diorex
dedas

Dara’nın Tahtı Mardin Kalesi

Dara’nın Tahtı Mardin Kalesi

En yaygın kanaate göre, bir şehrin şehir olabilmesi için, o şehrin bir ibadethanesinin ve çarşısının olması gerekir. Şehrin bir kalesi yoksa ona şehir demek mümkün değil, diyenlerin sayısı da az değil. İbn-i Haldun buna, şehrin tamamını koruyan surlarının olmasını ve şehrin ulaşılması zor bir yerde kurulmuş olmasını da ekler. İbadet mekânları ve çarşılarıyla, biri Kale’yi diğeri aşağıda şehri çevreleyen surlarıyla dillere destan olan Mardin, doğuda 1.200, batıda ise 1.800 metre yükseklikteki bir tepenin doruk noktasındaki Mardin Kalesi’nin yamacına boylu boyunca uzanmış sarp ve muhkem bir şehir.

Ve ne yazık ki yamacında doğup büyüdüğü Kale’ye hasret bir şehir…

Şehir hafızasında çok önemli bir yeri olan ve ihtiyarlığa direksiyon kırmış Mardinlilerin çocukluk ve ilk gençlik çağlarının silik ama şen hatıraları arasında yer alan Mardin Kalesi; çıkıp top oynanan, ağaçlarının serin gölgelerinde piknik yapılan ve bir seyir terası göreviyle şehrin güzelliğinin yücelerden temaşa edildiği bir yer değil uzun zamandır. Kale’nin halka ilk kapatılması 1963’te Nato anlaşmaları kapsamında buraya bir radar üssünün inşâ edilmesiyle başlar. Askeri bölgeye dönüşmesine rağmen bir şekilde vatandaşın gelip gitmesine göz yumuluyordu başlarda; fakat 1987 yılındaki meşum roket saldırısından sonra resmî izinler dışında büsbütün yasaklı bir yer.

Kale’nin halka kapalı olması Mardinlilerin hiçbir zaman içine sindirebildiği bir şey olmadı. Ara ara nostaljik hislerle, kimi zaman turistik kaygılarla ve daha çok da “yasahhh babo!” kültürüne tepki verme dürtüsüyle insanlar, tepkilerini çeşitli platformlarda dile getirir durur. Şimdiye dek ele gelir, dişe dokunur bir netice yok ise de bu konuda hiçbir şey yapılmadı denemez yine de. Mesela 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı Kale’nin kendilerine devredilmesi ve halka açılması amacıyla Milli Savunma Bakanlığı’na müracaatta bulunmuş. Savunma Bakanlığı, aynı mevkideki Cuma Tepesi’ne (Şeyh Şa’ran) bir radar üssü inşâ edilirse Kale’yi boşaltacağını söylemiş. Bunun gibi yerelden ve merkezden birçok teşebbüs olmasına rağmen halkın beklentisi bir türlü karşılık bulmadı. Halbuki engel olarak görülen ve 1950’lerin teknolojisiyle inşâ edilen radar üssü, alanın çok az bir kısmını kaplıyor. Üs alanının dışındaki yüzde 80-90’lık alan gayet tabi halka açılabilir ve arkeoloji parkı yapılabilir. Öyle görünüyor ki, işi çözmek isteyen siyasilerin ve bürokratların her müsbet adımını âkim bırakan görünmez bir el, Mardinlinin muradına ermesine engel oluyor.

***

Çok değil, birkaç yıl önceydi. Yolcusu olarak seyahat ettiğim uçak, Mardin semalarına vasıl olmuş, iniş yapmaya hazırlanıyordu. Ne var ki uçak, teknik bir nedenden ötürü pisti pas geçmiş tekrar yükselmeye başlamıştı. Uçak, sıradaki iniş denemesi için vaziyet alırken ben de camdan aşağısını seyrediyor, konumumuzu kestirmeye çabalıyordum. Cetvelle çizilmiş gibi geometrik, parsel parsel tarlalar, yılan gibi ipince kıvrılan yollar, parmak ucu mesabesinde evlerin damları, sayısız tepe yükseltileri, sarı, kahverengi, yeşil bir alacalığa boyanmış uçsuz bucaksız ovalar. Bu mütecessis ruh hâliyle kestirmelerde bulunmaya çalışırken bir anda Mardin Kalesi’nin üzerinden geçtiğimizi fark ettim. Bu idrakin heyecanını atlatana kadar çoktan oradan uzaklaşmıştı uçak. Görüş o görüş.

Üniversitemizin Sanat Tarihi bölümü hocalarının bir süredir Mardin Kalesi’nde kazı çalışmaları yaptığını biliyordum. Bir sohbet sırasında bir vesileyle bu küçük hatıramı dile getirmiş, “Keşke beni de bir kereciğine götürebilseydiniz, ne güzel olurdu.” demiştim. Alicenâb dostlarım, ömür törpüsü bu hasretimi unutmamış, benim için de gereken izinleri alıp sürpriz yapmışlardı. Kale’ye çıkmak, birkaç gün önce bu şekilde nasip oldu.

Askerî kontrol noktasında prosedür işlemleri tamamlandıktan sonra araçlarla yola koyulduk. Kısa süren yolculukta Kale’yle ilgili bütün bilgi dağarcığım belleğime hücum etti. Süryanicede Marde, “tek kale” anlamına gelmekteydi. İlk defa Roma tarafından kale olarak kullanıldığı düşünülen Mardin Kalesi, şehre hâkim bütün devletlerce aynı amaçla kullanılmıştı. Evliya Çelebi, Dara’nın Tahtı dediği Mardin Kalesi’nin Yunus Peygamber’den beri var olduğunu yazarken hayranlığını, “Anlatılmasında dil aciz, kalemler yetersizdir. Dünyada meşhur pek çok kaleyi görmek bana nasip olmuştur; ancak şu Mardin Kalesi’ne hiçbiri benzetilemez. O derece yüksektir ki, en yüksek yerinde bulunan yapıların burç ve kuleleri samanyolu gibi mavi bulutlara erişir.” şeklinde ifâde etmişti.

Birçok seyyah ve araştırmacı kalenin kuruluşunu daha da eskilere götürüyor,  İran hükümdarı Ardeşir tarafından sürgün edilen “Mardeliler” tarafından MÖ 4. Yüzyılda inşâ edildiğini belirtiyordu. Kale’ye son şeklinin 10. yüzyıldaki Hamdâniler tarafından verildiği konusunda bir ittifak vardı. Tarihin her döneminde çok zor zapt edilebilen, Timur’un ordusunu bile üç kez eli boş çeviren Mardin Kalesi’ni, ünlü seyyahlar da değişik şekillerde tasvir etmişlerdi. İbn-i Cübeyr (ö. 1217) Mardin Kalesi’nin dünyanın en ünlü ve en büyük kalelerinden biri olduğunu düşünüyordu.  İbn-i Batuta (ö. 1377) Dara’dan yola çıkarak geldiği Mardin’den bahsederken “İslam âlemindeki şehirlerin en güzeli, en latifi ve en sağlamı” diyerek dağın tepesindeki Mardin Kalesi’nin 14. yüzyılda en tanınmış kalelerden biri olduğunu söylüyordu. Venedikli Josaphat Barbaro, Mardin kalesinden bahsederken, “Bu şehir o kadar yüksektir ki halkı, şehrin üzerinden uçan kuşları asla göremez.” diyordu. Niebuhr, 1766 yılında geldiği Mardin’i; yüksek ve oldukça dik bir kayalığın üzerine kurulu, bir zamanlar kalesinin sağlamlığıyla ünlü bir şehir olarak tasvir ediyor ve Mardin Kalesi’nin bir yıkıntı hâlinde olduğuna işaret ederek, dar ve uzun olarak inşâ edilen Kale’nin, şehrin hemen sırtındaki dik ve yüksek bir kayalığın üzerinde bulunduğunu, en sağlam yerinin ise en yüksekte bulunan köşesi olduğunu belirtiyordu. 1782 yılında Mardin’e uğrayan Domenico Sestini, Mardin Kalesi’ne olan hayranlığını, “Mardin kentini çevreleyen, tüf ve kireç taşından oluşan bir dağın tepesinde, erişilmesi imkânsız kadim bir kale…” sözleriyle ifâde ediyordu. Memlüklü Erdeşir-i Esterabâdî, Mardin Kalesi’ni kartalların, burçları üzerinde uçmayı göze alamadığı bir yer olarak anlatıyor, Nizameddin Şâmi ise “Bu kale çok sarp ve metindi. Delik açmak, mancınıkla dövmek fayda vermezdi. Bir netice elde etmek için uzun zaman muhasara etmek icap ediyordu.” diyerek sağlamlığını dile getiriyordu.

Bunca şeyi anımsadığım o kısa yolculuğun ardından kazı alanına varmıştık. Kazıyı yöneten Mardin Müzesi yetkililerinin yanı sıra Sanat Tarihi bölümünün hoca ve öğrencileri sabahın erken saatlerinde işe koyulmuş, biz gelince de mola vermişlerdi. Kısa bir hoş beşten sonra ince bir titizlikle çalıştıkları Kale alanına buyur ettiler. Kazı ekibi, hem kazı hem de Kale alanı hakkında merak edebileceğimiz birçok bilgiyi yerinde göstererek aktardı bize; duyduğumuz minnetin haddine payan olamazdı.

Denizden en az 1 kilometre irtifâda bulutlarla komşuluk eden Kale alanı, doğudan batıya 800 metre uzunluğundaymış. Bu uzunluğun en geniş yeri 150, en dar yeri de 30 metreymiş. Dönemine göre dünyanın güçlü, en mücehhez ordularının bir türlü almayı başaramadığı meşhur mu meşhur Kale, ancak bu kadarcık bir alanmış. Ne de olsa Kartal Yuvası. Kale’nin üzerine kurulu olduğu doğal kaya tabakasının etrafını çevreleyen surların ve burçların ancak kalıntıları kalmış bugüne. Sur, burç, cami, saray ve hamam kalıntıları ile beraber kayanın içine oyulmuş birden fazla su sarnıcının işaret ettiği yaşam izleri, burada en fazla 250 hanelik bir nüfusun yaşadığını gösteriyormuş.

Alanın en ucunda bir zamanların afilli sarayının temel kalıntılarına komşuluk eden caminin sadece duvar kalıntıları ayaktaydı. Bu yarım yamalak duvar döküntüleri ve su sarnıcından gayrı ayakta kalmış başka bir yapının günümüze ulaşmamış olduğunu üzülerek gördük. Meğer cami duvarlarının da 6 şubat depremlerinde bazı taşları düşmüş ve tahribat görmüş. 1800’lerin ortalarından itibaren halk, yaşam şartları zorlaşınca Kale’yi yavaştan terk eder olmuş. Gittiği yerde yeni bir konut inşâ etmek için yanlarında Kale’deki taşlardan götürmüşler. Tabi, bu da tahribat yapmanın başka türlüsü.

Kalenin güney tarafında bulunan kapı ve üzerindeki kitâbe Akkoyunlu devrine aitmiş. Bu kitâbenin henüz okunmadığını öğrendik bu arada. Bunların yanında asker kışlası, hamam ve zindan gibi yapıların temel kalıntılarının olduğu da aktarıldı bize.  

Kale’yi hep Mardin’in seyir terası olarak tasavvur eden biri olarak Mardin’in şehir manzarasının Kale’den durumunu çok merak ediyordum. Bu karşı konulmaz içsel heyecanın sevkiyle yekinip en kenar noktadan kadim şehri izlemeye koyuldum. Falez kayalıkların üzerindeki Kale’nin sadece 100 metre aşağısından başlayan şehrin bütün yapılarının yüzlerinin kıble istikametindeki ovaya dönük olduğunu keşf ettim; ya da bana öyle geldi. Dahası, şehrin saf saf dizili bütün yapılarını, yükseltisi tedrici olarak azalan yamaçta secde ediyormuş gibi tahayyül ettim. Hemen önümde Zinciriye, aynı hizada, azıcık ötede Ulu Cami. Ne kadar yakın görünüyordu her şey birbirine …

İlk kazılar 2014 yılında başlamış Mardin Kalesi’nde. Şu an devam eden kazılarda eski Mardinlilerin yaşam izlerini taşıyan pek çok eşya çıkarılmış. Dolgu toprak içinden sırlı-sırsız renk renk seramik parçaları, irili ufaklı firûze ve yeşil renkli duvar çinileri, üzerinde kayda değer motiflerin işli olduğu lüleler, korozyona uğramış madeni çengeller, üç tanesi bilezik parçası olan camlar, hayvan kemikleri, tuğla, kesme taş ve zemin taşları çıkarılmış. Caminin plan şeması ve mekân kurgusu açısından kıymetli bilgilere de ulaşılmış.

Güneş kendisine ayrılan hududun zirvesine eriştiğinde gezimiz sona ermişti. Görülecekler görülmüş, söylenecekler söylenmişti. Her Mardinliye nasib olmayacak müstesnâ bir yeri gönlümüzce gezip dolaşma şansını değerlendirmiştik. Üstelik bunu bölge üniversiteleri arasında en güçlü Sanat Tarihi bölümünün hocalarıyla gerçekleştirmiştik. Dönüş yolunda Yunus Hoca ile espri konumuz da buydu. O umreden, bense Hacdan yeni dönmüştük. Çünkü taa Afrikalara gitmek bile, dibinde yaşadığımız, Mardin Kale’sine gitmekten çok daha kolaydı. Yoksa buna espri değil de dram mı demem gerekirdi, bilemedim doğrusu …

Yorumlar

Image
Ziyaretçi
16.08.2024 / 14:12

Değerli H. Prof. Dr. Mustafa Öztürk hocam, kaleminize sağlık. Yazınızı büyük bir keyifle okudum. Mardinli ve Mardini seven sizin gibi kıymetli bir hocamızın yorumunda Mardin Artuklu Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünün kıymetli hocası Prof.Dr. Evindar Yeşilbaş'ın başkanlığında yürütülen kazıya da değinmiş olmanız bizi onurlandırdı. Faydalı çalışmaların, iyi kalemlere konu olmasını görmek ne güzel... Saygılarımla... Doç. Dr. Necla Kaplan. MAÜ Sanat Tarihi Bölümü

Image
Ziyaretçi
16.08.2024 / 14:00

MAÜ Sanat Tarihi Bölümü kurulduğu günden bu yana giderek büyüyen, alanında başarılı kıymetli hocalarıyla parlayan ve bölgedeki en iyi bölümdür. Sanırım karalamak için bunları yazdınız. Yoksa, bölümün sayfasına giren herkes bölümün hocalarını, onların çalışmalarını ve faaliyetleriyle aktifliklerini görebilir. Bence siz de bölümü daha doğru tanımak için sayfayı ziyaret edin. İçi boş şeyler yazmamış olursunuz.

Image
Ziyaretçi
16.08.2024 / 08:04

Mustafa hocam bütün Mardinlilerde ciddi bir yara olan Kale konusunu gündeme getirdiğiniz bu harika yazınız için teşekkürler. Zamanında kalede top koşturan biri olarak çocuklarımın ve bütün dünyanın bu harika kaleden mahrum kalması içimi acıtıyor. Afyon'a gidenler bilir bizim kalenin yarısı kadar olan afyon kalesine çok yoğun bir turizm akışı var. Bu açıdanda önemli. Tekrar Mardin faydasına bilgi ve eleştirel yazılarınız için teşekkür ediyorum.

Image
Ziyaretçi
15.08.2024 / 13:35

sözlerim maksadını aşmışsa özür dilerim, herhangi bir şahısa yönelik suç ve hakaret unsuru oluşturacak kelimelerden imtina ettiğimi belirtirim. ayrıca cmk kararlarına bakarsanız, sarf edilen kelimelerin hiçbiri suç ve hakaret niteliği oluşturmamaktadır, tamamen bir mübalağa taşımaktadır. bkz. (yargıtay 18, cd2016/15737 - 2018/15361) metin içeriğinde övgüye yönelik mübalağa yapıldığı gibi eleştiride de mübalağa yapılabilir. 'Üstelik bunu bölge üniversiteleri arasında en güçlü Sanat Tarihi bölümünün hocalarıyla gerçekleştirmiştik' demek diğerlerini küçümsemek ve üstünlük taslama belirtisidir. ayrıca yorumda belirtilen KUYRUK ACISI tabiri de bu kapsamdadır. dolayısıyla karşılıklı eleştiride mübalağa yapıldığından her iki tarafın da karşılıklı özrü makbuldür.

Image
Ziyaretçi
15.08.2024 / 13:20

sözlerim maksadını aşmışsa özür dilerim, ancak herhangi bir kişiye yönelik hakaret oluşturacak kelimelerden imtina ettiğimi belirtirim. cmk kararlarına bakarsanız, sarf ettiğim sözlerimin mübalağa anlamı taşıdığı için suç unsuru oluşturmadığını göreceksiniz. kuyruk acısı sitemim genel kadro alımlarına yöneliktir, ayrıca metinde de övgüye yönelik bir mübalağa yapıldığı için eleştiride de mübalağayı anlayışla karşılamalısınız.

Image
Ziyaretçi
14.08.2024 / 07:53

bu asılsız iddanız ile mahkeme salonlarında görüşmek üzere

Image
Ziyaretçi
14.08.2024 / 07:51

İnsanları karalayan ve asılsız iddalarla dolu yorumunuzu okurken bir kuyruk acısı yaşadığınız hissediliyor. Mardin Artuklu Üniversitesi Sanat Tarihi hocaları ile her ne yaşamızsanız bilemem ama bilgi birikimleri, çalışmaları ile bölgenin sanat tarihine katkılarını görmezden gelmek büyük bir vicdansızlıktır.

Image
artuklu sanat tarihi
13.08.2024 / 13:29

artuklu sanat tarihi kadar boş bir bölüm yok. hocaları da hepsi de torpilli.

Image
Ziyaretçi
13.08.2024 / 00:58

hoca, sırf seni gezdirdikleri için, kurulduğu günden bugüne dek kaydadeğer hiçbir iş yapmamış sanat tarihi elemanlarına mahçubiyetinden teşekkür mahiyetinde onların ağzından yazıldığı belli olan cümlelere yer verip bir de göğe çıkarman nasıl bir acizliktir. akademisyen değilmisin yaz rektöre, yaz yöke, yaz cimere, yaz basına, git meclise kamuoyunu aydınlat, çık cumhurbaşkanına, koltuğa yapışıp hikaye yazmak için mi akademisyen oldunuz. öncelikle ankara mezunu uzman sanat tarihçi olarak artukludaki diğer torpilli elemanlar gibi vasat, kadro ve koltuk meraklısı sanat tarihçilerine en güçlü tabiri çok ağır gelir, heleki türkiyenin en sonuncu üniversitesi olduğu yök tarafından tescillenmiş bir yerde bunu söylemek çok abez. ayrıca bir mardinli olarak bizim çocukken okul gezilerinde dahi gidebildiğimiz kaleye aşırı yasakçı zihniyetten dolayı sizin bile ancak torpille gitmenize neden olan da her ile market şubesi açar gibi artukluyu açan erdoğandır. gerçekleri görmeniz dileğiyle.

Image
Ziyaretçi
12.08.2024 / 10:09

DEĞERLİ HOCAM YAZİNİZİ KEY,F VF XEVK İLE OKUDUM BU DURUMU GEREKLİ MERCİLERE DEFALARCA YAZIN TESBİTİNİZ YERİNDE DR ABDULLAH AŞAR ANKARA SELAM VE DUA İLE

Yorum Yaz