dedas
Turkcella

Halka Halka Zinciriye

Halka Halka Zinciriye

      Tam altı buçuk asırdan bu yana orada, ayakta duruyor. Kitâbesi 1385 senesine tarihli. Kartal Yuvası’nın, taş çatlasın 70 metre altında şehre vaziyet eden Zinciriye Medresesi’ne kaleden de inilir, Birinci Cadde’den de çıkılır. Bânisi Necmeddin İsa’nın adıyla da anılır, doğu ve batı cenâhlarındaki kubbelerinden çekilen zincirden ötürü Zinciriye adıyla da.

      Geniş dikdörtgen bir alanda iki kat üzerine son derece simetrik bir görüntüde inşâ edilen Zinciriye Medresesi; avlusu, türbesi, kubbeleri, çeşitli ek yapıları ve hele hele doğuda kalan muhteşem anıtsal taç kapısı ile şehrin siluetine işlenmiş muazzam bir nakış gibi dikkatleri celb eder. Doğu ve batı uçlarındaki iki dilimli kubbe, yapıya bir ihtişamdan ötede saygın bir ağırbaşlılık kazandırır. Soldakinin altında Sultan İsa türbesi, sağdakinin altında ise cami konumlanır. Mihrâbının etrafına kakma motiflerin eşlik ettiği caminin minberi, kesme taşlardan mamul. Dışarıya açık dört revâklı kemer ve kubbelerin dayandığı duvar payandaları yapıya görkemli bir seyir keyfi katar ve yapıyı bu hâliyle çok uzaklardan bile seçilebilecek bir azâmete büründürür.

      Giriş kapısı olan devâsâ boyuttaki görkemli portal, yıldız tonozla örtülü bir bölüme açılır. Batıda avluya açılan bir koridorun güney kısmında cami, ortada da mukarnaslı tromplu bir kubbe. Avlunun batısındaki eyvândan ise üstü kubbe ile örtülü türbeye geçilir. Medresenin üst katında yer alan küçük küçük odalar, bir zamanlar medresede okuyan talebelere ait hücreler.

      Ana eyvandaki çeşme sularının uzanan bir kanal boyunca yol alıp orta yerdeki havuzla birleşmesi, gelenek olduğu biçimde, Zinciriye’de de mevcut. Havuzun bulunduğu avlu bir çeşit serinleme alanı. Havuz sistemi; doğum, yaşam ve ölümü tasvir eder ki; duvardan akan su doğumu, o suyun küçük arktan akarak ilerlemesi yaşamın süreğenliğini ve en nihayetinde suyun biriktiği havuz da ebediyeti veyahut Mahşer alanını tasvir eder. Oysa bazı araştırmacılar, medresenin orijinal planlarında bu havuz kısmının sonradan eklendiğini ve bu kısmın önceleri ağaçlıklı küçük bir alan olduğunu yazarlar.

      Ne hazindir ki, Aksak Timur’a yenilip esir düşen Sultan İsa, bir süre bu medresede tutsaklığa mahkûm edilir. Bizzat yaptırdığı ve adını taşıyan medresede esir olmak ne enteresan bir durum! Bu durumu daha dokunaklı hâle getiren şey, Sultan İsa’nın öldükten sonra yine buraya defnedilmiş olması. Hayat bazen insana böyle garip tecelliler de yaşatır…

      Sultan’ın adına yaraşan haşmetiyle Zinciriye, bir medrese değildi sadece. Öyle yükseğe de boşuna inşâ edilmemişti. Şehre giren çıkan iyice gözetlensin, kollansın, bellensin, ahâlinin emniyetine hâlel gelmesin, nâmahreme fırsat verilmesin diye Kartal Yuvası’nın gölgesine dikilmiş. Rasathâneye mütenâsib bir yücelikte, kollarını arşa kavuşturan bir heybette inşâ edilmiş; Mardin semâlarına çöreklenen bulutların hangi alametlere gebe olduğunu keşfetmek için. Kar, yağmur, dolu, rüzgar, fırtına; hangisi ne menem felaketleri getirecek veyahut hangi kadim bereketi muştulayacak, bilinsin diye.  

***

      Pek çok hırslı hükümdarın, istilacı ordunun ve zalim komutanın defalarca hışmına uğrayan Mardin, kendisini yönetenlere çok derin bir yönetim tecrübesi sunmaktaydı. İçinden çıkılmaz, amansız bir saldırıda halkın canını, ırzını korumak icâb ederdi. Zinciriye’nin hünerli ustası bunun da hâl çaresine bakmıştı. Uzun yıllar bin bir meşakkatle çalışarak medreseden aşağıdaki Ulu Cami'ye çıkan bir tünel kazdırdığı söylenir. Bununla da yetinmemiş, yapının bazı duvarlarında öyle özel taşlar kullanmış ki, içerideki sesler dışarıya gitmez; fakat dışarıdan gelen sesler olduğu gibi duyulabilirmiş. Böylelikle bir saldırı sırasında, düşman yaklaştığında saldırı anında fark edilir, medresedeki çoluk çocuk, sabi, kadın yaşlı kim varsa rahatlıkla ve emân içerisinde tünellerden geçerek Ulu Cami’nin bahçesinde soluğu alır ve oradan etraftaki evlere dağılabilirmiş. Keşke Melik İsa’da bu tünelden kaçıp kurtulabilseydi, diye düşünmeden edemiyor insan.

      Zinciriye isminin nereden geldiğiyle ilgili, yüzyıllardır dilden dile, kulaktan kulağa aktarılan başka bir rivayet daha var. Öyle ya, bu masal şehirde anlatıların sonu yoktur. Meğerse Mardin’i bir ara akrepler basar. Her evde, her taşın altında, sokaklarda elinizi uzattığınız her yerden akrepler fışkırır. Halk bu durumdan bizâr olunca tılsım atmakta bulunur çare. Altışarlı halkalardan oluşan bir zincir, dualar okunarak tılsımlanır. Zincirin her bir halkası akrebin zehirli kuyruğundaki birer boğuma bedel olsun diye. Zincirin bir ucu medresenin bir kubbesine, diğer ucu da Ulu Cami’nin minaresine bağlanarak bütün şehir baştan başa tılsımlı zincirin koruması altına alınır. Nihayetinde tılsım işe yarar ve zehirli akrepler çok geçmeden ortadan kaybolur. Hatta ikinci bir zincirin de aynı şekilde yılanlar için tılsımlandığı söylenir. Ne var ki günün birinde akrep tılsımlı zincir, nasıl olduysa kopmuş veya çalınır ve akrepler kısmen geri döner. Bu hadiseden sonra medresenin adı Zinciriye’ye çıkar. Hatta kubbelerin Ulu Cami’ye dönük çehrelerinde zincirlerin takıldığı demir halkaların hâlâ mevcut olduğu söylenir.

      Ziyarete gelenler, medresede kullanılan ileri derecedeki teknik özellikler karşısında hayranlıklarını gizleyemezler. İki derslik arasına yapılan eyvân mesela. Eyvânın oluşturduğu boşlukla, bir derslikten yükselen seslerin diğerindekileri rahatsız etmemesi sağlanmış. Eyvânda akan su şırıltısı da bir çeşit ses yalıtımına hizmet eder. Öte yandan, eyvânın sonundaki havuz, astronomi dersleri için kullanılmış. İnşâ sırasında Kapadokya’dan getirtilen taşlarla medresenin daha aydınlık olması sağlanmış. Bu taşlara azıcık ışık tutulduğunda, taşlar parıldayarak içeriye hoş bir aydınlık sunar. Uzun silindir şeklindeki deprem habercisi taş da  ilgi uyandırıcı. Eğer bu silindir hareket eder ve dönerse binada hasar var demektir. 

***

      Zinciriye’nin, hiç kitâbesi olmayan küçük kardeşi Kasımiye’yi kıskandıran birbirinden ustalıklı, her biri birer estetik harikası tam 11 tane kitâbesi var. Her bir kitâbe bir tebliğ, her bir satır bir nasihat, her bir şekil bir sanat harikası. Kâtib Ferdi ustalıkla nakış nakış işlemiş bunlardan birisini ve şu sözleri nakşetmiş üzerine: Melik İsa Mardin Kalesi yakınında Zinciriye adıyla şöhret bulan medreseyle beraber öyle bir cami yaptırdı ki o binayı dil ile tanımlamak, güzellik ve ihtişamını kalemle yazmak mümkün değildir.

      Ana giriş de denilen o anıtsal dev portaldeki nişin iç yüzünü dolaşan iri, yüksek kabartmalı şerit biçimindeki ilk kitâbe, içeriye henüz girmeye hazırlanan insanları, Hz. Süleyman’ın bir karıncaya tebessüm ederek söylediği Neml suresinin 19. ayetiyle karşılıyor:

      Rabbim, bana ve ebeveynime lutf ettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok.

      Medresenin kapısına neden Karınca Suresi nakşedilmiş, diye düşünmeden edemiyor insan. Süleyman’ın azametli ordusuna yol veren karıncalara telmihte bulunularak içeri girenin yolu açıktır mı denmek istenmiş, veya içinde her hayrın başı olan besmeleye Kuran’da iki kere yer verilen tek sure olmasından sebep, eşikten içeriye ayak basanlara besmeleyi dikte etmek için mi yazılmış, bunu kestirmeye imkân yok.

      Bu şerit kitâbenin hemen altında, kapı lentosunun üst bölümünde her biri çok hassas bir işçilikle bezenmiş birçok altıgen şekil. Altıgenlerin içinde Esma-i Hüsnâ’dan numûneler. Her bir isim kainatın sırlarını ilahi bir coşkuyla zikr ediyor âdetâ: El-Melik, el-Kuddüs, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin …

      Ve yere düşmek üzere olduğu imajıyla resmedilmiş o muazzam madalyon kitâbe. En görünür yerde nakşedilmiş; abidevi ana girişin lentosunda, üstlerde bir yerde. Etrafına Tevbe Suresinden bir ayet, içine de “Benim tevekkülüm yüce Allah’adır.” sözü, iğneyle oya işlercesine yazılmış.

      Dev anıtsal portalin hiçbir yeri boş bırakılmamış. Her nakışta, her satırda ve her bezemede bir mesaj, bir ibret resmedilmiş. Kapıyı çevreleyen muhteşem kûfi bir hatla “Allah’a tevekkül ettim” manasında sözler. Bu fani dâr-ı dünyada, bu ihtiraslı kullar yalnızca ve yalnızca O’na dayansın, O’na sığınsınlar diye yazılmış olmalı.

      Avluda, batı cenâhına nazır kapının mukarnas işlemelerinin altında şerit hâlindeki bir satırda “Rablerine karşı takva sahibi olanlar, bölük bölük cennete sevk edilir.” yazıyor. Doğuya bakan kapıda ise aynı şekil ve tarzda takva sahipleri için ilahi bir muştu nakşedilmiş: Rableri onlara kendisinden bir rahmet bir hoşnutluk ve içinde onlar için tükenmez nimetler bulunan cennetleri müjdeler.

     Ucundan hayat akıtan çeşme nişinin iç yüzeyinde asırların okunamayacak bir raddede aşındırdığı birkaç satır yazıyla, insan harikası bu yapının inşâ edilmesinin kimin tarafından emredildiği haber veriliyor. Aynı çeşmenin üst tarafında yine okunamayacak kadar silikleşmiş üç satır daha.

      Büyük mescidin mihrap nişi kemerinin üzerinde çoğu tahrip olsa da “Allah semâların nurudur.” ayeti çok zor da olsa okunabiliyor. Eskiler her bir şeyi kayıt altına almış. 1797 ve 1949 yıllarına ait tadilat bilgisi iki ayrı kitâbeyle günümüze ulaştırılmış.

***

      Zinciriye, onu araştıranların karşısına, hep çok yönlülüğü veya çok işlevsel durumuyla çıkar. Evvela bir medresedir ve medrese talebelerinin kaldığı bir yurttur aynı zamanda. Sultan İsa burada tutsak edildiği için bir zindan olarak buluruz onu. Belgelerde medrese ile beraber cami olduğu belirtilir zaten. Zira iki ayrı mescidi ve açık hava namazgâhı mevcut. Bânisinin naaşı burada gömülü olduğundan ötürü bir türbedir de Zinciriye. Yüksekte yapılmasının bir gayesi de rasathâne olarak kullanılabilmesi için. Gel gelelim, Zinciriye’nin bu çok işlevsel durumu Cumhuriyet döneminde de hız kesmeden devam eder. Medrese, elden ele, kurumdan kuruma geçer.

      Zinciriye, Evkaf Vezareti’nin uhdesindedir Cumhuriyet’in ilk yıllarında. 1924’te Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edilince ülkedeki bütün medreseler gibi Zinciriye de Maarif Vekaleti’ne bağlanır. Zinciriye, okula çevrilmek istenir; bu mümkün olmayınca koca medrese elde patlar. Çare, Türk Ocakları’na devretmekte bulunur. Türk Ocağı medreseyi Muallimler Birliği’nin şubesi olarak kullanacaktır. Hazırlıklar henüz tamamlanmıştır ki birden Türk Ocakları lağvedilir bu sefer. Dönem tek parti dönemidir. Zinciriye’nin mülkiyeti CHP’ye devredilir. Parti, gelir elde etmek için medreseyi Hudut Taburu’na kiralar. Kağıt ve divit gıcırtılarının, şen şakrak talebe koşuşturmalarının yüzyıllarca yankılandığı Zinciriye’nin eyvân ve revâk aralıkları artık asker postallarıyla inleyecektir. Askerlerde de ödenek yeterli olmayınca kira bir türü ödenemez. Bu sefer de müze yapılması için payitahttaki büyükler karar çıkarırlar. Müze oldu olacak derken, Mardin’de okuyan öğrencilerin kalacak yer sorunu baş gösterir. Vilayetteki ekâbir, karar marar dinlemez, öğrenci yurduna çevirirler canım medreseyi. 1973’te bir gün fark edilir ki müze olması gereken yer müze değil. Apar topar öğrencilere bir yer bulup medreseyi Mardin Kent Müzesi’ne çevirirler. Günümüzde ise bir süreden beri Zinciriye’nin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde. Mülkiyet böyleyken, bir ara üniversitenin kullanımına verilir. Üniversite beğenmez, kullanışsız olduğu için yapıyı terk eder. Güzelim medrese ortalıkta kalakalır bir süre. Bari birileri çıksa da sahiplense denilmeye başlanır. Vakıflar, yana yakıla bir yed-i emin özel vakıf veya dernek arayıp durur. Sonunda da bulunur.

      Yazının bu kısmından çıkarılacak ders şu ki; ecdâd yâdigârı, İslâm mührü eserler, oldum olası bürokratların başına püsküllü birer bela olmuş çıkmışlar. Bundan kelli, atsan atılmaz satsan satılmaz muamelesi görmüşler hep. Bu memlekette neme lazımcı bürokrat kafası değişmedikçe bu paha biçilmez mekânlarda defile de yapılır, neye hizmet ettiği anlaşılmayan bienaller de düzenlenir. Daha ötesini söylemeye dil varmaz …

 

Yorumlar

Image
Gülbahar Yiğit
20.06.2024 / 17:00

Bu güzel ve detaylı bilgiler için elinize kaleminize sağlık hocam Mardini mardinlilere tanıtıyorsunuz teşekkür ederiz bir Mardin aşığı olarak özellikle teşekkür ederim Allah razı olsun

Image
Ayten Başabaş Dirier
20.06.2024 / 15:39

Zinciriye Medresesini detaylı tanıttığınız için teşekkür ederiz.. Hemen altındaki Olgunlaşma Enstitüsü ile Müze olarak kullanılması çok iyi olacak. O geçit hakkında bize çok şeyler anlatıldı. Tanıtım yazılarınızın kitaplaşmasi dileğiyle başarılar...

Yorum Yaz