Hayat ve Sanat'a Dair
Söz sanatına (hendese-i kelam) ŞİİR; Ses sanatına da (Hendese-i savt) Müzik denir.
Ya da, sözün estetik hali ŞİİR; sesin estetik hali ise Müzik’tir.
Su, rüzgâr, yağmur, kuş vb seslerin doğal/tabii şiir ve müziği oluşturduğunu; insanın sanat kabiliyetinin ise, bunu taklid ya da keşiften ibaret olduğu ifade edilir. (Aristo, ibn-i Sina)
Tahta, çamur, beton, demir ve/veya taşları ahenk, düzgün ve sağlamşekilde inşa edenlere Mühendis denir.
Mühendislik aynı zamanda maliyet ve kuvvetin odak bileşkesini de bulmaya çalışır.
Yani çürük olmayacak ve aynı zamanda gereksiz maliyet yüklemeyecek bir kıvamda olacak yapı.
Sağlam ve tasarruflu…
Mühendis matematiksel modellemeler ürettiği gibi, sanatçı da ses ve söz modellemeleri üretir denebilir.
Mimarlık ise bunun bir tık üstünü ifade eder. İnşanın estetik ve uygunluk içinde olması yanında; iddia, duruş, çağrışım, ima ve kimliğini ortaya koyar.
Böylece inşayı sanat ile buluşturur.
Şairlik ve müzisyenlik de, mühendislik yanında daha çok Mimarlık gibi davranır.
Dağınık, uyumsuz, kaba, gelişigüzel, tırmalayıcı ve sığ olan sesleri ve sözleri büyük bir maharet ve özen içinde uyumlu, etkili, duygulu, özlü, estetik ve hoş bir hale getirerek eser oluşturur..
Şiiri düz, lafzi ve şekli anlatım ile sınırlı olanların anlamasını beklemek beyhudedir. Çünkü şiirde ima, kinaye, mecaz, teşbih ve istiare üzerinden deruni ve ufki manalar aranır.
Doğruya eklediğiniz her şey doğruyu eksiltir. Hüsn-ü kabul görmüş bir şiirin sözünde, ya da mırıldanan bir müziğin tınında fazladan duran bir eksiklik bulunmaz. O kelime, O şiirde; O ses, O musikide olacaktı. Ne eksik, ne fazla…
Michelangelo’ya sormuşlar; Bu kadar güzel heykelleri nasıl yapıyorsunuz? Cevabı kısa ve net olmuş
“Mermerin fazlalıklarını alıyorum, geriye heykel kalıyor. Ve eklemiş; Güzellik fazlalıklardan arınmalıdır. Fazlalıkları attığımız zaman hayatın gerçek güzellikleriyle karşılaşırız.”
Sözün ve sesin terbiye edilmesi, fazlalıklarının alınmasıdır musiki.
Anlamak, hissetmek; duymak, duyumsamaktır sanat.
Birçok duyguyu az ses ve sözle, ama bıktırmadan, yormadan ve mütemadiyen yineleyerek…
Dilden, kişiden ve olgudan sıyrılıp anonim şekilde…
Suyu bir kovadan tasla boşaltmak gibi konuşmak ile, bir kabtan suyun taşarak doğallığında akması gibi konuşmak arasındaki fark gibidir şiir.
Aslında şiir olmasa da özlü, akışkan ve etkili konuşmayı tanımlarken “şiirsel” diye tavsif etmemiz boşuna değil.
Kutsal Kitap Kuran’ın anlatım üslubunda-özellikle de mekki ayetlerde- bu şiirsellik ve edebilikcalib-i dikkattir.
‘Söz ola kestire başı, söz ola bitire savaşı’ der bizim Yunus. Yalın, basit ve özlüce.
Ancak, genellikle şiir sembol, mecaz ve kinayeler ile öteye, daha öteye, ta maveraya taşır insanın duygu ve düşüncelerini.
Hüzün ve melankoli, derinlik ve ulvilik, aşkınlık ve içkinlik makamatına alır götürür dinleyeni.
Şiir bir inceliktir. Müzik bir naiflik hali. Sanat; mana ve estetiğin mecz olma halidir.
Hayatı renklendirir, ruh sancılarını ve zihin açmazlarını dindirmeye vesile olur.
Toplumsal bellekte karşılık bulur çaktırmadan. Bastırmakla, sınırlamakla ve yok saymakla daha çok etkin ve yaygın hale gelir.
Bir şair, müzisyen veya başkaca sanatçının eleştiri ve mesajının toplumsal bellekte daha çok yer etmesinin ve karşılık bulmasının temelinde de bu tabii/fıtri olana mutabık olması yatar.
İnsanın bedenden, varlığın da görünenden ibaret olmadığına, öteler ötesine yolculukta tümsekleri aşma güzergâhının şiir, müzik ve sanat üzerinden mümkün olduğuna ikna eder insanı.
Südur nazariyesine göre döngü şeklinde tecelliler ve zühurlar sadır olmaktadır.
Buna göre Sani’i Cemal olan Yaratıcıdan, Eşref-i Mahlukat olan hazret-i İnsana inen ‘Kavs-i nüzul’, insanın sanatkar maharetiyle müzik ve şiir olarak ‘Kavs-i Üruc’ ederek İrfani döngüyü tamamlar.
Sanat, ilimden çok İrfandır.
Fıkıh ve kelamdan çok, tasavvuf erbabında ve dergâhlarda neşvü nema bulması düşündürücüdür.
Bugünün ezberci, şekilci ve kurumuş tarikatlarda müzik ve sanat aleyhtarlığı bir sapmadır.
Çünkü tarihte geniş te’vil ve keşif imkânını sonuna kadar değerlendiren ve bu nedenle de Ortodoksi olanlarca zındıklıkla ithama maruz kalanlar çoğunlukla mutasavvıflar olmuştur.
Günümüzün geleneksel medreselerinde mantık, gramer ve fıkıh ağırlıklı tedrisatın şekilci, sığ, kuru ve zevksiz olduğu malumdur. Ancak dergâhların da mürid avcılığı, tesbihat ve evrad miktarları gibi nitelikten çok nicelik girdabına, yani “tekasür” illetine maruz kalmalarının ciddi maliyeti olmuştur.
Medreselerimizin bir köşesinde bir ud, bir, ney, bir bağlama vb müzik enstrümanı bulundurularak, uygun zamanlarda “hendese-i savt” icrası ile meşk yapılması bu kuru, sevimsiz ve şekilci yaklaşımın aşılmasına vesile olabilirdi.
Güzel sanatlar (hat, ebru, karikatür, şiir, müzik, münazara vb)dan yoksun bir tedrisatın insan ilişkilerinde, de düşünme melekesinde de, nezaket ve ifade tarzında da yol açtığı sonuçlar ortadadır.
İslam coğrafyasında bu kadar kavga, kırıcı ve sert atmosferin oluşmasında sanat ve musikinin kifayetsizliği de sayılabilir.
Kozmos makro sanattır. Döngüsü, görüngüsü ve tınısı ise şiirsel ve müzikaldır.
Bunu görmemek, işitmemek ise göz ve kulağın değil; zihnin, benliğin ve kabiliyetin yitimidir.
Editör: Aydın