İnanç Zaafiyeti Fal, Kehanet, Büyü, Uğursuzluk

Cahiliye devri insanları, kimi, zaman kâhinlerden medet umuyor, büyüyle kendini avutuyor, çoğu zaman da fallara başvuruyordu. Çeşitli varlıklara uğur ve uğursuzluk atfediyor, Allah’ın yaratarak kullarının hizmetine sunduğu(Nahl/12) güneş, ay ve yıldızların hareketlerinden çeşitli anlamlar çıkarmaya çalışıyordu. İnsanları tüm bu câhiliye inançlarından temizlemek için gönderilen Allah Resulü, ashabıyla birlikte olduğu her an, onları eski inanç ve alışkanlıkları konusunda uyarıyor ve bunların yerine İslâm’ın öğretilerini anlatıyordu. Sevgili Peygamberimiz, bir gece, Ensar’dan bir toplulukla birlikte otururken, kayan bir yıldız görmüş ve etrafın birden aydınlanmasına neden olan bu yıldızla ilgili ashabına şu soruyu sormuştu:
“Cahiliye döneminde bunun gibi bir yıldız kaydığı zaman sizler ne derdiniz?”
Ashâb, “Allah ve Resulü bilir. Biz bu gece büyük bir adam doğdu ve bu gece büyük bir adam öldü derdik.” cevabını verirler. Bunun üzerine Resûlulllah, “Yıldız ne bir kimsenin doğumu ne de ölümü için kayar!” buyurarak onlara yıldızlar ve onlardan haber veren kâhinlerle ilgili şu açıklamayı yapar: “Allah Teâlâ bir şey hakkında hüküm buyurduğu zaman arşı taşıyan melekler tesbih ederler. Arkasından onlardan sonra gelen gök ehli tesbih eder ta ki tesbih şu alt semanın sakinlerine ulaşır: Sonra arşı taşıyanların arkasından gelenler arşı taşıyanlara, ‘Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar Onlarda ne buyurduğunu kendilerine haber verirler. Böylece gökyüzü sakinleri birbirleriyle haberleşir Nihayet haber şu alt semaya ulaşır. Ve cinler işitileni kaparak onu (kahin) dostlarına aktarır ve yıldızla taşlanırlar. Bu bilgiler geldiği şekilde aktarılmış ise gerçektir Fakat bunlara ilâvelerde bulunurlar ve yalan karıştırırlar” (Müslim Selam 124) Allah Resûlü’nün yıldızlar ve gökyüzüyle ilgili bu ifadeleri, Allah Teâlânın şu âyetlerinde temelini bulmakadır: “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsledik. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden olursa onu da parlak bir ateş takip etmektedir.(Hicr 16/18)
Hz. Peygamberin yıldızlarla ilgili olarak ashabını uyardığı bu tür inanışlar o dönemde pek çok çeşidiyle oldukça yaygındı. Hiçbir mantıkî temeli olmayan, akılla izah edilemeyen, gerçek dışı, din ve inanç hâlini bu bâtıl inanç, davranış ve hurafeler, Hz. Peygamberin mücadele alanını oluşturmaktaydı.
Allah’a putları ortak koşmak olan şirk başta olmak üzere, hayatın her alanında çok farklı şekilde karşılaşılan bâtıl inançların yerine, İslâm’ın tevhid akidesi yerleştirilmeliydi. Zira pek çok bâtıl inancın kaynağı, insanların tek tanrılı Hanif dininden uzaklaşmaları ve bu inanç boşluğunu çeşitli varlıklara ulûhiyeti yakıştırarak onları kutsallaştırmaları sebebiyle gerçekleşmişti. Kendilerini Allah’a yakınlaştırsın diye putları, cinleri O’na ortak koşup oğullar ve kızlar isnat etmeleri, gök cisimlerini ve esrarengiz varlıkları Allah’la aralarında aracı olarak görmeleri, müşriklerin ilâh sayısını artırdı ve böylece haktan uzaklaşırken bâtıl inançlarla kuşatıldılar. Oysa Allah’ın dışında tapılan her şey bâtıldı.
Allah’ın bakanların ibret alıp kendisini hatırlamaları için süslediği gökyüzü ve yıldızlar, (hicr15) câhiliye dönemi insanı için yalnızca geceleyin yollarını aydınlatan birer kandil değildi. Bu insanlar, meteorolojik olaylar, iklim değişiklikleri, bitki örtüsü gibi tabiat olaylarının yanı sıra, bereket ve kıtlığın oluşmasına da sebep olarak gördükleri yıldızlara fazlaca ehemmiyet vermişler, ilkel inançları doğrultusunda onlara ilâhlık isnadında bulunmuşlardı. Oysa gökten ve yerden rızık veren tek Yaratıcı olan Allah’a secde eden yıldızlar, ne birinin doğum veya ölümünü haber vermekte ne tabiat olaylarını idare etmekte ne de uğur veya şansa sebep olmaktaydılar. Bu bâtıl inanışları tevhid ile saf dışı bırakan Allah Resûlü, yıldızların yağmur yağdırarak insanları rızıklandırdığı düşüncesini de reddediyordu. Yıldızlardan yağmur bekleme fikrini ümmetinin câhiliyeden kalma inanışları arasında sayıyordu. Nitekim ashâbıyla Hudeybiye’den Medine’ye döndüğü gece yağmur yağmış, hâlâ eski alışkanlıklarının etkisinde olan bazı insanlar da gökyüzündeki yıldızlarla yağmur arasında ilişki kurmuşlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü, sabah namazından sonra ashâbına dönerek, “Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?” diye sordu ve şöyle dedi: “Allah Teâlâ, şöyle buyurdu: ‘Kullarımdan bir kısmı mümin, bir kısmı da kâfir olarak sabahladı‘ Allahın lütfü ve rahmetiyle yağmur yağdı diyen bana iman etmiş, yıldızı(n yağmur yağdırma gücünü) reddetmiştir. ‘Yıldızın doğuşu veya batışı ile yağmur yağdı diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiştir.(Buhari İstiska28) Böylece Allah Resûlü, insanların çeşitli bâtıl inançlar doğrultusunda, bu tür fiilleri Allah’tan başkasına isnat ederek şirk koşmalarını engellemeye çalışmıştır.
Câhiliye döneminde insanlar cehaletten, inançsızlıktan veya gökte kilerin yeryüzünü yönettikleri şeklindeki ilkel inançlardan dolayı güneş, ay ve yıldızlar gibi gök cisimleriyle ilgili çeşitli bâtıl fikirlere sahip olmuşlardır. Nitekim oğlu İbrahim’in vefatı ile o gün gerçekleşen güneş tutulması arasında bir bağ kurulması üzerine Allah Resûlü, bu yanlış düşünceyi hemen reddederek, “Güneş ve ay hiç kimsenin ölümünden ya da hayatından dolayı tutulmazlar. Lâkin onlar Allah'ın ayetlerinden iki âyettir. Siz, onların tutulduklarım gördüğünüz zaman hemen namaz kılın.”(Buhari Kusuf13) buyurarak böyle düşünen insanları uyarmıştır.
Câhiliye Arapları arasında yıldızlar veya cinler vasıtasıyla gaybdan bilgi edinilebileceği inancı oldukça yaygındı. Gökyüzündeki yıldızların hareketlerinden, çeşitli, görünmeyen varlıklarla iletişime geçerek veya insanın fiziksel özelliklerinden yola çıkarak bilgi edinme yolu olarak görülen kehanet düşüncesi, İslâm öncesinde revaçta idi. Bu konuda ihtisas sahibi olduğuna inanılan kâhin ve arrâflara başvurularak geçmiş veya gelecekle ilgili bilgi sahibi olunmaya çalışılırdı. Çeşitli ihtilâfların çözümünden hastalıklara şifa bulmaya, felâketleri önlemekten rüya tabirine kadar pek çok konuda danışılan kimseler olan kâhinler, o dönemdeki bâtıl inançların en önde gelen kaynağı idiler.14 Oysa Allah Resûlü, bazı kâhinlerin gaybî konularda verdikleri bilgilerin gerçekleşmesini, irtibat hâlinde bulundukları cinlerin kulak hırsızlığıyla elde ettikleri şeyleri bu kâhinlerle paylaşmasından kaynaklandığını bildirmişti. Bu konu, âyetlerde de ele alınmış ve olağanüstü özelliklere sahip olduğuna inanılan kâhinlerin elde ettikleri bilgilerin asılsızlığına dikkat çekilmiştir.(saffat 6)
Câhiliye devrinde görülen Allaha ortak koşarak cinlere sığınma inancı âyetlerde reddedilmektedir. Nitekim bir âyet-i kerimede, “...Cinler gaybı bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı ” buyrulmakta,(sebe 14) cinlerin gaybdan haber verme konusundaki âcizlikleri ve gaybın ancak Allah tarafından bilindiği birçok âyette kesin bir dille ifade edilmektedir. (cin26/27)
Allah Resûlü, kâhinlerin bir doğru söze yüzden fazla yalan katan insan¬lar olduğunu söyleyerek19 ashâbmı onlara gitmekten nehyetmiş, bu yolla kazanılan paranın haram olduğunu bildirmiştir. Kâhinlere giderek sözlerine inanmayı, “...Kim de bir kâhine gider ve onun sözlerini tasdik ederse Muhammede indirileni inkâr etmiş olur”(ibni Mace taharet122) buyurarak kesin bir dille yasaklamıştır.
Kehanet düşüncesi ve kâhinlere başvurma alışkanlığının yaygınlığından dolayı insanlar, dini tebliğ etmeye başladığı zaman Allah Resûlü’nü kâhin veya deli olmakla suçlayıp onun sözlerini de kâhin sözü olarak nitelemişlerdi. Oysa Hz. Peygamberi görme ve ilâhî vahyin eşsiz kelâmını işitme fırsatını elde edince bu fikirleri değişiyordu. Nitekim Ezd-i Şenûe kabilesinden olan ve hastalara okumakla tanınan Dımâd isimli zâta Mekkeli bazı sefihler, “Muhammed delidir.” demişler, o da ona okursam belki şifa bulur diye düşünerek Allah Resûlu ne gelmişti. Ancak onun sözlerini işittikten sonra, “Vallahi, ben kâhinlerin sözlerini de sihirbazların sözlerini de şairlerin sözlerini de dinledim ama seninki gibi hiçbir söz işitmedim. Bunlar gerçekten söz deryasının derinliklerine ulaşmış. Ver elini sana İslâmiyet üzerine biat edeyim!” diyerek iman etmişti.(müslim Cuma)
Tüm peygamberler gibi Hz. Peygamber de büyü gibi bâtıl inançlarla mücadele etmiş, bu tür davranışlar] kesin bir dille yasaklamıştır. Buna rağmen, insanların Allah Resûlü’ne dahi büyü yapmaya teşebbüs ettikleri, Hz. Peygamberin bu durumdan Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla kurtulduğu şeklindeki rivayetler kaynaklarda yer almaktadır(Buhari tıb 49) Bu tür rivayetler âlimler tarafından eleştirilmekle birlikte, bir insan olarak Hz. Peygamber’in bundan etkilendiği de düşünülebilir. Zira büyünün insanları olumsuz tesir altında bırakabildiği, büyücülerin insanları aldattıkları, kafaları karıştırdıkları bilinen bir husustur. Bu yüzden Allah Teâlâ, düğümlere üfleyerek büyü yapan insanların şerrinden kendisine sığınılması konusunda müminleri uyarmakta, küfür olarak görülen bu tür faaliyetlere itibar edilmemesi, büyücülerin sözlerine değer verilip inanılmaması konusunda insanları ikaz etmektedir. Peygamber Efendimiz de Allah’tan başkasından medet umulması dolayısıyla büyüyle şirkin ilişkisine şöyle dikkat çekmiştir: “Helak eden şeylerden kaçının: Allah'a şirk koşmak ve sihir yapmak!” (Buhari Tıb 48) Ayrıca Allah Resûlü, “Kim düğüm yapar sonra ona üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirk koşmuş olur. Kim de (kendisini koruması için nazarlık ve benzeri) bir şey takarsa o taktığı şeyin korumasına havale edilir buyurarak büyük günahlar arasında saydığı büyüye inanmayı kesin bir şekilde yasaklamıştır. Hatta insanları günahlardan sakındırma amacı taşıyan bazı rivayetlerde sihir yapanların cennete giremeyeceği,"' bu yüzden kâhinlere başvuranların dini inkâr etmiş olacağı, kırk gece namazının kabul olmayacağı şeklinde ifadeler de mevcuttur.(Müslim Selam 125)
Hz. Peygamber döneminde yaygın inanışlardan biri olan ‘evde, kadında ve atta uğursuzluk bulunduğu düşüncesi de reddedilmelidir.(Buhari Tıb 19) Bazı kaynaklarda Hz. Peygambere de atfedilen5 ancak Allah Resûlu nün uğursuzluk konusundaki genel kanaatine ters düşen bu düşünce, Hz. Âişe tarafından şu şekilde düzeltilmiştir: “Kur’an’ı Muhammede indiren Allah’a yemin ederim ki Resûlullah (sav) asla böyle bir şey söylemedi. Fakat o, ‘Cahiliye devri insanları, kadında, atta ve evde uğursuzluğun bulunduğuna inanırlardı buyurdu. Konuyla ilgili başka rivayetlerde de Hz. Âişe, bu rivayeti bazı sahâbilerin yanlış anlayıp eksik olarak naklettiklerini belirterek onları düzeltmiştir.
Çağlar öncesinde Sevgili Peygamberimizin kaldırmak için büyük mücadele verdiği bâtıl inanç ve uygulamalar, şekilsel birtakım değişiklikler olsa da hemen her zamanda ve toplumda ortaya çıkmaya devam etmiştir. Dinî inançların zayıflığı, cehalet ve merakla birleşince, insanın bilinmeyeni öğrenme arzusunun da etkisiyle, hayal gücünü zorlayan bâtıl inançlar kolayca yayılmaktadır. Bunun yanında farklı din ve kültürlerin barındırdığı bâtıl düşüncelerden etkilenilerek veya insanın içinde bulunduğu psikolojik durumun etkisiyle, esrarengiz ve mistik imaja sahip olan nesne ve varlıklardan medet umulabilmektedir. Fal ve büyü için her şeyi bildiklerine inanılan kâhin, büyücü, medyum ve falcılara başvurulmakta, geleceği öğrenmek için yıldızlardan anlam çıkarılmaya çalışılmaktadır. Rakamlara, günlere, hiçbir gücü ve kudreti olmayan varlık ve nesnelere kimi zaman uğursuzluk atfedilerek onlardan korkulmakta, kimi zaman da uğur veya şans getirdiğine inanılan bir boncuğa veya muskaya olağanüstü güçler yüklenerek onlarla korunmaya çalışılmaktadır. Hatta bu dünyadan göçmüş ve kendisine bile faydası dokunamayacak ölülerden ve türbelerinden medet umulup dualar edilmekte, adaklar adanmakta, şitalar istenmektedir. Ağaca bağlanan çaputtan, havuza atılan paradan veya yakılan mumdan dahi medet umulabilmektedir. Adı her ne olursa olsun akla ve mantığa uymayan, dine aykırı, gerçek sebeplere ve ilâhı bilgi kaynaklarına yönelmekten insanı alıkoyan bu boş inanç ve hurafeler, insanın zihnim işgal ederek asılsız korku, endişe, beklenti ve inançlarla doldurmaktadır.
Günümüzde aktüel biçimde artan çeşitleriyle bâtıl inançların dinî itikatlarının yerini alır hâle gelmiştir. Oldukça farklı ve etkili sunuş teknikleriyle insanların ilgi ve merakını celbeden batıl uygulamaların, modern iletişim araçları ve teknolojinin yardımıyla her alanda reklamı yapılabilmektedir. Bir eğlence unsuru imiş gibi gösteren önemsemeyerek rüzgârına kapıldıkları bu bâtıl inanç ve hurafeler, hem maddî ve mânevî olarak sömürülüp istismar edilmelerine neden olmakta hem de dini inançlarını bozmaktadır. İslâm dini bu tür inanç ve davranışlara dinin özü olan tevhid inancıyla uyuşmaması nedeniyle tamamen karşıdır. Zira kullarını her an koruyup gözeten, onlara her şeyden daha yakın olan, dualarına icabet eden ilâhı kudret yerine âciz varlıklara sığınmak düşüncesi, hem dinin aslına hem Müslüman şahsiyetine ve hem de insanın saygınlığına aykırıdır. Allah Teâlâ, insanları her türlü bâtıl inançtan arındırma gayreti içinde olan kutlu elçileri vasıtasıyla, her şeyin tek olan Allah’ın bilgisinde ve kudretinde bulunduğu inancını bütün zamanlara ilân etmektedir. Böylece, hak olan Allah’ın dininin karşısında, tüm bâtıl inançların yok olmaya mahkûm oldukları bildirilmektedir.
gazeteciiii
13.03.2014 / 12:59değerli mardinlife grubu bu yazının puntosunu büyütebilir misiniz .<br>bu punto ile biz yaşlı insanlar okuyamaz. thank you very maç seveyim seni geri kaç :)))