diorex
ARTUKBEY

Ekonomik kriz var mı? Yok mu?

Ekonomik kriz var mı? Yok mu?

Bulunduğum birçok ortamda hep aynı soruyla karşılaşıyorum; ’hocam, ekonomik kriz var mı yok mu? Eğer kriz varsa, market ve pazarlarda görülen alışveriş canlığını, trafikteki araba yoğunluğunu, kafe ve restoranlardaki doluluğu nasıl açıklayabilirsiniz? Kriz varsa bu insanlar bu parayı nereden buluyorlar?

Eminin bu soruların cevaplarını merak eden, okurlarımız dahil, birçok kişi vardır.  Doğru veya yanlış, herkes kendi bilgisi çerçevesinde, tecrübelerine dayanan veya kulaktan duyma bilgilerle bir cevap verebilir. Ancak iktisat bilimi bu durumu farklı olarak açıklar.

Yukarıdaki sorulara cevap vermeden önce ekonomik krizin ne anlama geldiğini ve belirtilerinin neler olduğunu açıklamakta fayda vardır.

Kriz, mevcut durumu ve geleceği etkileyen, beklenmeyen durumlarda ortaya çıkan ve genellikle önlem alınmakta geç kalınan olumsuz bir durumdur. Ekonomik kriz ise, genel olarak mal ve hizmet fiyatlarının arttığı, nakit dolaşımının azaldığı, ekonomik faaliyetlerin yavaşladığı, yatırımların ertelendiği ve ekonomik alanda büyük bir belirsizliğin ortaya çıktığı durumlardır.  Kriz durumu bir ülke genelinde görülebileceği gibi bir bölgede veya bir şirkette de söz konusu olabilir ancak şirketlerdeki durum daha çok finansal kriz olarak adlandırılır.

Ekonomik krizlerin ortaya çıkış nedenleri farklıdır. Ekonomik kriz ortamında nakit para akışı yavaşlar, faizler yükselir, borçlanma maliyeti artar, şirketler küçülür, işsizlik artar, yerli para dövize karşı değer kaybeder, yüksek enflasyon yaşanır ve bunlarla beraber paranın satın alma gücü düşer. Eğer Faiz oranlarındaki artış enflasyonu kontrol edebilecek kadar yeterli bir seviyede değil ise, enflasyonun baskısıyla faiz artışları ve yüksek enflasyon devam eder. Ekonomik büyüme yavaşlar, yüksek fiyat artışları görülür. Ekonomik faaliyetlerde durgunluk yaşanır ve yüksek enflasyon devam eder. Buna iktisat dilinde ‘’stagflasyon’’ denir. Stagflasyonun temel özelliği yüksek enflasyonla beraber durgunluğun mevcut olması yani aynı anda görülmesidir.

Ekonomik kriz çoğu zaman finansal kriz ile aynı anlama geldiği söylense de iktisat bilimi açısından aralarında fark vardır. Ekonomik kriz daha geniş bir alanı kapsar. Ülke ekonomisini genel olarak etkiler yüksek enflasyon, ekonomik durgunluk ve istihdamın azalması gibi sorunları içerir. Finansal kriz ise, mali kurumları ve finansal sistemdeki sorunları içerir; Finansal piyasadaki tıkanmalar, yüksek borçlar ve bankaların iflası gibi sorunları kapsar. Ekonomik kriz durumlarında eğer doğru mali ve para politikaları uygulamaya konulmazsa yüksek enflasyon kaçınılmaz olur.

Türkiye’nin 2023 yılı için enflasyonu %65 olarak açıklandı (ki bunun gerçekte %120 olduğu söylenir) ve bu oran Türkiye’nin son 22 yıldaki en yüksek enflasyonudur.  Bu şu demektir: Şu an elinizde bulunan 100 TL ile alabileceğiniz ürünleri tam bir yıl sonra almak istediğinizde aynı ürünler için 165 TL ödemeniz gerekecek demektir.  Yani paranızın alım gücü %65 azalır.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) verilerin göre en yüksek gelire sahip %20’si milli gelirden yaklaşık %50 pay almaktadır. Kalan %80’i de milli gelirin diğer %50’sini almaktadır. Sadece geliri yüksek insanların harcamalarına bakarak ülkenin durumunun iyi olduğu söylenemez. Ya da yüksek gelir elde eden belirli birkaç şirketin karlılığına bakılarak ülkede istikrarlı ve dengeli bir ekonomik büyümenin olduğu söylenmez.

Şimdi gelelim asıl konumuza. Ülkemizde veya bölgemizde ekonomik krizin olup olmadığını, kriz varsa piyasaların neden hala bu kadar canlı olduğunu veya trafiğin neden bu kadar hareketli olduğunu anlamaya çalışalım.

Normalde talep yasasına göre bir ürünün fiyatı arttıkça o ürüne karşı talep azalır.  Oysa enflasyon ve döviz kurunun yüksek olduğu durumlarda insanların satın alma davranışları değişmektedir. Enflasyonist bir ortamda fiyatların sürekli artacağı algısı oluştuğu için insanların bundan sonraki satın alma davranışları daha ucuzunu daha erken almaya yönelik olmaktadır. Dolayısıyla insanlar bugün aldığı temel ihtiyaç ürünlerini kısa bir süre sonra (zam geleceğini bildiğinden dolayı) aynı fiyata alamayacaklarını düşündükleri için bugünden satın almaya başlarlar. İktisat dilinde buna ‘’Öne Çekilen Talep’’ denmektedir.  Yani doğacak maliyet farkından dolayı satın almalar öne çekilir ve bu da talebin artmasını sağlar. Ürünlere talep artınca, talep miktarı arz edilen ürünlerin miktarını aşar. Azalan (arz edilen) ürünlere talep arttıkça da ürünlerin fiyatı yükselir, fiyatlar yükseldikçe talep de artar. Yani piyasada görülen canlılık genel olarak temel ihtiyaç ürünlerinin alımına yöneliktir ve öne çekilmiş talep etkisiyle piyasa hareketlenmektedir. Dolayısıyla öne çekilen talep etkisiyle insanlar daha çok alışveriş yapmaya başlar. Bu ekonomik döngü insanları tasarruf yapmaktan çok harcamaya yönlendirmektedir.

Piyasa faiz oranı, enflasyon oranı ve bu oranlar arasındaki fark da piyasadaki canlılığı etkilemektedir. Şöyle ki; eğer enflasyon oranı mevduat faizinden daha fazla ise insanlar paralarını bankaya yatırmak yerine alışverişe harcarlar. Çünkü bankaya yatıracakları paraları bir süre sonra yüksek enflasyonun etkisiyle eriyecek ve alım gücünü kaybedecektir. Paranın alım gücünün düşeceği beklentisi insanları paradan kaçmaya yönlendirmektedir. TUİK’in açıkladığı %65 enflasyona karşılık bankaların bireysel mevduatlara (yani faiz karşılığında ve geçici bir süre ya da istenildiğinde geri almak şartıyla bankaya yatırılan para) için önerdiği faiz oranı %50’nin altındadır. Gerçek enflasyon oranının %120 olduğunu hesaba kattığınızda insanlar paralarını biriktirmek ya da bankaya yatırmak yerine sürekli olarak fiyatları yükselen ürünleri almaya yönelir.

Tüketim piyasasındaki diğer bir etken de insanların tasarruf yaparak biriktirebilecekleri para miktarı ile ev veya araba gibi herhangi bir yatırım aracını alamayacakları gerçeğidir. Ayda 40.000 bin TL alan bir memuru düşünelim. Bu vatandaşımızın her ay 15.000 TL biriktirdiğini varsayalım. Yıl sonunda birikimin toplamı 180.000 TL olacaktır, 2 yıl biriktirirse 360.000 TL birikimi olacaktır. Tabiki diğer koşulların değişmediğini varsayıyoruz; enflasyonda sert bir düşüşün olmayacağını, ani bir hastalık, kaza veya beklenmeyen başka bir giderin oluşmayacağını varsayıyoruz.  Şimdi iki yıl sonunda 360.000 TL biriktirmiş olan bu vatandaş bu para ile hangi yatırım araçlarını alabilir?

Bir ev alabilir mi? – Hayır

Normal bir araba alabilir mi? – Hayır

Bir arsa alabilir mi? – Hayır

Alabileceği en iyi şey TV, buzdolabı, fırın vb. beyaz eşyalarından bir tanesi olur. Zaten öyle bir ürüne ihtiyacı varsa bu kadar yıl tasarruf yaparak beklemez çünkü bekledikçe fiyatı artan bir malı en erken zamanda alarak parasını değerlendirmeye çalışır. Bu durum asgari ücret alan bir birey için çok daha zordur. Aylık geliri ancak beslenme ve barınma gibi birincil (temel) ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaya yetecektir.

Trafikteki yoğunluğa gelince, öncelikle yakıtın talep esnekliği az olduğu için fiyatı ne kadar yükselirse yükselsin yakıta olan talebi çok az miktarda düşürür ancak kısa bir süre sonra talep aynı seviyeye gelir.

Yüksek enflasyon ve kur artışı nedeniyle fiyatları yükselen varlıkları ellerinde tutan bireyler zenginleştiklerini düşünürler ve bu da onları gelirlerinin üstünde harcama yapmaya hatta borçlanmaya teşvik eder. Bu duruma ‘iktisadi yanılsama’ diyebiliriz. Bireyler gerçekte olmayan bir durumu varmış gibi hissederler ve sahip oldukları bu varlıkların artan değerlerinin kendi algıları üzerinde bıraktıkları izlenimlerini yanlış değerlendirirler. Sonuç olarak, zengin olduklarını düşünerek para harcama eğilimi gösterirler.

Piyasalardaki canlanmanın bir diğer bir nedeni de yurt dışından gelen dövizlerin kayıt dışı olarak ülkeye girmesi ve harcanmasıdır. 2023 yılında ülkeye yaklaşık olarak 9 milyar dolar döviz girişi oldu. Kaynağı belli olmayan bu girdinin nereden geldiği belli olmadığı için ‘’Net Hata ve Noksan (NHN)’’ kalemi adı altında kaydedilmektedir.  Kayıt dışı olarak ülkeye giren bu dövizin piyasada harcanması da piyasaya extra bir canlılık getirir.

Bunun yanında yasal olarak ülkeye giren yabancı sermaye de piyasaları canlandırmaktadır. Özellikle vatandaşlık uygulamasıyla yabancılara gayrimenkullerin satılması ülkeye yabancı para girişini hızlandırdı. Örneğin, 2021 yılında yabancılara satılan gayrimenkullerin karşılığında yaklaşık 5,5 milyar dolarlık bir para ülkeye girdi. Bu ek getiriler de piyasaların canlanmasına katkı sağladı. Ancak yabancılara konut satışları her ne kadar ülkeye döviz getirdiyse de ülkedeki gayrimenkul fiyatlarının da artmasına neden olduğunu ve yerli halkın alım gücünü de olumsuz etkilediğini unutmamak lazım.

Toplum gelir seviyesine göre en düşük ve en yüksek gelire sahip %20’lik gruplara ayrılmıştır. Bu gruplar açısından bakıldığında; en düşük gelir grubu olan birinci %20’lik gelir grubunda yer alan insanlar (TUİK bunu ‘’hanehalkları’’ olarak adlandırır), 2012 yılında gelirlerinin %29’unu gıda ve alkolsüz içeceklere harcamış iken, 2022 yılında gelirlerinin %35,8’ini aynı tüketim ürünlerine harcadı. Dolayısıyla orta ve daha düşük gelir grubundaki insanlar kur artışı ve yüksek enflasyon şartlarında harcamalarının çoğunluğunu gıda ve benzeri temel ihtiyaçlarına harcamaktadır. Aynı şekilde üst gelir sınıfında olan azınlığın kafe ve restoranlarda oturmasına veya tatile gitmesine bakarak krizin olmadığı, ülke ekonomisinin iyi gittiği ve insanların iyi yaşadığı söylenemez. Bunlar sadece dengesiz bir gelir dağılımının göstergesidir. 

 

Saygılarımla,

Dr. Ahmet BOZ

 

Editör: Kadir Üründü

Yorum Yaz