Dünden bugüne Savaş meydanlarında uygulanan "savaş ahlakı", artık sadece tarihin raflarında kaldı

KÖŞE YAZISI

Eski Mısırlılar, onurlu bir şekilde savaşıp esirlerinin haklarına saygı duydular. Sümerler, insan haklarına değer verdiler. Çinliler, düşmanlarının şerefini korudular. Tüm bunlar modern çağ savaşlarına birer rehber niteliğinde

Savaş için kurallar koymak bana saçma geliyor. Bu bir oyun değil. Medeni savaşla medeni olmayan savaş arasında ne fark var?

Bu sözler, Meksikalı devrimci lider Francisco "Pancho" Villa'ya ait

Savaş tarihi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Kanadalı tarihçi Margaret MacMillan, 2020 yılında yayımlanan "War: How Conflict Shaped Us" (Savaş Bizi Nasıl Şekillendirdi) adlı kitabının, "Kontrol Edilemezi Kontrol Etmek" başlıklı bölümünde Pancho Villa'nın bu ifadeleri üzerine derinlemesine bir okuma yapıyor.

MacMillan'ın bu okumada sorduğu soruların başında ise şu geliyor:

Temelde şiddetin en önemli araç olduğu ve düşmanı tamamen yok etmese de yenmenin asıl amacı olduğu bir şeyi yönetmekten ve kontrol etmekten nasıl bahsedebiliriz?

Bu faktörler hiçbir zaman insanlığın binlerce yıldır yapılan savaşların kurallarını ve temellerini oluşturma çabası önünde engel oluşturmadı.
 

 

Antik çağda savaş kuralları

Antik Mısır'da savaşlarla ilgili kuralları ve savaş ahlakı ilkelerini ele alan başlı başına bir kaynak olmasa da pek çok metin, o çağda Mısır değerlerine, geleneklerine ve dini inançlarına, özellikle de bireye ve komutana saygıya dayanan sisteminden bahsediliyor.

Bu metinlere göre Antik Mısır'daki askerlerin ve komutanların birbirlerine saygı duymaları ve itaat etmeleri gerekiyordu.

Antik çağda Mısırlı askerler, savaş sırasında tanrılara ve tapınaklara saygı duymaya ve onlara saygısızlık etmemeye büyük önem verirken dini konuların savaşlarla yakından bağlantılı olduğunu belirtmek gerekiyor.

Buna göre esirlere saygı duymuş ve onlarla insanca davranmışlardı.

Antik Mısır'daki savaş gelenekleri arasında vatanı savunmak için fedakârlık yapan kahramanların ve komutanların yüceltilmesinin yanı sıra, savaşta adalete ve şerefe büyük değer verilmesi ve askerlerin ve komutanların ahlaki değerlere bağlı kalmaları yer alıyor. 

Antik dünyanın kalbinde, Hammurabi Kanunları'ndan 300 yıl öncesine dayanan, Sümerlere ait olan ve günümüze ulaşan kanun maddeleri içeren ve bilinen en eski yazılı tablet Ur-Nammu Kanunları'dır.

Sümer dilinde yazılan tablette yer alan kanun maddeleri arasında Mezopotamya bölgesindeki savaşları ve askeri davranışları düzenleyen kurallar ve ilkeler yer alıyor.

Milattan önce 2100-2050 yıllarında yazıldığı tahmin edilen tablette esirlere ve sivillere nasıl muamele edilmesi ve savaşlarda nasıl davranılması gerektiği konusunda talimatlar bulunuyor.

Ur-Nammu Kanunları'nın yazılı olduğu tablette ayrıca bölgedeki medeniyetlerin savaşlar sırasında adaletin sağlanması ve insan haklarına saygı duyulması gibi konularındaki endişeleri anlatılırken köleleştirme, esirler için fidye ödenmesi gibi konular ele alınıyor.

Uzakdoğu'da tarihin savaş kurallarına ilişkin bilinen en eski kitaplarından biri, eski Çinli filozof ve asker Sun Tzu'ya ait olan "The Art of War" (Savaş Sanatı) adını taşır.

Tzu tarafından antik Çin'de milattan önce 5'inci yüzyılda yazılan kitap, askeri ve savaş stratejisi alanındaki en önemli metinlerden biri olarak kabul ediliyor.

Komutanlık yapmanın ve planlamanın ilkelerine değinilen kitapta, savaşların nasıl kazanılacağı, savaşta güçlü ve zayıf yönlerin nasıl analiz edilip kullanılacağı konusunda tavsiyeler veriliyor.

Bu çalışma, hem bugüne kadar strateji ve askeri liderlik alanında paha biçilmez bir ders kaynağı olmaya hem de askeri ve siyasi liderler tarafından içeriğinden yararlanmak amacıyla okunmaya devam ediyor. 

Çinliler çağlar boyunca Çin felsefesinin ve Çin askeri literatürünün geleneksel temellerine çerçevesinde savaşlarında birçok kurala ve ilkeye uymuşlardır.

Bu kuralların bir kısmını hazırlık ve planlama olarak özetleyebiliriz. Çinliler, savaşlara girmeden önce iyi bir hazırlık yapmaya büyük önem veriyorlardı.

Çünkü askeri harekâtların iyi planlanması, hedeflere daha verimli bir şekilde ulaşılmasını sağlıyordu.

Eski Çinlilerin rakiplerine saygı duymaları ve onlarla onurlarını koruyacak şekilde ilgilenmeleri biliniyordu.

Bu, gerilimin tırmanmasını önlemeye ve müzakereyi mümkün kılmaya katkıda bulunan bir yöntemdi.

Çinliler, askeri stratejilerinde doğayı ve coğrafi faktörleri kullanma yetenekleriyle öne çıkıyorlardı.

Doğayı kendi çıkarları doğrultusunda kullanan ilk halklar arasındaydılar. Düşmanla ilgili istihbarat toplamak da Çinlilerin planlama ve önemli kararlar almasında önemli rol oynadı.

Çinliler aynı zamanda esneklik ve sahadaki değişikliklere uyum sağlama konusunda son derece yetenekliydiler.

Savaş meydanlarındaki koşullara göre strateji ve taktiklerin değiştirilmesinin gerektiğine inanan Çinliler, aynı zamanda kara ve deniz ordularına sahiptiler ve düşmanın kalbine korku salma, kandırma gibi psikolojik yöntemleri de kullanıyorlardı. 

Ayrıca Hint bilgin Kautilya'ya atfedilen 'Arthashastraadlı eski metnin milattan önce 4'üncü yüzyılda yazıldığı düşünülüyor.

Bu yüzden Arthashastra, devlet yönetimi, savaş stratejisi ve liderlik üzerine en eski metinlerden biri, orduların düzenlenmesi, taktikler, casusluk ve diplomasi dahil olmak üzere savaşın çeşitli yönleri hakkında rehber ve antik çağda Hint askeri düşüncesini ve liderliğini anlamak için önemli bir tarihi kaynak olarak kabul ediliyor.

Savaşlarda uyulan, Hindu ve Budist kültürüne ve inancına dayanan kavramlarla ve ilkelerle temsil edilen bazı ilkeler ve ahlak kuralları vardı.

Elbette bu kurallar çağlar boyunca farklı şekillerde uygulanmış, siyasi ve toplumsal gelişmelerle birlikte değişti.

Bunun yanında antik çağda Hint savaşları genel olarak esirlere ve sivillere saygı ilkesiyle ön plana çıkıyordu.

Çünkü Hint savaşçılar, sivilleri korumanın ve onlara zarar vermemenin yanı sıra esirlerin haklarına saygı duymak ve onlara sert davranmamak zorundaydı.

Bu ilke, insanlarla sınırlı değildi ve savaş araçlarının önemli bir kısmını oluşturan başta atlar olmak üzere hayvanları da kapsıyordu.

Savaş ilkeleri arasında, savaş sırasında zehir kullanmamak, kutsal mekanlara ve ibadethanelere saygı göstermek ve onlara zarar vermemek, düşmana saygı göstermek ve cesaretle ve ahlakla savaşmak yer alıyordu.

Bazı antik Hint metinlerinde, şiddetli çatışmalar patlak vermesini önlemek amacıyla önce müzakere yoluna başvurulması da tavsiye ediliyor

Yine Akdeniz havzasından milattan önce 6'ncı yüzyılda yaşayan Yunan filozof ve devlet adamı Solon, özellikle savaş kuralları üzerine olmasa da mali ve sosyal işlerin düzenlenmesiyle ve gücün dağıtılmasıyla ilgili kaleme aldığı, Atina'nın demokrasiye daha fazla yönelmesine katkıda bulunarak siyaset, yönetim ve etik alanlarında tavsiyelerde bulunduğu "Solon's Laws" (Solun Kanunları) adlı kitabında Yunan medeniyetinin değerlerini ve ahlakını ifade ederken, savaşlar sırasında geçerli olan bazı kavramları ve kuralları da belgeliyor.

Bunların başında ise genel olarak savaşta ve hayatta erdem ve üstünlük kavramı ile Yunan toplumunda kabul edilemez ve cezasız bırakılmaması gereken bir davranış olarak görülen, savaşta ve yaşamda kaçınılması gereken aşırı gurur ve kibir kavramı geliyor.

Kitapta yer alan savaş ilkeleri, Yunan askerlerini, savaşların sonuçlarını ve bireysel kaderleri etkilediğine inanılan tanrıların iradesine ve ilahi yasalara saygı duymaya çağırırken esirlere ve sivillere saygı gösterilmesinin yanı sıra askerlere yeterli ve kesintisiz tedarik sağlayan lojistik desteğe büyük önem verdiği görülüyor.

Romalı tarihçi Titus Livius, "Ab Urbe Condita" (Şehrin [Roma'nın] Kuruluşundan İtibaren) adlı kitabında Romalıların girdiği savaşlardan, bu savaşlarda benimsedikleri temel kurallara ve özellikle de rasyonellik ve taktiklere saygı gösterilmesine kadar birçok detayla antik Roma'nın tarihine kapsamlı olarak değiniyor.

Antik Romalılar, sadece büyük bir askeri güç olmaları ya da kalelerin ve köprülerin kullanımı gibi savaşa birçok mühendislik yeniliği getirmeleriyle değil, keskin taktikleriyle ünlüydüler.

Romalılar, savaşlarla ilgili anlaşmalara ve antlaşmalara büyük bir saygı duyuyor, onları kutsal sayıyor ve savaş zamanlarında bunlara uymaya çalışıyorlardı.

Antik Romalılar, ele geçirdikleri esirlere insanca ve onurlarını koruyacak şekilde davranıyorlardı.

Bunun yanında fethettikleri ülkelerin halklarının kültürlerine ve kimliklerine değer veriyorlardı.

Romalı savaşçılar esneklikleri, savaşların niteliğine ve sahadaki değişikliklere uyum sağlama yetenekleri, örgütlenme becerileri ve iyi bir askeri eğitimden geçmeleriyle tanınıyorlardı.

Antik Roma'da askeriyenin en öne çıkan özelliği, sabit bir hükümet sistemine ve orduyu düzenleme ve askeri kararlar alma kapasitesine sahip merkezi bir otoriteye sahip olmasıydı.

Modern çağda savaş ahlakı ve kuralları

Dünyanın iki büyük ve yıkıcı dünya savaşından sonra silah gelişimindeki insanlığı yeryüzünden silip süpürebilecek nükleer bombaların da aralarında bulunduğu büyük ilerlemeyi kısıtlayan ve orduların çatışma ve savaş sırasındaki davranışlarını düzenleyen uluslararası ilkelere ve kurallara ilişkin bir referansın olması ihtiyacı doğdu.

"Handbook On International Rules Governing Military Operations" (Askeri Operasyonları Yöneten Uluslararası Kurallar El Kitabı) adıyla bilinen bu referans, orduların savaşlarda ve çatışmalarda görevlerini yerine getirirken uymaları gereken yükümlülükleri ve kuralları açıklıyor.

Kitap, orduların savaşlarda ve çatışmalardaki davranışlarını belirleyen ve çatışmalar sırasında sivil personeli, kayıpları, savaş esirlerini ve sivil mülkleri koruyan geçerli savaş yasalarını ve uluslararası kuralları açıklığa kavuşturmak amacıyla hazırlandı.

Bununla birlikte orduların, uluslararası yasalara uymalarını sağlamak, sivillerin zarar görmesini önlemek ve insan haklarına saygı duyulmasına katkıda bulunmak için önemli bir araç.

İçeriği Cenevre Sözleşmeleri ve ilgili Ek Protokoller gibi uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere dayanan kitap, ordular için bir eğitim ve bilinçlendirme rehberi olmanın yanı sıra askeri görevleri yerine getirirken uluslararası hukuka uyulmasına yönelik bir referanstır.

Cenevre Sözleşmeleri 1949 yılında kabul edildi ve dört adet sözleşmeden oluşuyorlar.

Birinci Cenevre Sözleşmesi, savaş halindeki orduların hastaları ve yaralıları korumalarına ilişkin, İkinci Cenevre Sözleşmesi, orduların denizdeki hasta, yaralı ve kazazedeleri korumalarına ilişkin, Üçüncü Cenevre Sözleşmesi, esirlere yönelik davranışlara ilişkin ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, savaş sırasında sivillerin korunmasına ilişkin olarak imzalandı.

Cenevre Sözleşmelerine 1977 ile 2005 yılları arasında savaş mağdurlarının korunması kurallarını geliştirmek amacıyla üç Ek Protokol eklendi.

  • Birinci Ek Protokol, askeri hedefler ile insani ihtiyaçların sağlanması arasında bir denge kurulmasını öngören 'orantılılık' ilkesini şart koşuyor.
  • İkinci Ek Protokol, yalnızca iç savaşlar için geçerli. Yani, bir ülkede patlak veren çatışmalarda güç kullanımına kısıtlamalar getiriyor.
  • Üçüncü Ek Protokol ise, kızıl haç ve kızıl hilal amblemlerinin yanına kırmızı kristal adı verilen yeni bir amblemin yerleştirilmesini öngörürken bu amblemlerin yetkisiz olarak herhangi bir kuruluş tarafından kullanılmasını yasaklıyor.

İsveçli yazar Ingrid Detter de Frankopan, 2000 yılında kaleme aldığı "The Law of War" (Savaş Yasası) adlı kitabında savaş kurallarına dair, bu kuralların tarihi ve gelişimi, sivillerin, yaralıların, hastaların ve esirlerin korunmasına ve onlara insanca davranılmasına ilişkin ilkeleri ve bu kuralların modern çağdaki savaşlarda ve çatışmalarda uygulanması, suyun kirletilmesi ve çevresel altyapının tahrip edilmesi önlenerek çevresel zararların azaltılması, kimyasal ve biyolojik silah kullanımının engellenmesi, kültürel mekanların, tahrip edilmeye ve hırsızlığa karşı korunması, despotizm, soykırım ve insanlığa karşı suçlarla mücadele edilmesi, mayınların yasaklanması ve savaş kurallarını ihlal edenlerden ve savaş suçları işleyenlerden hesap sorulması ve bunların adalet önüne çıkarılmasının gerektiğinin vurgulanması gibi konuları içeren kapsamlı bir bakış sunuyor. 

"Daha insancıl" savaşlar için sorumlu tutma ve hesap verebilirlik

Yukarıdaki başlık çerçevesinde "The Oxford Handbook of International Law in Armed Conflict" (Oxford Silahlı Çatışmalarda Uluslararası Hukuk El Kitabı) adlı kitap hesap verebilirliği, adaleti sağlamayı ve savaş mağdurlarının haklarını korumak amacıyla savaş kurallarına yönelik ihlallerle ve savaş suçlarıyla mücadele bakımından uluslararası ve yerel yasal çerçeveleri gözden geçiriyor.

Bu çerçevelerin öne çıkanlarının başında, amacı savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlardan hesap sormak olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) geliyor.

UCM'nin yanında tıpkı Yugoslavya Özel Mahkemesi'nde olduğu gibi savaş suçları işleyenlerin yargılanması amacıyla bazı özel mahkemeler de kurulabiliyor. 

Birçok ülkedeki ulusal mahkemeler, savaş suçu işleyenlerin yargılanmasına olanak tanıyan hukuk sistemlerine sahiptir.

Bazen bu ulusal yargı organları, kendi sınırları içinde savaş kurallarını ihlal edenleri yargılamak için ulusal mevzuata ve hukuk sistemlerinin yanı sıra yargılamaların adil bir şekilde yapılmasını sağlamak için Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşlarla iş birliği yaparlar.

Uluslararası uzmanlar ve uluslararası komiteler de kanıtların toplanmasında ve savaş kuralları ihlallerinin izlenmesinde önemli roller oynayabilirler.

Bazıları, savaşlarla ve çatışmalarla ilgili kanunların ve ilkelerin olmasını çelişkili ve saçma bulabilir. Fakat bu kanunlar ve ilkeler, savaşlar ve çatışmalar sırasında tarafların davranışlarının belirlenmesinde önemli rol oynuyor.

Şiddetin ve çatışmanın ortasında bireylerin ve orduların ahlak ve değerlere bağlı kalmasının bir hayalden ibaret olduğu düşünülebilir.

Ancak bu kurallar, insan haklarına ve insanlığa ilişkin temel değerleri taşıyor ve masum sivillerin acılarını azaltmayı hedefliyor.

Ayrıca meşru güç kullanımının ve düşmanlığın sınırlarını da tanımlamayı amaçlıyor. 

Ancak ne yazık ki herkesin gördüğü üzere savaş kurallarını görmezden gelmeyi tercih edenlerin bu ilkelere uyacakları her zaman garanti edilemiyor.

Tüm dünya bugün, bu temel ilkelerin aşıldığı, meşru müdafaanın başkalarının insan haklarına yönelik saldırılarla karıştırıldığı pek çok çatışmaya tanık oluyor.

Uluslararası yasalara daha fazla saygı duyulmasının sağlanması ve bu yasaları ihlal eden kişi ya da kuruluşların hesap verebilirliğinin arttırılması için çalışmak, artık her zamankinden daha elzem.

En önemlisi de diplomasi ve müzakerenin anlaşmazlıkları çözmenin temel yolu olduğunun farkındayız. Belki de bu dersi almamıza yetecek kadar tarihi olaya şahit olmuşuzdur. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Çeviren: Seda Demiröz