İbadetin Özü: Dua

"... Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?" (Furkan Suresi, 77)
Dua, insanın Yaratıcısı ile bağlantı kurduğu yoldur; belirli bir sınırı da yoktur. "Çağırmak, seslenmek, yardım istemek" anlamlarına gelen dua; ihtiyaç içindeki ve güçsüz bir varlık olan insanın, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, sınırsız ve sonsuz Rabb’ine çağrıda bulunması, yardım dilemesi ve tüm benliğiyle O'na yönelmesidir.
Dua etmek, Allah'la bağlantı kurmanın en kolay yoludur. O, insana şah damarından daha yakın olan, insanın içindekini bilen, işiten, her şeyi kontrolünde bulundurandır... İnsanın içinde gizlediği, her an aklından geçen tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. İnsanın içtenlikle Allah'tan bir istekte bulunması için düşünmesi bile yetebilir. İşte Allah'a ulaşmak bu denli kolaydır. İnsan olumsuz düşüncelerle kendini oyalayacağı yerde dua etse, Rabb’i icabet edecek ve sorun çözülecektir. Çünkü dua çok güçlüdür. Yeter ki içten, için için yalvararak isteyelim; Rabbimiz’e yönelip dua ettiğimizde konu çok kolaylaşacaktır.
Kuşkusuz, insanların duaya ihtiyacı vardır. Maddi durumu yerinde olmayan bir kişinin zengin bir insana göre duaya daha fazla ihtiyacı olduğunu düşünmek, dua etmeyi temelinden yanlış anladığımızı gösterir. Hayatında bütün isteklerine kavuştuğunu düşünen insanın dahi duaya ihtiyacı vardır. İnsanın duaya ihtiyacı olmadığını düşünmesi, dua etmesindeki tek nedenin dünyevi arzularının tatmini olduğu anlamına gelir. Gönülden inanan samimi insanlar ise hem dünya hayatları için, hem de ahiret yurtları için dua ederler. Dua eden insan karşılaştığı zor ya da kolay her türlü durum ve olayda, tevekkül ederek her şeyi Allah'ın takdirine bırakır; bu yöneliş o insan için büyük ferahlık ve güven kaynağıdır.
Peygamberimiz’in(sav) duayla ilgili bir hadisini Ebu Hureyre şöyle rivayet eder: "Bir kimse sıkıntı ve musibet zamanlarında kendisinin elini Allah'ın tutmasından hoşlanıyorsa, bollukta Allah'a çok dua etsin."
Samimi müminlerin yaşamlarını her anını kapsayan dua, bazı kişiler için yalnızca zor zamanlarda; korku duydukları ya da tehlikelerle karşılaştıklarında hatırladıkları bir ibadettir. Hatta insanların pek çoğu duayı yalnızca darlık ve sıkıntı anında elinden gelen her şeyi ve tüm yolları denedikten sonra Allah'ı hatırladıkları bir ibadettir. Bu insanlar sorunları çözülüp sıkıntıyı atlattıklarında, daha sonra yaşayacakları bir zorluk anına kadar Allah'ı unutur ve ondan bir şey istemeyi akıllarına dahi getirmezler. Oysa insan, aczinin bilincinde olarak hem rahatlık, hem de zorluk zamanlarında Allah'tan yardım istemelidir.
Kuran'da bu konu ile ilgili olarak, “…Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." (Yunus Suresi, 22) ayetiyle denizde kaza geçirenlerin Allah’a gönülden bağlılar olarak Allah’a çağrı da bulunduklarına örnek verilir.
Ayette anlatıldığı gibi denizde fırtınaya yakalanarak çaresiz kalan bu insanlar, o an Allah’a sığınırlar. Ancak karaya çıktıklarında, "Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür." (İsra Suresi, 67) şeklinde bildirildiği gibi, yaşadıkları acizliği unutan bu kişiler, kurtulduktan sonra yine eski duyarsızlıklarına geri dönerler.
Bu kişiler, yaşadıkları felaket anında Allah’tan başka sığınacak güç olmadığını anlamalarına rağmen; musibetler, belalar, felaketler üzerlerinden kalktığı an, ders almak bir yana, yaşadıklarını tamamen unuturlar. Kendilerinden ne kadar da emindirler; oysa “...sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz?...”(İsra Suresi, 69) ifadesiyle dikkat çekildiği üzere Yüce Allah’ın azabından asla emin olunamaz.
İnsanların bir kısmı da oldukça hatalı bir dua anlayışına sahiptir; küçük yaşlarda genellikle ailenin yaşlı bireylerinden öğrendiği ve anlamını bilmediği sözlerdir. Önceden ezberlediği dua kalıplarını anlamadan tekrarlayıp duran kişi, Rabb’inden -icabet edeceğini umarak- neyi istemektedir? Bu şekilde dua edenler dualarında Allah'ın varlığı, birliği, büyüklüğü, gücü, benzersiz sanatı, kendisini sürekli olarak görüp-işittiği gibi hayati konuları pek düşünmezler. Oysa Kuran’da insanlara açıklanan dua bundan tamamen farklıdır.
Diğer önemli bir konu da, günümüz toplumlarında birçok ibadet gibi duanın da terk edilmiş bir gelenek olarak görülmesi dikkat çekicidir. Gerçekte bu düşüncenin topluma yerleşmesinin ardında "Allah'tan bağımsız, kendiliğinden işleyen bir dünya" olabileceği telkini vardır. İnsanların büyük çoğunluğu yaşamları boyunca gerçekleşen tüm olayların kendilerinin ve çevrelerindeki insanların kontrolünde oluştuğunu düşünürler. Bu nedenle çok büyük bir felaketle ya da ölümle karşılaşmadan Allah'a dua etmezler. Oysa dua, yaşamın tamamına yayılması gereken çok önemli ve tek başına bir ibadettir.
İnsan kulluğunun bilincinde olduğu sürece Allah Katında değer kazanabilir. Bu nedenle Allah'a yönelmek, yapılan hatalar konusunda Allah'a itirafta bulunmak ve yalnızca Allah'tan yardım dilemek gerekir. Bundan farklı bir davranış ise Rabbimiz’e karşı büyüklenmektir ki, Kuran'da bunun cezasının sonsuz azap olduğu haber verilir:
Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mü'min Suresi, 60)
Peki, bizi yaratan, sonsuz nimetler sunan, akıl ve beden bahşeden, Yüce Allah'a acaba gereği kadar yakın mıyız? O'na yalnızca sıkıntı ve zorluk zamanlarında mı yalvarıyoruz? Yoksa O'nu sürekli anıyor muyuz? Dua ettiğimizde O'nun bize çok yakın olduğunu, fısıltıyla söylediğimiz hatta içimizden geçirdiğimiz her sözü işittiğinin bilincinde miyiz? O'nun yarattığı her şeyi çepeçevre kuşattığını, yaşamımızdaki en büyük dost ve yardımcımızın Allah olduğunu ve her şeyi O’ndan istememiz gerektiğini ne kadar düşünüyoruz?