diorex
sampiyon

Enerji Güvenliği ve Dünya Siyaseti-2

Sevgili okurlarım, “enerji güvenliği ve siyaset konusu” uluslararası ilişkiler, ekonomi ve strateji alanlarının kesiştiği oldukça önemli ve çok katmanlı bir alandır. Enerji güvenliği; bir ülkenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi kesintisiz, uygun maliyetli ve sürdürülebilir şekilde temin edebilme kapasitesidir. Bu, elektrik üretimi, ulaşım, sanayi ve konutlar gibi alanları doğrudan etkiler.

Enerji Güvenliği ve Dünya Siyaseti-2

İngiltere de Sanayi Devrimi ile birlikte fosil yakıtların yoğun olarak kullanılmaya başlaması devletlerin siyasi ve toplumsal yapıları kadar uluslararası siyasetin seyrini de değiştirmiştir. Bilindiği gibi maden kömürünün ilkönce buhar makinelerinde ve çelik üretiminde yoğun olarak kullanılmasıyla başlayan süreçte İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkeler “büyük devlet” lere dönüşmüşlerdir. Maden kömürünün yoğun olarak kullanılmaya başlaması bazı sınıfların büyümesinde yeni ekonomik ve toplumsal ilişki kalıplarının gelişmesinde demokratik taleplerin artmasında tek etken değilse bile, en önemli etken olarak görülmelidir. Önce İngiltere ve Fransa’nın ardından Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Rusya, Japonya ve İtalya gibi ülkelerin büyük devletlere dönüşmesinde ve dünya siyasetine yön vermeye başlamalarında Sanayi Devrimi ile birlikte enerji yoğun ekonomiye geçiş büyük hayati rol oynamıştır.
Baştan belirtmeliyiz ki fosil enerjilerin devletler için güç kaynağına dönüşmesi enerji rezervlerine sahip olmak ya da enerji üretip pazarlamakla ilgili değildir. Enerjinin bir devlet için güç kaynağına dönüşmesi sanayide dişlilerin dönmesi ve yüksek teknoloji ürünleri üretimi için kullanabilen ülkeler elde ettikleri katma değer sayesinde ekonomik ve siyasal olarak dünya sistemindeki varlıklarını hissettirmeye başlarlar. Enerjinin bu şekilde kullanımını başaramayan ülkeler ise rezervleri kaynakları ve üretimleri ve hatta tüketimlerine nedenli büyük olursa olsun, uluslararası sistemin edilgen üyeleri olarak mahkûmdurlar. Örnek olarak, Venezüella, Irak ve İran gibi ülkelerde görüldüğü üzere bir ülkenin sahip olduğu enerji kaynakları ve rezervler bu ülkelerin uluslararası sistemle ya da hegemon devletle ilişkilerinin daimi bir sorun dönüşmesine ekonomik ve toplumsal krizlerden bir türlü kurtulamamasına neden olmaktadır.
ABD, kendi enerji kaynaklarını refah oluşturmak için kullanmış ve dünya enerji kaynakları üzerinde kontrol kurarak küresel hegemonya elde etmiştir. Hegemon devlet, bilindiği gibi finansal, ticari, askeri, diplomatik ve teknolojik alanlarda diğer devletlere üstün sağlayarak uluslararası veya bölgesel sistemin işleyiş kurallarını belirleyen ve devam ettiren devlettir. ABD’nin enerji politikaları, Birinci Dünya Savaşı sırasında petrolün stratejik önemi anlaşılınca değişmeye başlamış ve sonrası enerji kaynaklarına dışa açılım politikası benimsenmiştir.
Körfez ülkelerinden özellikle Suudi Arabistan, enerji politikalarını ABD’nin taleplerine göre şekillendirilirken ABD de askeri ve siyasi desteğiyle Suudi Arabistan’ının küresel enerji piyasasındaki rolünü güçlendirmiştir.
Petrol ve doğal gaz, günümüz dünyasında enerji güvenliğinden önemli iki kaynak olup, diğer enerji kaynakları genellikle bu iki kaynağı tamamlayıcı bir rol oynar. Bu kaynakların akışı güvence altına alınmadan enerji güvenliği sağlanamaz. Petrol piyasası ile uluslararası sistem arasında da doğrudan bir etkileşim söz konusudur.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi enerji güvenliği ile siyaseti birbirinden ayırmak olanaksızdır. Enerji ile ilgili gelişmeler ve uluslararası siyaset birbirini derinden etkilemektedir. Enerji politikaları, enerjiyi üreten, işleyen, dağıtan tüketen aktörler arasındaki ekonomi, diplomatik ve siyasi etkileşimi ülkenin çıkarları doğrultusunda yönetmek için geliştirilen stratejiler, planlar ve uygulamalardır. Devam edecek…
Köşenin Sözü :”Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar!”
Abdulbaki Akbal
S.M.Mali Müşavir

Yorum Yaz