İçimizde Ölen Biri Var
Kara bulutlar çöktü üzerlerine. Van’da betondan bir ölümü yaşadılar kan ter içinde. Adım adım gezdiler korkunun damarlarında. Dua dua direndiler yıkılan hülyalara. Her saniye bir asır, her saniye bir cellat maskesiyle çıktı karşılarına. Kabusu yaşadılar sonbaharın serin kollarında.
Umutla ve sabırla diktikleri duvarların yıkıldığını gördüler üzerlerine. Şehadet kelimeleriyle seyrettiler ölümün buzdan soğuk yüzünü. Gerip bir uğultuyla sallanıyor bedenleri. Titredi yürekleri. Oyuncaklarının üzerine düşüveren çocuklarına koşmak istediler belki de. İzin vermiyor üzerlerine düşen beton parçaları çocuklarına sarılmaya. Çocukları iki adım yanlarında anne diye haykırırken onlar bir şey diyemediler. Kelimeler düğümlendi çünkü hıçkırıklardan boğazlarında.
Ne yana baksalar karanlık, ne yanı dinleseler inilti ve figan. Hayat perde perde geçiyor gözlerinin önünden. Bitti işte her şey diye mırıldanıyorlar.
Bitti işte.
***
Sadece Van’da değil, Erciş’te değil hepimiz depremde oradaydık. Ölümün fay hattında ecel terleri döktük bütün bir ülke.
İlk defa bu kadar yakınlaşıyor sanki ölüm, ilk defa göz göze geliyoruz Azrail’le. İlk defa öylesine içten istiyor ve sarılamıyoruz son kez sevdiklerimize ve hatta kundaktaki ağlayan bebelerimize. Bir annenin çığlığı sarıyor bütün yurdu: “Uyandırmayın beni, çıkarmayın enkaz yığının altından buzlaşmış bedenimi. Dışarıdan kimse yok mu sesleri geliyor ve üç yaşındaki yavrum son nefesini veriyor yanı başımda hissediyorum. Çıkarmayın bırakın beni dayanılmaz bu acı.”
Yaşamın fay hattında ölüm yağdı dün Van’a, Erciş’e. Kimilerini hayal kurarken yakaladı ölüm, kimilerini uykuda, kimilerini oyunda. Yıkılan binaların altında kaldı hayata sığdıramadığımız umutlarımız. Öpmeye kıyamadığımız sevdiklerimiz enkaz yığınlarında.
Yaşamak anlamsızlaşmıştır artık. Kurtulmak sevindirmez artık kimseyi. Binaların altında kalan ölmekte, kurtulan bin kez ölmektedir. Yaşananlar “anlatılmaz yaşanır” türünden acılardır.
***
Bir sayhaydı indi yeryüzüne, günün en aydın olduğu anda geldiği ölüm meleği sessizce. Çığlık çığlığa ayağa kalktı şehir. Önce bir gürültü bozdu sessizliğini caddelerin. Ateşten toplar sanki atıldı yeryüzüne. Bir öğlen vakti mahmurluğundan gerçeklere uyanıverdik bir anda. Bir başka bahara erteliyoruz dokunamadığımız güzellikleri, daha filizlenmemiş düşleri. Acılar konuyor soframıza, boğazımıza düğümleniyor saniyeler. Toz, duman ve betonlar altında elveda ediyoruz tutkularımıza. Yalnızlıklar, kahırlar düşüyor ufkumuza. Pişmanlıklar artıyor geçen zamandan yana.
Bir ikindi öncesi olup bitiyor her şey. Bir adımlık yolumuz var hissediyoruz toprağa. Seyrekleşiyor nefeslerimiz. Yürüyoruz, geride kalıyor sevenlerimiz, hayallerimiz, geleceğimiz. Soğuk gölgesi altında ölümün ilerliyoruz. Keşkeyle başlayan kelimeler dökülüyor yollarımıza. Bir an gibi yanımızda hiç hesabını yapmadığımız yok oluş, ve yüzlerdeki son bakışlar içli içli geride kalan yaşama bakmakta.
***
Dünya fani, hayat kısa. Bırakıp gidiyoruz işte bir Ekim soğuğunda.
Dile geliyor sanki dokunduğumuz her taş. Her beton parçası sımsıcak bir ele dönüşüyor ellerimizde. Her bir moloz parçası yürek yakan bir drama şahit olmuştur.
Eşini ve beş evladının cansız bedenlerini kendi elleriyle ne umutlarla satın aldığı evin enkazından çıkaran Van’lı baba için yaşam ne anlama gelecektir artık.
Son isteği bir bardak su olan onüç yaşındaki Yunus, onyedisindeki Ali, Gevaşlı Mehmet Zeki ve Gaziantepli eşi, iki buçuk yaşındaki kızını sımsıkı sarılarak ölümü karşılayan anne, oyuncağının üzerine kapanıp öylece kalan günahsız Sadi.
Hangi enkaza baksak içimizde biri ölüyor sanki.