İçselleşmeyen Demokrasi

21.yüzyılın önemli özelliklerinden biri de hiç kuşkusuz bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişim ve değişimdir. Bu sayede bilgi, kısa sürede çok kişiye ulaşma imkânı bularak yayılmaktadır. Bu, dünyamızın giderek küçüldüğünü ve bireylerin de dünyanın çeşitli sorunlarına karşı kayıtsız kalamayacağını göstermektedir.
Demokratik ilkelerin ortaya çıkışı ve demokrasinin ilk uygulanış biçimi göz önünde bulundurulduğunda günümüz demokrasisinin en gelişmiş biçimiyle uygulandığını söylemek mümkündür. Bireylerin demokratik yaşama katılma şekilleri, insan hak ve özgürlüklerinin yasalarla belirlenmiş çerçevesi şeklinde mümkün olmaktadır. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler gibi yapılar, bireyin demokratik yaşama katılmasını ve iradesini ortaya koyması açısından oldukça önemlidir.
Bireylerin farklı inanç, kültür, etnik kimlik ve dünya görüşleri gibi özellikleri nedeniyle farklı politik tercihlerinin olması, doğal bir durumdur. Diğer yandan aynı kimliğe, inanca, kültüre mensup bireylerin de politik tercihleri farklı olabilmektedir. Demokratik ilkelerin toplum yaşamına egemen olması durumunda her türlü farklı tercihe saygı gösterilmektedir. Ancak demokrasi bilincinin henüz geliş(e)mediği toplumlarda bütün bireylerin tek tip olmasını ve aynı tercihlerde bulunmaları beklenmektedir. Böyle bir toplumda demokrasinin özü itibariyle algılanamadığı ya da yanlış algılandığı sonucunu çıkarmak mümkündür. Demokrasinin anlaşılmadığı bir toplumda insanlar iradelerini ortaya koyamadığı ya da tercihleri nedeniyle eleştirildikleri için “sosyal huzursuzluk” ortaya çıkmaktadır.
Birçok devlet, demokrasinin, başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter sistem olmak üzere farklı şekillerini uygulamaktadır. Demokrasinin hangi şekli uygulanırsa uygulansın, esas olan bireyin hakları, iradesi ve tercihleridir. Demokrasinin tüm ilkeleriyle özümsendiği toplumlarda bireylerin tercihlerine, haklarına ve iradesine koşulsuz saygı duyulmaktadır. Demokrasiyi, seçimlerde oy vermekten ibaret olarak gören toplumlar ise toplumdaki bütün bireylerin aynı partiye oy vermesini, aynı sendikaya üye olmasını bekleyerek demokrasiden ne anladıklarını aslında ortaya koymaktadır. Bu tavır, bilmek ve uygulamak arasındaki farkın ne denli önemli olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır.
Temsili demokrasi ile yönetilen ülkelerde milletvekilleri seçimi belli bir yıl aralığında yapılmaktadır. Seçimlere siyasi partiler aracılığıyla katılan üyeler, seçmenlerin oylarıyla parlamentoya girerek bütün toplumun milletvekilliğini yaparlar. Her milletvekilinin temel amacı da kendi ülkesinin kalkınması için çalışmaktır.
Demokratik yönetimlerin olmazsa olmazı siyasi partilerdir. Siyasi partiler, temsil ettiği bireylerin çeşitli platformlardaki sesi olmaktadır. Siyasi partiler, aldıkları oy oranında parlamentoya milletvekili göndererek temsil özelliklerini yerine getirmektedir. Ancak “ülke barajı” nedeniyle belli bir yüzdenin üzerinde oy alamayan siyasi partiler, parlamento dışı kalarak “temsil” özelliğini yerine getirememektedir. Bu noktada “temsilde adalet” ve “yönetimde istikrar” ilkeleri gereğince temsilde adalet ilkesi devre dışı kalmaktadır. Siyasi partilerin temsil özelliği nedeniyle parlamentoya temsilci göndermelerinin sağlanabilmesi için seçim barajının kaldırılması ya da seçim barajının olabildiğince aşağı çekilmesi demokratik ilkeler açısından bir zorunluluk olarak görünmektedir. Çünkü “çok sesli” bir parlamentoda herkes ve her kesim kendini ifade edebileceği ve karar mekanizmalarına katılabileceği için ülke yönetimi açısından alınan kararlar, “geniş bir mutabakat”la alınmış olacaktır. Diğer taraftan ülke yönetimlerinin bir görevi de toplumsal barışı sağlamak olduğuna göre parlamentolarına daha fazla partinin girmesini sağlayıcı tedbirleri almaları gerekir.
Demokraside çoğunluğun sözünün geçtiği buna karşılık azınlığın da haklarının korunduğu herkesçe bilinmektedir. Ancak kimi durumlarda azınlığın haklarına pek dikkat edilmediği görülmektedir. Böylesi durumda oluşan yönetim şekli demokrasi değil; “çoğunluğun diktatörlüğü”dür. Her ne sebeple olursa olsun demokrasinin temel özelliği bireye ve bireyin haklarına “koşulsuz” saygıdır.
İçerisinde yaşadığımız yüzyıl, birey ve toplumsal yaşam açısından oldukça karmaşık bir yapıdadır. “Birey” kavramı ön planda olduğu için bireysel tercihlere saygı duyulması, hoşgörü kültürünün yansıması olarak görülmektedir. Toplumdaki çeşitli farklılıkların da kendilerini özgürce ifade edebildiği ve geliştirebildiği şartları sağlamak, demokratik devlet yönetimlerinin görevidir. Demokrasiyi benimsemiş bireylerin, diğer bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi ve toplum içerisindeki yaşamını da demokratik ilkeler çerçevesinde sürdürmesi,”toplumsal barış” için bir gerekliliktir.