Hükm-i Karakuş: Hesaba kitaba gelmeyen hükümler

Asırlara
hükmeden bir tarih, çok geniş bir coğrafya ve zengin bir birikim üzerine inşâ
edilen kültür tarihimiz; sayısız hikâye, karakter ve olay kadar, ibret alınacak
pek çok anekdotu da içermektedir. “Mesel” olarak da ifâde edebileceğimiz bu
anekdotlar, bir olayı veya durumu daha güzel ve etkileyici bir biçimde ortaya
koymamızı sağlar. Bunlardan birisi de “Hükm-i Karakuş”, “Karakuşî Kadı”,
“Karakuş Adaleti” vb. şekilde anılan küçük, ibret verici, komik ve bir o kadar
da hayret verici hikâyeciklerdir.
Hükm-i
Karakuş’un yakın zamanda gündeme gelmesi, o sıralar muhalefette bulunan
Süleyman Demirel’e gazetecilerin, “Ülkemizde adalet ne durumda?” şeklindeki bir
sorusu üzerine Demirel’in, “Şimdi size bir Karakuş fıkrası anlatacağım.”
diyerek vermek istediği mesajı bunun üzerinden vermesiyle gerçekleşir.
Gerçekte yaşamış bir kişilik olduğu kabul
edilen Karakuş, bazı kaynaklarda Selçuklular döneminde yaşamış hikmet sahibi
bir kadı figürü olarak karşımıza çıkar. Kimilerine göre de Osmanlı döneminde
yolsuzluklarıyla tanınmış bir kadıdır. Benzeri pek çok rivayet arasında en çok
dayanak bulan görüş ise Selahaddin Eyyûbi’ye izafe edilen görüştür. Bu hususta
Necdet Rüştü Efe’nin “Türk Nüktecileri” (Nebioğlu Yayınevi) adlı eserinde
verdiği bilgiler tatmin edicidir:
Ölüm
tarihi 1200 olan ve asıl adı Ebu Said Bahaüddin bin Abdullah Esedî olan Kadı
Karakuşî, Selahaddin Eyyûbî’nin veya onun kardeşi Şirkûh’un kölesi iken, her ne
meziyeti var ise, önemli mevkilere getirilmiştir. Selahaddin Eyyûbi kendisinin
yokluğunda Kadı Karakuşî’yi Kahire’ye vekili olarak atarmış. Akka’daki valiliği
sırasında Haçlılara esir düşünce Selahaddin Eyyûbi onu, on bin altın fidye
ödeyerek kurtarmış. İyi bir eğitimi olmadığı, devlet yönetiminde tecrübesiz ve
garip bir yaratılışa sahip olduğu için zaman zaman keyfi, sert, tuhaf ve yanlış
hükümler verirmiş. N. R. Efe “Hükm-i Karakuşî”yi ise şu şekilde anlatır: “Bunlar kanun, örf gelenek ve hatta tabiat
dışında karar altına alınmaya çalışılmış öyle hükümlerdir ki; bu mantıksızlık
karşısında, mahkûmun müdafaa cehdini (gayretini, çabasını) daima hayrete
çevirmiştir. Yüzyıllar boyunca, bazı keyfi manasızlıklara nazire olarak
gösterilen bu tuhaf hükümler; Anadolu’da doğup, yaşlılığında Mısır’da Selahadin
Eyyûbi maiyetinde emirlik ve kadılık yapmış olan Karakuşî’ye aittir. …”
Ahmaklığın
somutlaşmış timsali olarak karşımıza çıkan Kadı Karakuşî'nin şöhreti, verdiği
hükümlerdedir. Buradaki önemli nokta Karakuşî'nin Nasrettin Hoca’dan
apayrı bir kişilikte ve kimi zaman “Temel” tiplemesine yakın bir tarzda
toplumun kolektif bilincinin bir ürünü ve halkın ironi zekâsının temsilcisi
olarak karşımıza çıkmasıdır. En olmayacak zamanlarda en olmayacak kararları vererek
içinde bulunulan durumdan daha beter hâlleri göz önüne getirmesini sağlayarak,
insanların hâllerine şükretmelerini sağlayan Karakuş, güngörmüş edasıyla, biraz
meczup ve yarı kaçık kişiliğiyle; kanun ve kaideye, akıl ve hikmete uygun
olmayan zalimane ve bir o kadar da komik kararlarıyla toplum arasında her
devirde var olan adaletsiz uygulamaların temsilciliğini yapar.
Karakuş
tıynetli insanlar var oldukça, Karakuşî hükümler de daima var olacaktır. Siyaset,
medya, yargı ve sosyal çevremizde her daim bu türden yetki sahiplerinin genel
geçer normlara ve mantık ölçülerine uymayan, keyfi kararlarına rastlayacağız.
İpe sapa gelmez, abuk sabuk hükümlerin ceremesini çekmeye devam edeceğiz; “Pek
rengine aldanma felek eski felektir // Zirâ feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir.”
Hükm-i
Karakuşî denilen hükümler aslında Selahaddin Eyyûbi’nin veziri Bahaüddin
Karakuşî’yi yıpratmak için rakibi Esad bin Memmati tarafından yazılmış “Kitab
el-Faşuş fi Ahkami Karakuş” isimli uydurma mahkeme kararlarına dayanmakta ve gerçekle
bir ilgisi bulunmasa da abuk subuk ve safça durumları ifade etmek için bu
meseller oldukça işlevseldir. Adı geçen
eserde yer alan birkaç örneği paylaşıp yazımızı sonlandıralım:
***
Hırsızın
biri bir evi gözüne kestirmiş, gece bastırınca bahçeye dalmış ve balkona
tırmanmaya başlamış. Tam o sırada balkonun korkuluğu kırılıp kopmuş ve düşüp
ayağını kırmış. Sabah olunca, doğruca meşhur Karakuşî Kadı’ya gitmiş: “Kadı efendi, hırsızlık için eve girecektim,
fakat balkon korkuluğu çürük çıkınca düşüp ayağımı kırdım! Ev sahibinden
davacıyım, eğer balkonun korkuluğunu sağlam yaptırsaydı, ben de düşüp ayağımı
kırmazdım. Tamam, hırsızlık suç ama cezası balkondan düşüp ayak kırmak değil!”
Karakuşî
Kadı keyiflenmiş, tam ona göre bir dava, çağırmış ev sahibini: “Be adam, niçin evinin balkonunu sağlam
yaptırmıyorsun? Korkuluk sağlam olsaydı bu adam düşüp ayağını kırmazdı!” Ev
sahibi şaşırmış: “Aman kadı efendi,
balkonun korkuluğunu marangoz yaptı. Çürük yaptıysa benim günahım ne?” Kadı
Karakuşî, “Derhal marangozu çağırın.”
demiş, marangoz gelmiş, sorguya çekilmiş ve başlamış anlatmaya, “Efendim, ben balkonun korkuluğunu yaparken
yoldan yeşil başörtülü bir hanım geçiyordu. Başörtüsü o kadar güzel yeşile
boyanmıştı ki, herhalde gözüm ona kaymış, bu yüzden çiviyi boşa çakmış
olacağım.” demiş.
Karakuşî
emretmiş, “Hemen o yeşil başörtülü kadını
bulup getirin!” demiş. Kadıncağız gelmiş, tir tir titriyor: “Kadı efendi, benim günahım ne? Ben
başörtüsünü, boyasın diye boyacıya verdim, o boyadı!” Sıra boyacıya gelmiş;
kadı onu da sorguya çekmiş: “Be adam,
başörtülerini böyle göz alıcı renge boyuyorsun, marangozun gözü başörtüsüne
takılıyor, çiviyi boşa çakıyor. Balkona tırmanmaya çalışan hırsız düşüp ayağını
kırıyor!" Boyacı verecek cevap bulamayınca, kadı da hükmünü vermiş: “Götürün bu herifi asın!”
Boyacıyı
asmaya giden cellat biraz sonra çıkagelmiş, “Kadı
efendi, bu boyacıyı boyu sehpaya uzun geldiği için asamıyorum!” demiş. Kadı
Karakuşî bunun da çözümünü anında bulmuş:
“Git, kısa boylu bir boyacı bul, onu as!”
***
Bir
terzi ve bir avcı arkadaş olur, beraber ava gitmeye karar verirler. Av
sırasında avcı attığı bir ok ile terzinin bir gözünü kör eder. Terzi dayanamaz
gider avcıyı dava eder. Kadının karşısına çıkarlar. Kadı Karakuşî'dir.
Karakuşî terziye sorar: “Anlat bakalım,
ne istiyorsun.” Terzi cevaben, “Efendim,
bu avcı benim gözümü çıkardı. Mesleğim terziliktir. Tek gözümle bu işimi icra
edemiyorum. Avcı cezalandırılsın ve bedel ödesin.” der. Karakuşî, “Avcının gözünü çıkartın.” diye emir
buyurur. Bu defa avcı itiraz eder, “Efendim,
ben avcılıkla geçiniyorum, tek gözle avlanamam.” Karakuşî biraz sakalını
okşar ve kararını verir: “Kapıdaki
bekçilerden birini getirip bir gözünü çıkarın, o tek gözle de idare edebilir.”
***
Karakuşî,
bir gün hapishaneleri teftiş eder. Herkese suçunu sorar. Sekiz kişi hariç
diğerleri masum olduklarını söylerler. Diğer sekiz kişiyse, suçlarını itiraf
ederek, “Biz suçluyuz, cezamızı
elbette çekeceğiz.” demişler. Bunun üzerine Karakuşî zindancı başına şu
emri vermiş: “Şu sekiz suçluyu derhal
sokağa atın ki burada kalan bunca masumun ahlâkını da bozmasınlar.”
***
Dayak
yiyen bir genç Karakuşî'nin yanında alır nefesi ve kendisini dövenden
şikâyetçi olur. Karakuşî, suçluyu getirmeleri için muhafızları yollar. Bunu
duyan suçlu hemen Karakuşî'ye gider. Mahkemede davacı gençle karşılaşınca
onun bir şey söylemesine fırsat vermeden dayak attığı genci göstererek, “İşte beni döven budur.” der. Bunun
üzerine Karakuşî dayak yediği için davacı olan gence dayak atılmasını emreder.
Genç yediği dayaktan neredeyse ölecek duruma gelip “Dayak yiyen bendim!!!” diye feryat edince; Karakuşî gence, “O senden önce davrandı.” diye cevap
verir.
***
Komşusuyla
husumeti olan bir adam, tamamı uydurma olan bir hikâyeyle Karakuş’a gelir, “Efendim, komşumdan şikâyetçiyim. Beni büyük
bir zarara soktu?” Karakuş merakla sordu, “Ne zararıymış bu?” Adam cevap verir: “Karım hamileydi. Karımı korkuttu. Çocuğun düşmesine, ölmesine neden
oldu?” Adamın ihtiyar biri olduğunu gören Karakuş, “Karınla kaç yıldır evlisiniz?” der. Otuz yıldır evli olduklarını
öğrenince de, “Hiç başka çocuğunuz olmadı
mı?” diye sorar ve başka çocuğu olmadığını öğrenir.
Adamın, komşusuna iftira attığını anlayan Karakuş, hemen hükmünü verir, “Adamla karını bir yere kapatacağız. Karın eskisi gibi hamile kalmadan onu serbest bırakmayacağız.” Bu tuhaf karar karşısında, şapşallaşan adam, “Aman efendim, ne diyorsunuz!!! Vaz geçtim, şikâyetimi geri alıyorum.” der.