diorex
fair play

Hawar/İmdat!

Hawar/İmdat!

Bismil ilçesi Serçeler köyü Sarı Hüseyin mezrasında, 15.06.2023 günü husumetli aileler arasında tarla sürme nedeniyle tartışma yaşandı. Ekili tarlanın ateşe verilmesiyle aileler arasında silahlı kavga yaşandı. Olayda ilk belirlemelere göre 9 kişi hayatını kaybetti, 3 kişi yaralandı. Yaralılar ve ölenler olay yerinden alınarak kentteki hastanelere sevk edildi. Kavgayla ilgili olarak 5 şüpheli yakalandı, 11 kişi ise aranıyor.
 
Adını vermek istemeyen bir köy sakini, 350 dönümlük arazinin 150 dönümünün hazine arazisi olduğunu, her iki ailenin de bu arazinin dedelerinden kaldığını söyleyerek hak iddia ettiğini, altı yıl önce iki aile arasında benzer bir silahlı kavganın yaşandığını ve her iki ailenin de mahkemelik olduğunu söyledi.

Evet, hikâyenin özeti yukarıda…

Sofistike bir sorunla karşı karşıyayız. Dokuz can yitirildi. Üç yaralı var. Kim bilir ne umutlar, ne hasretler ne hayaller suya düştü, yarım kaldı. Ateş düştüğü yeri yakıyor.  Dünya vaveylası içinde birileri için unutulup gidecek.

Yetim kalan çocuklar, dul kalan eşler, anneler ve babaların yüreği yangın yeri olmaya devam edecek. Kanayan yara ölünceye kadar onları terk etmeyecek. Kalpleri kırık boyunları bükük olacak. Acılarını anlatacak kimse bulamayacaklar. Gözyaşlarını içlerine akıtacaklar. El emeklerini alın terlerini bir yerlere dağıtmak zorunda kalacaklar. Kısacası “kanlı” olmanın, dünya kadar ağır yükünün altında bir ömür boyu ezilecekler.

Vasat olanlar dâhil, bir sürü ilgili ilgisiz insandan nasihat dinleyecekler. “Öküz yere serilince bıçaklar çoğalır” misali acımasız bakışların altında ezilecekler. Ama içlerinde kopan fırtınayı dindirecek, yüreklerine su serpecek kimse olmayacaklar. Yaşlıları her gün ölecek, gençler hayallerini erteleyecek, çocukları akranlarına göre hayata bir adım geriden başlayacaklar. İçten içe gülmeye hasret kalacaklar. Derin bir hüznü yaşamak “kader” olarak hep yakalarına yapışacak.

Bölgenin yüz yıllardır kanayan yarasından bahsediyoruz. Kim bu yarayı saracak? Kim bu acıyı dindirecek. Bu vahşete kim dur diyecek?

Toplumun oluşturduğu kural, kaide, gelenek, görenek, töre ve ahlaki normlar modernitenin paletleri arasında çiğnendi. Sorun çözen toplumun saygın insanları “Rih spi (Aksakallı)” ve âlimlerin sözü geçmez oldu. Onlar da modernizmin kurbanı oldular.
 
Medenilik ve bedevilik arasında toplum adeta kuzunun kurda teslim edilmesi gibi insafsızlığa teslim edildi. Hâlbuki bir toplumda surun çözme kapasitesi medeniyetin göstergesidir. Çözümsüz her problem enerjimizi, birikimimizi, vicdanımızı ve geleceğimizi kemirmeye devam ediyor. Kurban arayan Tanrılar, Firavun/Kawa misali gençlerimizin kanından beslenmekten geri durmuyorlar.
 
Topluma ait olan, yılların birikimi kültürel değerleri ve insan potansiyeli pasifize edildi. Peki, yerine ne konuldu? Tarihimiz ve değerlerimizle örtüşmeyen kurallar getirildi. Böylece toplumun oto kontrol sistemi hayatın içinden çıkmak durumunda kaldı. Onun yerine ne getirildi? Yeni bir kimlik inşası kurgusu hayata geçirildi.  Hatta insanımızın tarifi trajik olarak şu şekilde yapıldı:

“İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemelerine göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve sadece İslam hukukuna göre gömülen…”  Böylece kimyası bozulan insanımızın istikameti nasıl olabilir?

Egemenlik alanına nüfuz etmenin teknolojik gelişim nedeniyle ışık hızına yaklaştığı günümüz devletin tanımına uygun tutum sergilenmesi gerekir. Modern devletin nitelikleri: gelecek planları yapabilen, varlığı uzun dönemlerde tehdit edecek gelişmeleri fark edebilen, kendini eleştiren, değişim ve dönüşüm yeteneğine sahip olan devlettir. Modern devlet, temsili devlet olup sadece bir kesimi değil, herkesi temsil eder. Devletin güç kullanma tekeli vardır, bu güç toplumun bekası için kullanılır.
 
Sivil insanların ve STK’ların çabalarını biliyor ve takdir ediyorum. Ancak arkasında otorite olmayan çabalar sorun çözmede yetersiz kalmaktadır. Günümüzde ahlaki normların caydırıcılığı oldukça zayıflamış hatta kalmamış denilebilir. İnancı zayıflamış, insani değerleri içselleştirmemiş insanları durduracak iki argüman vardır: Çıkar ve korku.
Burada da devlet otoritesinin yasal güç kullanmasının devrede olması gerekir. Aksi takdirde hayatının merkezine oportünizmi alan kişilerin haksızlık etmekten caydırmak mümkün değildir.

Önerim;
 
1. Her ilde Valilerin koordinatörlüğünde “barış insiyatifi” kurulmalıdır.
2. STK’lar, kanaat önderleri bu insiyatifin içine olmalıdır.
3. Aile ve Sosyal İşler uzmanları, sosyologlar marifetiyle işin içinde olmalıdır.
4. Diyanet, müftüler marifetiyle gurupta yer almalıdır.
 
Oluşturulan heyet taraflar ile görüşerek sorunu raporlaştırmalı ve mülki idare otoritesine sunduktan sonra çözüme odaklanmalıdır. Çözümü kabul etmeyen taraf, devlet otoritesiyle karşı karşıya kalacağını anlamalıdır. Hak mahrumiyeti ve kamu imkânlarından yararlanma kısıtlaması getirilmelidir. Yasal boşluk varsa, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasal düzenlemeye gidilmelidir.

Son yıllarda oluşturulan ve halen aktif olan Kamu Denetçiliği Kurumu (OMBUDSMAN) ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu ne yapıyor? İnsanların hayatını kolaylaştırmak ve sorunların önlenmesi/ giderilmesi için kurulan bu kurumlar bu konuya el atmayacak da ne yapacak?

“Kendi adaletini kendi sağlama” cihetine giden fertler yıllarca kapanmayacak yaralar açmaktadırlar. Devletin misyonu, olay olduktan sonra önlem alıp yaralıları hastaneye, olaya karışan failleri adalete teslim etmekten ibaret olmamalıdır. Caydırıcı ve meşru bir güç olarak önleyici tedbirleri almalıdır.

Can, mal ve insan şerefinin emniyeti kutsallığı itibariyle zamandan bağımsız korunmayı gerektirir. Bir toplumun sağlamlığı en zayıf kişinin hukukunun korunabildiği ölçüde güçlüdür. Göğü yerinde tutan adalet olduğu gibi yeryüzünü yaşanabilir yer yapanda adalettir.

Başka acıların yaşanmaması, adaletin tesisi için ne gerekiyorsa yapılmalı, devlet bu konuda elini acil olarak taşın altına koymalıdır.

Yoksa göğün kapıları açılmayacak, gönül telleri titremeyecektir.

Editör: Kadir Üründü

Yorumlar

Image
Bülent Gözü
25.06.2023 / 08:52

Yörenin gerçekleriyle örtüşen, sorunu sosyolojik gerçekleriyle ortaya koyan bir yaklaşım. Teşhisiniz ve çözüm önerinize katılıyorum. Tebrik ederim vekilim.

Yorum Yaz