Hendeklere Düşen Siyaset

KÖŞE YAZISI

Kürt sorununun çözümüne hiç de mantıklı çözüm oluşturamayan kanton ve özyönetim gibi modeller KCK tarafından ardı sıra uygulandı; ama görünen o ki netice alınamayacak gibi.. Ö

nce kantonlar denendi Cizre’de daha sonra Rojava’da, bu süreçte halk ağır bedeller ödedi. Zira Rojava’da uygulanmaya çalışılan kantonlara DAEŞ terör örgütü acımasızca saldırı düzenleyince buralarda yaşayan Kürtler kaçmaya başladı ve kısa bir süre içinde milyonları ifade eden insanlar Türkiye sınırına yığıldı, ardından da Türkiye’ye alındı. Sonuç: Bölge insansızlaştırıldı. Daha açık bir ifadeyle Kürdistan’ın güney-batısı Kürtsüzleştirildi. Ama Kobanê “Düşmedi.” 

 1990’larda Türkiye sınırları içerisinde Kürtlerin yaşadığı bölgenin kırsalı da artan olaylardan dolayı devlet eliyle boşaltılmıştı. O zamanlar Kürtler, Türkiye’nin batı illerine yüzünü dönmüş, kısa bir süre içerisinde İstanbul, İzmir, Adana, Antalya gibi metropol kentlerde nefes almışlardı. Daha sonra 2000’lerde dönüş koşulları oluşunca göçertilen Kürtlerin kahır ekseriyeti doğup büyüdüğü yerlere dönmüş, ancak büyük bir kesimi dönmedi. Batıya yerleşen Kürtler hala sadece misafir olarak gidip gelmektedir, doğdukları yerlere… 

 7 Haziran 2015 seçimi öncesi başta Cizre olmak üzere bazı kentlerde bu kez PKK’nin şehir yapılanması olarak bilinen YDG-H öncülüğünde “özyönetim” ilan etme girişimleri görülmeye başlandı. Bu uygulama 7 Haziran sonrasında Silvan, Varto, Cizre gibi kentlerde tekrar başladı ve buralarda yoğunlaşıldı. Şimdi de basında çıkan haberlere bakılırsa sırada Hakkari’nin Yüksekova ilçesi var. Özyönetim uygulamasının bazı somut belirtileri Nusaybin ve yer yer Kızıltepe’de de görülmektedir. 

 Özyönetim uygulanan yerlerde YDG-H üyeleri neler yapmaktadır, şimdi buna bakalım. Öncelikle bazı mahallelerde belediyeye ait iş makineleri ile derin hendekler kazılıyor ki amaç “buralara polislerin girmesini engellemek.” Daha sonra yollara barikat kurmak suretiyle trafiğe kapatılıyor. Ardından gelen araçlar aramalardan geçiriliyor ve kimliklere bakılıyor. Bunun üzerine yolların trafiğe açılması ve yaşamı zorlaştıran hendeklerin kapatılmasına giden emniyet güçleri ile YDG-H üyeleri arasında çatışmalar başlıyor. Bu aşamada biber gazı ve el yapımı veya başka türden bombalar havada uçuşuyor. Bütün bunların arasında deyim yerindeyse halk “pestil” gibi eziliyor. 

 HDP Eşbaşkanı Sayın Selahattin Demirtaş “Sorunların çözümü için konuşma varken silahlar neden?” diye sormaktadır. Haklı bir soru ve gerçekten sorunların çözümü için siyasetin devrede olması gerekiyor. Devlet ve devleti yönetenlere haklı tepki gösteren Sayın Demirtaş, neden acaba PKK’nin yanlışlarına mantıksal eleştiriler yapmıyor? Sayın Demirtaş, neden PKK’nin yanlışlarını görmezden geliyor? Şehirlerde hendek kazıyarak halkın yaşam koşullarını zorlaştıran ve Siyaset biliminin ve yönetim biliminin kapsamında olmayan “Kürt Usulü Özyönetim”i halkın büyük bir kesimi tarafından nahoş karşılanmakta ve yanlış bir uygulama olarak nitelendirilmektedir, sesli olarak dillendirilmese de… 

 Hukukçu bir genele başkan olarak Sayın Demirtaş veya Anayasa Hukuku Prof. Sayın Mithat Sancar neden bu konuda görüşlerini kamuoyu ile paylaşmamaktadır? Demirtaş, bu süreçte suskun kalanları vicdanıma not ediyorum, haklı olarak demektedir. Peki neden Sayın Dengir Mir Fırat, Sayın Celal Doğan yaşananlarla ilgili suskun kalmaktadır? Kamuoyu olarak biz de onları vicdanımıza not ediyoruz. 

 Özyönetim uygulamaları sırasında yaşananlardan nasibini alan bir arkadaşımın annesi şu cümleleri sarfetti: 

 “Suriyeli Kürtler savaştan kaçarak bize sığındı. Bu uygulamalar devam ederse biz nereye gideceğiz? Batı metropolleri artık bizi kabul etmeyecek. Çünkü çocukları bizim bölgede öldürülüyor. Bir de ben yüzme bilmiyorum ki, önüme bir dere gelse suda boğulurum.

” Devlet ve yöneticilerine en ağır sözlerle tepki gösteren Sayın Demirtaş, haklı olarak bence, ama PKK’nin uygulamalarına dair bir kerecik olsun yanlışa yanlış dememesi, yaptığı “eller karşılıklı olarak tetikten çekilsin” şeklindeki çağrıları etkili ve inandırıcı olamıyor ne yazık ki. 

 PKK-KCK, HDP’nin elde etmiş olduğu başarıdan cesaret alarak farklı uygulamalara gitti. Özyönetim bunlardan biri oldu. Özyönetim uygulamaları ile gelinen noktada aslında Kürt siyasi birikimi ve gücü hendeğe düştü. HDP’li milletvekilleri daha bir plan-program yapmadan başlanan silahla savunulan hendek kazıları seçimden deyim yerindeyse “şok” oldu.

 Seçimden başarıyla çıkmış ve TBMM’nin ‘prestijli yolcusu’ olan HDP zor bir dönemece girdi. Bunun yanında halk da zor bir aşamaya geçti. Çünkü uygulanan metotla halk neleri kaybedeceğini çok iyi biliyor, bunu somut olarak da yaşadı Cizre örneğinde. Öte yandan ‘HDP, barajı geçemese 6-7-8 Ekim olayları yine yaşanır’ kaygısının farkında olan Kürt halkı, “Suriyelileşme” sürecinin de farkındadır. 

 Cumhurbaşkanına seslenerek “20 milyon Kürt halkının antipatisini kazanarak 400 milletvekili çıkarsan ne olur?” diye soruyorsunuz ama durum böyle devam ederse yanlışa yanlış demeyen size de Kürt halkının söyleyeceği olur. 

 Cizre “özyönetim” deneyiminden umarım taraflar gerekli dersi çıkarır ve halk daha fazla acı ve gözyaşı yaşamaz. Barışın tesis edileceği bir coğrafya dileğiyle…Saygıyla…