diorex

Ey İman Edenler, İman Edin!

Ey İman Edenler, İman Edin!

İman; sadece Allah’ın varlığını kabul etmek değildir. İman, yakin, felsefe ve görüş de değildir. İman; güven, aşk ve ümit duygularıyla yoğ­rulmaktır. İman, hayat­tır, güvenlik teminatıdır. İman, Allah’a güvenmek ve O’nunla akitleşmektir. İman eden başta yaratı­cısı ve kendisiyle, sonra da kâinatla barışık haldedir. İman, hayatı Allah’ın boyasıyla gör­mektir. Böyle iman, sahibine güven ve huzur verir; kimyadır, sahibinin bünyesini meyda­na getirir. Tat veren iman ameldir; pusuladır, sahibine yön verir. Tat veren iman uyuşuk, zayıf, değişen bir görüş değildir; bilakis diri, faal, uyanık bir inançtır. Müslümanlar gerçek imanın tadını aldıktan sonra dünyaya yayıldılar, kabuklarını kırıp, Kisra ve Kayserler gibilerini terbiye ettiler.

Gerçek iman zalim, sömürgeci ve zorbaları rahat­sız eder, tahtlarını sallar. Gerçek iman, ümmetlerin kaderini ortay koyar. Gerçek imanı bulan, her şeyi bulmuştur, bu imanı kaybeden başta kendisini, sonra da her şeyi kaybetmiştir. Böyle bir imanın alternatifi yoktur, sahibi mümindir, kazanmış­tır.

İman, Allah’a ve indirdiklerine tereddütsüz inanmak ve hayata geçirmektir. İman, Allah’ı bulmaktır, bulmak yetmeyip Allah’a inanıp ve Allah’a teslim ol­maktır. İman güçtür, sadakattir, kişiliktir, aydınlıktır. İman hem nurdur, hem kuvvet­tir, sahibini sultan eder. İman cesarettir, onu elde eden kâinata meydan okuyabilir. İnkâr ise korkaklık ve pısırıklıktır. Gerçek iman etmiş mümin dünyanın en rahat ve emin insanıdır. Rızkından ecelinden dünya ve ahretinden emindir. Ha­yat ancak imanla anlam bulur.

Kalbin imandan payı, te­reddütsüz inanma ve tes­lim olma, ihlâs, şükür, Al­lah için sevme, Allah için nefret etme gibi konular­dır. Dilin payı, Allah’ı anma, dua etme ve tilavet benzeri konular, gözün payı helal bakma, haram­dan yüz çevirme, aklın payı O’nun âyetlerini düşünmektir.

Bir defasında Resul-i Ekrem ashabına sorar:Kimlerin imanını ilginç görürsünüz?”

Ashab: “Meleklerin imanını.”

Resul-i Ekrem: “Onlar olamaz; çünkü onlar devamlı Rable­rinin huzurundadırlar, iman etmeleri zaruri­dir.”

Ashab:O halde peygamberlerin imanıdır.”

Resul-i ekrem:Onların da olamaz; çün­kü kendilerine vahiy ini­yor.”

Ashab:Biz ashab topluluğunun imanıdır.”

Resul-i Ekrem:Hayır, iman getirmeniz çok ilginç değildir; zira aranızda bulunmaktayım, vahyin nüzulüne şahit ol­maktasınız. O halde kim­lerin iman etmesinin ilginç olduğunu ben haber vereyim. İman etmeleri çok harika ve ilginç olanlar şu kesimdir: On­lar benden sonra gelecekler, ellerinde Kur’an dışında bir şey olmadığı halde bana iman edecekler. Kuşaklar içinde imanları en ilginç ve harika olanlar işte onlardır.”

Netice, iman, dille tekrarlanan bir söylem değildir. “İman ettim”, “inandım,” gibi yu­varlak söylemler yetmemektedir. Allah Teâlâ, “Ey iman edenler, iman edin” (Nisa Suresi 34. Ayet) buyurmak suretiyle iman iddiasında bulunanları sami­mi olmaya ve imanlarında sebat göstermeye, tat almaya davet etmektedir. Yani “ey iman edenler, imanınızda samimi olun, imanınız dilde kalmasın, imanınızı yaşayın, gereğini yapın” demektedir. Bu nedenle, imanın gö­rüş ve söylem olmaktan tat veren bir hakika­te dönüşmesi gerekir.

İman, kelimenin yapısından da anlaşılaca­ğı gibi, dünya ve ahret güvenliğini sağlayan güçtür. Beden ve ruhun çalışması, imanın tat vermesine yani işlevini yerine getirmesine bağlanmıştır. O halde dünyayı, ahreti, her ikisini, mutluluğu, hu­zuru, düşmana karşı galip gelmeyi, hayatımızın ıs­lahını, ekonomik başarıyı istiyorsak imanımızı güzel ve leziz tat vere­cek seviyeye yükseltmeliyiz. Bunun dışında hiçbir alternatifi yoktur, hiçbir güç ve servet onun yerini doldurmaz.

Yorum Yaz