Değiniler ve Gözlemler

KÖŞE YAZISI

Fırsat ve imkân buldukça gezmekte fayda var.

Geçen ay, Doğu ve iç Karadeniz illerinden bir kaçını bazı dostlarla gezdik; Ankara, Samsun, Ordu, Rize, Bayburt ve Erzincan…

Doğa güzelliklerini temaşa etmenin yanı sıra burada bulunan dostlarımızla memleket meselelerini, ahval ve şeraiti konuştuk; hasbihal ettik.

Öncelikle ve önemine binaen ifade etmeliyim ki; okuma oranında gittikçe düşme ve ufuk daralmasını üzüntüyle müşahede ettim.

Ayrıca heyecan, coşku, umut, kaygı, hareket ve bitmeyen arayışları ile dinamik insanlar olarak, Doğu Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu insanları arasında ortak benzerlikler var. Dinmeyen fırtınalar, heyelanlar ve sürprizler…

            *                              *                *

1939’daki  büyük depremle adeta yerle bir olan ve ardından 1983 ve 1992 depremiyle büyük zarar gören Erzincan’a misafir olduk…

45 km’lik doğu-batı ekseninde uzanan düz ovası üzerine kurulan Erzincan, Kuzeyde Keşiş dağları ile güneyde Munzur dağları arasında yer alan mütevazi ve sakin bir şehir.

Düzenli ve planlı bir Şehir olarak Erzincan; yollar, sokaklar, kaldırımlar, yeşil alanlar ve coğrafi konumuyla tam bir ‘Huzur Şehri’dir.

İnsanlarının sabırlı, sakin, olgun ve cömert yapısı da bu huzurun önemli kaynağıdır.

Rahmetli Turgut Cansever ‘Bir Şehir Kurmak’ kitabında yatay mimari ve ufki şehirleri idealize eder. Her bir sokak veya caddenin bir ucundan bakıldığında, diğer ucunun görülebildiği, az katlı ve yeşil alan bolluğunun yaşandığı, ayrıca çevresinin bağlar ve bahçelerle süslendiği Erzincan, üstad Cansever’in hayalindeki şehre ne kadar da benziyor!

Ekşi su (maden suları) mesire alanı, Girlevik Şelalesi, Ergan kayak merkezi ve gölü ile üzüm-meyve bahçeleri görülmeye değer…

Plansız, düzensiz ve çarpık yapılarıyla adeta insanın üstüne bir kasvet gibi çöken ‘Kâbus Şehirler’e inat, Erzincan nizami ve ufki yapısını sürdürmelidir.

Almanya’da eğitim görmüş şehircilik alanında da uzman olan mimar Asım Kömürcüoğlu 1941 yılında projelendirdiği  ‘Kömürcüoğlu İmar Planı’yla o dönem için gayet modern denilebilecek bir şehircilik anlayışı ortaya koymuştur.  Cadde, kaldırım ve sokaklar oldukça geniş tutularak, bütün cadde ve sokakların ana caddelere açılmasına ve birbirini dik kesen bir yol ağının oluşturulmasına özen gösterilmiştir. (A.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mart 2019 -Depremlerin Şehir ve Mesken Mimarisine Olan Etkilerine Coğrafi Bir Bakış: 1939 Erzincan Depremi Örneği Fatih ORHAN)

Erzincan’da su, trafik, iklim ve insan çok dingin seyreder. Erzincan ovasında dingin akan Karasu gibi.. Hız ve Haz’a koşanlara adeta ‘Yavaşla’ diyerek ‘sükun ve huzuru’ ima eder.

*                       *                 *

Bir anlamıyla Şehir; farklı ve birbirini tanımayan insanların bir arada yaşama becerilerini tecrübe ettikleri büyük yerleşim yerleridir.

Yazılı kanun ve talimatların ötesinde kültür, sanat, ticaret, estetik, güvenlik, görgü ve teamüllerle beraber ortak yaşamın şekillendiği mekânlardır şehirler.

Paylaşma, sınırlar ve ötekine müsamaha yoksa, şehirlilik de yoktur.

Gittikçe küçülten mikro-milliyetçilikler ve ötekileştiren nefret söylemleri, salgın bir virüs gibi -maalesef inanç ve kültür değerlerimize rağmen- camiamızı da enfekte etmektedir.

Ülkemizin döviz ve dış cari açık finansmanında turizmin önemi ortadadır. Ülkenin eko-politik atmosferi içinde on binlerce Arap turist Rize ve Trabzon’a gelmektedir. Harcamalarında da (Avrupalı turistlere kıyasla) epey cömert davranmaktadırlar.

Kılık-kıyafet, inanç ve değerlerimiz örtüşmektedir. Körfez ülkelerinden, Arabistan veya Fas’tan gelenlerin dedelerinin de daha yüzyıl önce, birinci dünya savaşına kadar Balkanlarda, Kafkaslarda ve Çanakkale’de aynı cephede ve aynı amaçla omuz omuza durduğumuzu hatırlamalıyız.

Ancak, arap misafirlerimize reva görülen hakaret, dışlama ve küçültücü yaklaşımlar bize yakışmamaktadır. Karadenizli kardeşlerimiz, böyle bir yaklaşımla anılmayı hak etmediğini ortaya koymalıdır.

Eşyayı, gıdayı, konaklamayı, ulaşım ve hizmetlerini üç-beş kat fazlasına vermenin yanında, bir de aşağılayıcı davranmanın iman ve vicdan ile bağdaştırılır tarafı yoktur. Ayrıca ekonomik ve siyasi olarak da en çok biz zarar görürürz.

Kültürel bazı farklılıklar veya folklorik hassasiyetler varsa, bunlar karşılıklı diyalog, ikna ve iyi niyetle aşılabilir.

Trabzon ve Rize yaylaları çok özel ve otantiktir. Yemyeşil, yüksek ve serin yaylalarında ‘altın yumurtlayan tavuk’ları ‘milliyetçilik virüsü’ üzerinden boğazlamaya fırsat verilmemelidir.

Türkiye’nin dış tanıtımında ve kültürel etkileşiminde büyük bir imkân olan ‘dış misafirler’ bizden memnun ayrılmalı ve tekrar tekrar gelmeleri için güven oluşturmalıyız. Bu inancımızın da, insanlığımızın da, vatanseverliğin de gereğidir.

Tuzu kuru ve ne idüğü belirsiz, üç-beş politikacının sorumsuz ve acımasız propagandasına teşne olmamalıyız.

Özelde şehirlerimizin ve genelde ülkemizin bir arada yaşama, paylaşma, dayanışma ve farklılıkları zenginlik olarak görme ve yönetme kapasiteni güçlendirerek ancak daha müreffeh ve daha güvenli yarınlar oluşturabiliriz.

*                          *                   *

Şilili yazar ve şair Pablo Neruda’ya atfedilen, ancak Brezilyalı yazar Martha Medeiros‘a ait ‘Yavaş Yavaş Ölmek’ şiirinde ifade edildiği gibi;

Yavaş yavaş ölürler, Seyahat etmeyenler,

Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoş görüyü barındırmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler, Alışkanlıklara esir olanlar,

Her gün aynı yolları yürüyenler, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen veya bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler…

 

Ulusal çapta teşkilatlanan Sivil Toplum Kuruluşları ile Meslek Kuruluşları, ‘sosyal dayanışma’ ve ‘kültürel etkileşim’ açısından büyük bir imkândır. Bunların başında da Memur Sen camiası gelir.  Bütün illerde ‘Sosyal sorumluluk ve insani duyarlılık’ örneğini gösteren ve ev sahipliği yapan yetkililerine bu vesileyle teşekkür ediyorum.

 

Erzincan

Girlevik Şelale Erzincan

Karaca mağarası GÜMÜŞHANE