Gitmekle Kalmak Arasında…
Ana
rahminden dünyaya gelişimiz, yaşama gözümüzü açtığımız mekanla başlar.
Mekânı genişletmek, fethetmek insan
dürtülerindendir. Bu yüzden kalmak, insan doğasına bir parça aykırıdır.
İnsan devirir, eyler, hep bir yerlere
gider. Sona değin…
Son
ölümdür.
Ölümü bekleyene “gidici” denir.
“Kalıcı” olmak sonsuzluğu çağrıştırır, kalmak,
bir anlamda var olmayı sürdürmektir, kalımlı olan daima var olandır.
Gidenin sonu belirsizdir.
Hapishanenin belki de en acımasız yanı,
hareketi kısıtlamaktır. Bir yere gidememek, gitme özgürlüğünün elinden alınması,
mahpusu tüketir.
Gitmek; bir maceradır, riske girmektir,
bir karar, bir seçim, özgürlüktür.
Kalmak; istikrar, güvenlik, değişmezlik,
zorunluluktur daha çok.
Bir
şeylerden kaçmak istersek gideceğimiz pek çok yer vardır…
Lakin kendimizden kaçmak istersek,
maalesef, gideceğimiz hiçbir yer yoktur…
Belki de kendimizden kaçamadığımızdan her yere
taşırız kendimizi…
Yüzeysel olan yaşamın yüzeyinde kalma
çabamız, kendimizi her yere taşıma arzumuz eşliğinde beşik misali sallar
benliğimizi…
Gitmekle kalmak arasında…
Sahi; Gitmek mi zor yoksa kalmak mı zordur?
Nasıl da zor bir soru ve devamında eylemdir
her ikisi de.
Belki çözümsüz bir sorun, belki de her biri
birer yitimdir.
Yapılan her tercihin nihayetinde diğer
tercihlerin kaybı olduğunu görüp bilme pahasına…
Bazen kalmayı isteriz ama gitmeliyizdir.
Tercih ne olursa olsun yaralıdır.
Gideriz ama bir parçamız terk ettiğimiz yerde
kalır, kalırız ama bir parçamız artık burada değildir.
Her zaman gidenler ve kalanlar vardır,
olacaktır…
İnsanlar gider, insan kalır. İnsan gitse de
doğa kalır.
Doğa
yok olsa da…
İnsan, kalmakla gitmek arasında bitmeyen bir
savaş alanıdır.
Entropi yasası; insanı kaosa, dağılmaya, yok
olmaya, ölüme güdüler.
Yaşama içgüdüsü ise; düzene, istikrara,
yaşamaya, sonsuzluğa…
Seçimler arasında kalan ve sıkışan insan
evladının değişmez kaderi biraz da…
Araf da kalmaktır…
Her ne kadar bedenlerimiz gidecek olsa da…
Bu dünyada kalacak olan…
Mezar taşımız bile olsa…
Bir hoş sedadır...