü olunca da namaza götürmüştür. (İbn Mâce, "İkâme", 78)

Zayıfların, düşkünlerin, fakir ve yoksulların gerçek dostu ve hamisi olan Peygamberimiz (s.a.s.), engellilere yapılacak her türlü yardım ve desteğin bir sadaka olduğunu bildirmiştir.

Bir gün Peygamberimiz "her gün" için sadaka verilmesi gereğinden söz eder. Sahabeden Ebu Zer, her gün için sadaka verecek imkânlarının olmadığını söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.):

"Sadakanın birçok çeşidi vardır:

-   Allahü ekber (Allah en büyüktür),

-   Sübhânellah (Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim),

-Lâilâhe illallah (Allah'tan başka ilah yoktur) esteğfirullah (Allah'tan bağışlanma dilerim) demen,


Sahabeden görme özürlü İtbân b. Malik kendi kabilesine imamlık yapmıştır. Peygambe­rimiz (s.a.s.)'in; bu uygulamalarıyla, engellilerin yeteneklerine uygun alanlarda istihdam edile­rek üretici bireyler olmalarını, onları topluma kazandırılmasını, kişiliklerinin geliştirmesini amaçladığını ve böylelikle gelecek nesillere yol göstericilik yaptığını söyleyebiliriz.


 

İnsan ya engelli, ya engelli yakını ya da engelli adayıdır. Dolayısıyla bu "olgu" ile herkesin bir şekilde ilişkisi vardır. Bu olgudan korkmak değil, tedbirli ve hazırlıklı olmak gerekir. Bu olgu karşısında ne yapılması ve nasıl davranılması gerektiğini bilmek, bilgilenmek ve bilinçlenmek temel görevimizdir.

Allah insanları; imanları, ibadetleri ve güzel davranışları ile değerlendirir, fizik yapılarına, renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli oluşlarına bakmaz.

Kur'an'da dünya veya âhiret hayatında hakîkî, çoğunlukla mecazî anlamda görme, işit­me, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmiştir.

Hakikî anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dinî görevlerde ruhsat bildirme veya te­davi etme veya değer verme bağlamında zik­redilmiştir.

Mecâzî anlamda engellilik; iman etmeyen insanların İlâhî gerçekleri, anlamamaları, gör­memeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında gör­me, duyma ve konuşma engelli olmak; hakîkî ve mecâzi anlamda, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.

Ahsen-i takvim üzere en güzel biçimde yaratılan insanın fizikî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak, sürdürmesi temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda bir takım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir.

Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan halindedir. İnsan bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra, anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir.

İster İlâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşan insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevi çarelere başvurmasına engel değildir. Çarelere başvurur ancak "musibet ancak Allah'ın izni ve takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda da bir hayır vardır diyerek" rahat olma bilincini kazanabilmesi, insanın Allah'a olan imanının sonucudur.

engelli, işitme ya da görme özürlü olabilmektedir. Kim bilir belki de hiç beklenmedik bir anda bizler de engelli ya da özürlü olabiliriz; -Allah korusun- gören gözümüz görmez, işiten kulağımız işitmez, tutan elimiz tutmaz, yürüyen ayağımız yürüyemez olabilir. Bu nedenle, bir yandan sağlığımızı korumak için gerekli tedbirleri alırken; diğer yandan da fert, aile, sivil toplum örgütleri ve kamu kuruluşları olarak engelli ve özürlü kardeşlerimize karşı maddî ve manevî sorumluluklarımızın olduğunu unutmamalıyız.

Özürlü ve engelli kimselere değer vermeli, söz ve davranışlarımızla onların gönüllerini almalı, huzur ve mutluluklarına vesile olmalıyız. Hayatlarını kolaylaştırıcı mahiyette her türlü maddî ve manevî tedbiri almalı, gerekli altyapı hizmetlerini sunmalıyız. Engelli ve özürlü çocukları olan ailelere yardım yapmalı, eğitim ve öğretim desteğinde bulunmalıyız. İmkânlarımızı zorlayarak, özürlü ve engelli kardeşlerimize iş imkânı sağlamalı; böylece onlara, çalışıp üretmenin ve helâlinden kazanmanın mutluluğunu tattırmalıyız.

Engellilerin eğitilmeleri, onlara iş imkânı sağlanması, iyi ilişkiler içerisinde olunması, onları kıracak hitaplardan sakınılması İnsanî engelli ve özürlü kimseyi, "kör, sağır, dilsiz ve topal " gibi sıfatlarla nitelememeli, her türlü aşağılayıcı söz, fiil ve davranışlardan sakınmalı, şakayla da olsa onlarla alay etmemeliyiz.

 

 

                                                                             Dursun Ali Coşkun

                                                                             Mardin İl Müftüsü