İnançtır insanı yücelten

KÖŞE YAZISI

Bir “sır” ortağı yapmıştın ya beni, bana söylediklerin hem bir sır olarak kalsın istiyordum bende, hem de, bazen tene çarpan ne olduğu belirsiz garip bir rüzgâr gibi uzaklaşsın gitsin istiyordum beynimin derinliklerinden. Zor bir görevdi bana verdiğin.Boynumda taşıdığım, kimsenin görmemesi gereken silik bir mıksa gibiydi söylemlerin.

Hal bu ki daha önce de sırlar anlatmış, sırlar dinlemiştim…Fakat sana gelinceye kadar dinlediklerim, bir sayfayı kapattıktan, gemileri yaktıktan, geriye dönüşü olmayan yollara, buluşması imkânsız iki ırmağa döndükten sonra anlatmışlardı bana bir şeyleri…Yüzleriyorgun, dilleri suskun olsa da yine de geleceğe göz kırpan umudu okuyabiliyordum ses tonlarında. Rahattılar, buhranı atlatmışlardı, tüm zamanlar için mutluluğun imkânsız olduğunun erincine varmışlardı. Teselli etmenin işe yaradığı bir aralıktaydılar, “teselli” o aralık ruhlarına iyi geliyordu, kesik kesik solumalara tutulsalar da iki soluma arasında bir umut doğurabiliyordu laf lafı açmalar, gelecekten konuşmalar… O sebep dinlerken bende rahattım… Ritim bozukluğu yaşayan bir kalbin normale dönmesi gibi, zaman içinde günlük konuşmalarındaki ses tonları normale dönerken, birbirimize “nasıl oldun,” demesek de, yine de birbirine değen gözlerimizin ışıltısında unutuşun ve yeniden doğuşun zaferini kutlayabiliyorduk.

Telefonda ilk “alo” deyişin ile beraber bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Direngen, güçlü kendine yeten, her şartta ve koşulda yaşama tutunacağının im’i olan ses tonun, hüzün ülkesinin derinliklerinden yayılıyordusanki. Bir o kadar kırgın, bir o kadar sönük, bir o kadar çaresizdi… Tellere takılan bir uçurtma, kıyıya vurmuş dülger balığı gibi çırpınıyordun adeta. Cam gibi parlak gözlerin pörsümüş, çektiğin nefes darlığından, şerre yoracak manada bir kurtuluş arıyordun sanki.İlk etapta biyolojik bir hastalığa yoracağım bu davranışların, beni çaresiz bırakıyor, ten yarasına yardımcı olamadığıma üzülüyordum. Dosttuk, arkadaştık, yoldaştık… Bir hastane, bir ilaç ya da bir ıhlamur kaynatabilirdim söz gelimi…

Ben bunları düşünürken, bir anlık boşluğuna gelecekti;yalnız kaldığımız bir süre içinde sıkıntının asıl nedeninin bir gönül kırılması olduğunu anlatacaktın;bir sırrı ifşa ederken, tedirgin gözlerle etrafı yokluyor,gözlerimde ‘bir güven kıvılcımı’ arıyordun artık.Bunu seziyor, gözlerimde aradığın güveni vermek için tüm davranışlarımı gözden geçiriyordum.  Perileriruhumun yardımına çağırıyordum söz gelimi. Gelsinler ve burada konuşulanları görünmez bir tüle sarıp, bir çuvalın ağzı gibi bağlasınlar, sonrada bulutların üzerinde bulunan güvenli yerlere götürsünler istiyordum. Sen anlattıkça, bana baktıkça, gözlerimde ki matlığı, donukluğu, ciddiyeti, saygınlığı gördükçe, daha fazla bir güven istiyordun. O zaman da elime bir odun parçası alıp, beynimin bahçesinde gizlenmiş, kurtları, çakalları, tilkileri, çıyanları kovuyordum.

Ya da sır’ları dengelemek, senin anlatımlarına karşılık, ben de bir sırrımı sana rehin vererek, güvenini kazanacaktım. Böylece bana olan güvenin daha bir perçinlenecek, ser verir, sır vermez olduğumu daha çok idrak edecektin;kendimden emindim ben,“ser ve sır” sınavlarının ağır tezgâhlardan geçmiş, düşe kalka, hasarlara, darbelere rağmen sınavları kazanmayı öğrenmiştim artık.

Anlatımlarının arasında yakaladığım duygularında, sevme şekline hayran kalmıştım. Sözlerin, duygularını ortaya döküşlerin, çok farklı gelmişti bana, bir o kadar önünde eğilecek, saygı duyulacak bir sevme biçimiydi senin sevgin. Anlattıkça yüce bir varlığa dönüşüyordun, anlattıkça benzersiz bir saflığın yüreğinden nasıl da taştığını görüyordum. Sevgiye olan inancının gücünü gördükçe, tüm zamanlar için önünde eğileceğim, onurlu bir insan olu veriyordun.

Çok zaman geçmişti. Sen ayaklanıncaya kadar hiç konuşmadan, hiç tepki vermeden, senin anlattıklarını dinlemiştim. Artık vakit gelmişti, kalkacaktın, nereye gideceğini bile bilmiyordun belki. Son kez sana bakıp ağzımda bir şeyler geveledim. Senin ne kadar değerli olduğunu söyleyecektim. Ardından, yoz bir ilişki yaşamak için bu yola girmediğini, aldatmadığını, kendinden bahaneler üreterek kaçmadığını, o yüzden ilişki iki taraflıysa, değerli olanın sen olduğunu söyleyecektim.

Ama bir şeyi sende biliyordun: kötüler yaşamlarına bakarken, iyiler hep acı çekecekti…