İnadına çözüm süreci, inadına barış
Selahattin Demirtaş, Kürt siyasi hareketinde dengeli, aklı başında bir profil çizerek ön plana çıktı.
Özellikle Aysel Tuğluk, Emine Ayna gibi silahı ve şiddeti kutsallaştıran sözcülerden sonra Demirtaş’ın çizdiği profil gerek Kürt siyasi hareketinin beslendiği tabanda gerek diğer kesimlerde takdir edildi.
Kendi adıma ben de Demirtaş’ın bu çizgisini genel itibariyle olumlu bulduğumu daha önce çeşitli vesilelerle belirtmiştim.
Demirtaş aynı çizgiyi hem Gezi Parkı olaylarında hem de 17-25 Aralık sürecinde de devam ettirdi.
Muhalefet partisi olduğunu unutmadı ama asıl amacı hükümeti yıkmak ve sonunda da çözüm sürecini bitirmek olan bu komplolara itibar etmedi, tabanı sokağa çağırmadı.
Sonrasındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde aday olarak çizdiği profil de genel olarak takdir gördü ve sonuçta partisinin hiçbir zaman ulaşamadığı oy oranına (yaklaşık % 10) ulaştı.
Ama seçimden sonra Demirtaş, o döneme kadar çizdiği profilin dışına çıktı, geçmişte hep eleştirdiğimiz şahin söylemleriyle bilinen Tuğluk çizgisine gelmiş bir Demirtaş ile karşı karşıya olduğumuzu gördük.
Önce 6-7 Ekim olaylarında kitleleri sokağa davet etti; sonucunda ne olduğu malum. 50’den fazla insanın öldüğü, sokakların terörize edildiği, yağma ve vandalizmin zirve yaptığı bir süreçten geçildi.
Bununla yetinmemiş olacak ki, tam da Peşmerge güçleri Türkiye toprakları üzerinden Kobani’ye geçmiş ve oradaki denge Kürt güçleri lehine değişmeye başlamışken bir kez daha ve de Ekim olaylarında ölenlerin kanı bile kurumadan sokağa davet etti tabanını.
Hem de yaşananlardan hiç ders almamışçasına.
Neyse ki bu kez kitleler daha sakin ve daha itidalli davrandılar da birkaç küçük olay dışında 1 Kasım çağrısı kazasız belasız atlatılabildi.
Sonra Demirtaş’ın hükümetin yeni güvenlik paketini yine sokakla tehdit eden açıklaması geldi.
Her ne kadar bunu eylemler ve mitinglerle engelleyeceğini açıklamış olsa da, Demirtaş’ın sokak eylemleri sicili hiç de öyle masumane değil.
En son sokak eylemi 50 cana mal olmuştu.
Hükümetin güvenlik paketi eleştirilebilir; nitekim bu noktada başta “makul şüphe” kavramı olmak üzere istismara açık müphem konular var.
Ama Demirtaş’ın görevi bu noktada mecliste muhalefet görevini yapmaktır; sokak eylemlerine çağırmak değil.
Yukarıda dediğim gibi onun sokak eylemleri mitinglerle, basın açıklamalarıyla sınırlı olmuyor maalesef.
Aslında Demirtaş’ta şu sıralar hâkim olan söylem ve tutumlar bizzat PKK ve HDP çizgisindeki basın organlarında da mevcut.
Dikkat edin, çözüm süreci başladığından bu yana, muhafazakâr ve AK Parti’ye yakın medyada özellikle Öcalan ile ilgili ifade ve değerlendirmeler, bazı istisnalar dışında, sürecin ruhuna uygun olarak büyük bir revizyona uğramış durumda.
Artık Öcalan’la ilgili eskinin “teröristbaşı, bebek katili” vs. gibi ifadeleri yok.
Yazılan tüm yazılarda Öcalan’ın süreci yürütmede gösterdiği özen ve şahin politikalara karşı barışı ön plana çıkaran yönü işleniyor.
Adeta Öcalan barış elçisi olarak yansıtılıyor dersek yanlış olmaz.
Oysa buna karşın Kürt basınında sanki çözüm süreci hiç yaşanmıyor ve adeta savaş tüm şiddetiyle devam ediyormuşçasına bir şiddet dili hâkim.
Hükümete karşı kullanılan ifadeler ve yazılan yazılarda tam bir düşmanlık algısı mevcut.
Elbette karşılıklı övgüler yağdırılmasını kimse beklemiyor ama adına çözüm denen bir süreç devam ederken gerek basın organlarının gerek entelektüel ve fikir adamlarının ve gerek de siyasilerin buna uygun bir dil kullanması beklenir.
Kürt siyaseti hareketi ve ayrıca Kandil hemen her fırsatta süreci bitirme tehdidinde bulunuyor.
Ancak bütün bu sertliğe rağmen hükümetle HDP heyeti arasındaki son görümeden sonra yapılan açıklama ve bu görüşmenin ardından HDP heyetinin Kandil ziyareti sonrası yapılan açıklamalar bize süreçle ilgili umut ışığı vermeye devam ediyor.
Heyetten bahsetmişken, Hatip Dicle gibi Kürt siyasi hareketinin duayenlerinden olan ve dahası çilesini çekmiş bir ismin bu heyete dâhil edilmiş olması da olumludur.
Çünkü Hatip Dicle en azından “devletin sahiplerini ve seküler güçleri” göreve çağırmanın ne anlama geldiğini bilecek kadar aklı başında birisidir.
Bu noktada hakkını teslim edelim; hem hükümet süreçte kararlı hem de masanın diğer tarafındaki Öcalan irrasyonel değil; çözümün tek yol olduğunun farkında.
Kandil’in "hazırlanan taslağı tamamen kabul ediyoruz" şeklindeki son açıklamasından sonra artık yeni adımları bekleyebiliriz.
Çünkü Kandil bu açıklamasıyla kendini artık tamamen sürece endekslemiş ve bağlamış durumda.
Çözüm sürecinde, sürecin taraflarının kullandığı dil olması gerekenden daha sert bir üslup içeriyor.
6-7 Ekim’den sonra çözüm süreci ile ilgili umutlar dibe vurmuştu; Demirtaş ve diğer şahinlerin söylemlerine ve buna karşılık olarak hükümet kanadından gelen sert demeçlere rağmen o umut ibresi yeniden yükselişe geçmiş durumda.
Bu iş daha fazla vakit kaybetmeden ve uzatılmadan bir an önce hızlandırılmalı.
Çünkü bir iş ne kadar uzarsa sulandırılmaya, dışarıdan müdahalelere ve bozulmaya maruz kalır.
Etrafımız tam anlamıyla bir ateş çemberine dönmüşken barış artık her zamankinden daha elzem hale gelmiştir.
6-7 Ekim badiresinden sonra umudumuzu koruyoruz, hem de son 2 aydır olmadığı kadar.