Fransa; hepsi tesadüf mü?
Fransa merkezli iki olay şu sıralarda gündemi meşgul ediyor.
İlki tahmin edebileceğiniz gibi Paris’teki suikast.
En son yazıda Öcalan ile yürütülen görüşmelerden duyulan memnuniyeti ifade ettikten sonra, temkinli ve hatta endişeli olduğumuzu yazmıştım.
Bunu yazmamın sebebi olarak da gerek PKK içinde gerek de devlet içinde çatışma ortamının sürmesini isteyen kesimlerin varlığını göstermiştim.
Nitekim bu yönde sinyaller ve belirtiler ortaya çıkmaya başladı.
Önce Hakkâri’de bir karakola yapılan saldırı girişimi geldi, ardından KCK operasyonları kapsamında gözaltı ve tutuklamalar devam etti.
Ancak asıl sansasyonel eylem ülke sınırları dışında yapıldı.
Paris’te PKK mensubu üç kadın, bürolarında cinayete kurban gitti.
Olayın perde arkasında neler var; söyleyebilmek için çok erken.
Ancak zamanlaması gerçekten çok manidar.
Gerçekten de süreci sabote etmeye yönelik bir eylem mi yoksa olayın arka planında başka gerekçeler mi var, henüz kimse bilmiyor.
Pek fazla dile getirilmeyen bir ihtimal daha var; olayın arkasında başka bir ülkenin varlığı ihtimali.
Bölgede Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye istemeyen ülkelerin bir komplosu olabilir mi?
Elbette mümkündür.
İlk akla gelen ülkeler İran ve İsrail.
Bu liste uzatılabilir daha da; Suriye, Rusya, Fransa ve hatta ABD.
Olayda karanlık noktalar var; basından takip ettiğimiz kadarıyla, içeriden ancak şifre ile açılabilen kapı, herhangi bir zorlama olmadan bizzat içeridekiler tarafından açılmış.
Bu da katillerin aslında içeridekilerin tanıdığı kişiler olduğunu gösteriyor.
Bu durumda katiller ya örgüt içinden birileri ya da örgütün irtibatta olduğu ve rutin bir şekilde görüştükleri istihbarat örgütlerinin elemanları.
Derin devlet ihtimalini de hesaba katarsak, an itibariyle üç şıklı bir soru var önümüzde; iç hesaplaşma, derin devlet, yurt dışı istihbarat örgütleri.
Bu şıklardan tek başına herhangi biri de olabilir; birden fazla ihtimalin ortak gerçekleştirdiği bir operasyon da olabilir.
Her ne olursa olsun görüşme sürecinin zarar görmemesi, kesintiye uğratılmaması gerekir.
Nitekim olayın duyulduğu andan itibaren hükümet kanadından yapılan soğukkanlı açıklamalar, görüşme sürecinin zarar görmemesi için azami özenin gösterildiğini düşündürüyor.
Başbakan Erdoğan’ın “iç hesaplaşma da olabilir, süreci baltalamaya yönelik bir eylem de olabilir” açıklaması bu doğrultuda yapılmış bir açıklamadır.
Başbakan Yardımcısı Arınç’ın her zaman olduğu gibi insani yanı ön plana çıkan açıklaması da bu açıdan önemlidir.
Yine Başbakanın Başdanışmanı Akdoğan’ın “Paris suikastı, görüşme sürecini engelleyemeyecektir” açıklaması yine altı çizilmesi gereken bir ifade, sürecin kesintilere uğratılmayacağına yönelik irade beyanını göstermesi açısından da umut verici.
Görüşmelerde ise önemli bir aşama kat edilmiş durumda.
PKK tarafının önemli bir çekince olarak gördüğü sınır dışına çekilecek birliklere 1999’da olduğu gibi operasyon yapılması ihtimalini Başbakan Erdoğan tamamen gündemden çıkardı ve çekilenlere operasyon yapılmayacağı teminatı verdi.
Böylece önemli bir soru işareti daha ortadan kalkmış oldu.
Endişeler ve ümitlerin bir arada yürüdüğü bir süreci takip ediyoruz.
Dualarımız ve temennimiz barış için.
Üstelik sadece kendimiz için değil; acı çeken tüm coğrafyalar için.
Fransa merkezli ikinci olay ise bu ülkenin Mali’ye yaptığı askeri operasyon.
Suriye’de aylardır süren katliamlara ve yaşanan insanlık dramına karşı parmağını bile kımıldatmayan, askeri müdahaleyi hiçbir şekilde değerlendirmeye almayan ve rejime adeta dolaylı yönden destek veren Batı dünyası ikiyüzlülüğünü bir kez daha göstermekten çekinmedi.
Afrika ülkesi Mali’de bir süredir devlet güçleri ile bazı İslami gruplar arasında silahlı çatışmalar yaşanıyor.
Son dönemlerde isyancı grupların önemli başarılar kazanması ve bazı şehirlerde kontrolü ele alması üzerine, Suriye’de üç maymunu oynayan Batı dünyası, Fransa’nın öncülüğünde hemen harekete geçti ve “demokrasi getirmek” üzere Mali’ye müdahale kararı aldı.
Peki, Suriye orta yerde dururken neden Mali’ye müdahale ediliyor?
Cevabı çok basit; Mali’de zengin uranyum ve altın yatakları mevcut.
Fransa’nın doğal sömürge bölgesinde yer alan Mali’de yönetimin İslami grupların eline geçmesi Fransa için hiç de istenen bir gelişme olmaz.
Nitekim Fransa başka bir ülkeyi beklemeden harekete geçti ve Mali’ye askeri harekâtı başlattı.
Birkaç gündür Fransız savaş uçakları Mali’yi bombalıyor; bu destekten faydalanan Mali ordusu da isyancıların kontrolüne giren yerleri geri almaya başlıyor.
Milliyetçi başkan Sarkozy döneminde herkesten önce Libya’ya müdahale eden Fransa, sosyalist başkan Hollande döneminde de önceliklerinden ve politikasından taviz vermiyor.
Ve bütün dünya bir kez daha ibretle izliyor Batının ikiyüzlülüğünü, çifte standardını.
Suriye’ye aylardır seyirci kalan Batı, Mali’ye hemen müdahale ediyor.
Ve sonra bazıları çıkıp “Esed aslında Batı’ya karşı savaşıyor” masalları anlatıyor ve bizden bu masallara inanmamızı bekliyor.
Zihin kurcalayan şu iki soruyla bitirelim:
Başbakanın Afrika gezisi, Öcalan ile yapılan görüşmeler, Paris’teki suikast ve Mali’ye Fransız müdahalesi; sizce bunlar tamamen birbirinden bağımsız gelişmeler mi?
İkinci soru; suikastın İmralı görüşmelerinden sonra, Mali’ye müdahalenin de Başbakanın Afrika gezisinden sonra gelmesi bir tesadüf mü ve neden her iki olayın merkezinde Fransa var?