Çeyrek Asır Sonra Sivas
Sosyoloji Kantini Bir Gelenektir Aslında
1988-92 yılları Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü okudum. Sivas’ta ilk Mardinli öğrenci olmanın özelliğinden doğan keyfini ama aynı zamanda sıkıntısını da yaşadım. Ancak eklemeliyim ki bu şehir bana birçok değer kattı. Bu itibarla Sivas’ta gösterdiğim performansla da üniversitede kolayca unutulmayacak bir iz bıraktığımı söyleyebilirim. Bunda, çokyönlü bir özellik göstermeme ve tabi ki, gerek Sosyoloji Bölümü’nden gerekse diğer bölümlerden öğrenci arkadaşlarımın büyük emekleri vardır. Bu çerçevede bütün arkadaşlarımı saygıyla anıyorum. Bununla beraber bölüm hocalarımızın oluşturdukları ortam eklemeliyim ki dönüp baktığımda bizlere akademik değer katmıştır. Hocalarımız Ali Erkul, Faruk Kocacık, Vahap Sağ, Metin Erol, hala bölümde hocalık yapan hem arkadaşımız hem hocamız Ziynet Bahadır benim hayatımda anlamlı yere sahiptirler.
Bütün bu saydıklarım Sivas’ta yaşamımızı anlamlandıran anıların oluşmasına yol açmıştır. İşte bu anıları tekrar yaşamak, canlandırmak için bir bahaneyle tam çeyrek asır yani 25 yıl sonra Sivas’a gittim. 1 Mart Gecesi yola koyulduk, amcaoğlu Kemal ile beraber. Yol aldıkça heyecanım artıyordu, çünkü Sivas’a yaklaşıyorduk.
Ve 2 Mart Sabahı saat 05.35’te 1987 yılından beri şehirlerarası yolculuk yapan vatandaşlarımıza hizmetini sürdüren Sivas’ın girişinde bir noktada bulunan Taşlıdere Tesislerine vardık. Sıcak bir çorba ile yorgunluğumuzu gidermeye çalıştık burada. Saat 08:00 olunca Cumhuriyet Üniversitesi Yerleşkesine giriş yaptık. Tabi ki ilk görmek istediğim mekan Sosyoloji Bölümünün olduğu bina.Zira bu mekanda sayısız anı yaşamış, bu anlamda bir mahzen burası bizim için. Fakat şaşırdım binanın girişinde. Burası Hukuk fakültesi binası olmuş, Sosyoloji Bölümü yeni yapılmış bir binaya taşınmış. Buna üzülmemek elde değil; ama yine de sosyoloji bölümünün olduğu koridoruna girdim, dersliklerimize baktım, kapalı bu derslikler, her şey çok değişmiş. Üzüntü sardı beni bu nedenle.
Sosyoloji Kantini Bir Gelenektir Aslında
Koridorda biraz ilerleyince ‘Birlikte okuduğum arkadaşlarımı göreceğim’ hissine kapıldım. Herkesi gözlerim önünde görmeye başladım. Fakat bu gerçek değildi ve koridorlarda kimse yoktu hatta hiçbir öğrenci yoktu. Bundan daha önemlisi nefes aldığımız, yemek yediğimiz ve memleket gündemine dair yaptığımız tartışmalara tanıklık ettiği Sosyoloji Bölümünün kantinine gittim ama kapısı kapalıydı. Bu durum daha da üzdü. Bu kantinde 1990’larda çok önemli meseleler tartışılmış, “Türkiye’nin sorunlarına biz çözüm buluruz” diyebilen iddia sahibi öğrenciler geçmiş. Sadece Sosyoloji öğrencileri değil, başka başka bölümlerde okuyan öğrenciler bu kantinde Türkiye’nin milli meselelerine kafa yormuştur. Bu anlamda sosyoloji kantininin bir geleneği ve tarihi vardır. Nice hatıralara mekan olmuş bir öğrenci kantini.
Bu arada görüşmem gereken çok değerli bir şahsiyet vardı: “Hocaları Hocası” unvanını hakkeden ve mezun olduğum zaman danışmanım olan Prof. Dr. Ali Erkul’u görmek, hasret gidermek bir borçtu benim için. Telefonla aradım hocayı, yürüyüş yaptığını söyleyince bulunduğu yere gittik. Ayaküstü de olsa konuştuk, hal hatır sorduk. Ali Hocayı sağlıklı görünce mutlu oldum, “Allah sağlık sıhat versin inşallah Ali Hocam” dedikten sonra vedalaştık.
Ve şehir merkezine, “Cumhuriyetin Temelini Burada Attık” yazısının olduğu meydana gittik. Burada Tire Şehit Albay İbrahim Karaoğlanoğlu Lisesinden arkadaşım Kaya Kaygusuz ile buluştuk. Kendisi Sivaslı ve şehrinde öğretmenlik yapmaktadır. Onunla da 35 yıl sonra görüşüyoruz. Kaya ile şehrinde buluşmak çok anlamlıydı benim için.
Sivas’ı kısmen gezdik, gördüğümüz manzara bizi memnun etmedi. Sivas’a bakılmamış desem abartmamış olurum. Tabi bunda siyasetin kabahati vardır. EvetBuruciye Medresesi, Gök Medrese, Sivas’ın simgesi haline gelmiş olan Çifte Minare ayakta ama şehri “bakıma muhtaç” halde gördüğümü ifade etmek isterim.
Sivas tarihi bir şehir ve kimliğinde başkentlik yapmak da var. İsterseniz biraz Sivas tarihine de göz atalım. Önce Sivas isminin nereden geldiğine bakalım:
Bugün 'Sivas' olarak kullanılan ismin 'Sipas'tan geldiği rivayet edilmektedir. Şehrin ilk kurulduğu dönemlerde, bugünkü şehrin merkezinin bulunduğu yerde büyük çınar ağaçlarının altında üç adet su gözesi (Kaynağı) bulunmaktaymış. Bu gözelerden bir tanesi 'Allah'a Şükür'ü ikincisi 'ana ve babaya saygı'yı, üçüncüsü de 'Küçüklere sevgi'yi temsil edermiş. Bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayıp yitirince, bu üç göze de kurur. Şehrin isminin de 'üç göze' anlamına gelen 'Sipas'tan kaynaklandığı ve zamanla bugün kullandığımız 'Sivas'a dönüştüğü ileri sürülmektedir.
Sivas'a farklı dönemlerde hakim olan devletler, şehre kendilerine özgü değişik isimler vermişlerdir. Bunlar; Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis (Tanrı Şehri), Talaurs, Danişment İli, Eyalet-i Rum, Eyalet-i Sivas ve Sivas isimleridir.
Ancak Sivas'ın eski bir yerleşim yeri olmasına rağmen ne zaman ve kimler tarafından kurulduğuna dair kesin bilgiler mevcut değildir.Sivas'ın M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğu ileri sürülmektedir. Sivas M.Ö. 676’da, Asurlular, İskitler ve Medlerin egemenliğine girmiştir. Daha sonra Persler, M.Ö. 550 de Medlerin egemenliğine son vermiştir. M.Ö. 334’te Büyük İskender, Sivas’a akın düzenlemiş ve Perslerin egemenliğine son vermiştir. Sonunda Roma Kralı Tiperius M.S. 17'de Sivas ve çevresini ele geçirmiştir. Böylece Sivas, Roma İmparatorluğu egemenliğine girmiş ve 'Eyalet-i Rum' olmuştur.
Bölgenin Türk egemenliğine girmesi ancak 1071' den sonra gerçekleşmiştir. Kısa bir süre Selçuklu egemenliğinde kalan Sivas'ta 1075'te Danişmentli Beyliği kurulmuştur. 1143'den sonra Danişmentliler arasında baş gösteren taht kavgaları bu beyliğin gücünü kırınca, Anadolu Selçukluları'nı yeniden birleştiren I. Mesud, 1152'de Sivas'ı eline geçirmiş. Anadolu Selçukluları ile Danişmentliler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175'te II. Kılıç Arslan'ca kesin olarak Selçuklulara bağlanmış.GıyaseddinKeyhüsrev'i 1243'te Kösedağ Savaş'ında yenilgiye uğratan Moğol güçleri, Sivas'ı işgal etmişlerdir. İlhanlı yöneticisi Gazan Han o dönemde Selçuklu tahtında bulunan III. Alaeddin Keykubad'ı Isfahan'a çağırarak, 1318'da Anadolu Selçuklu Devletine son vermiştir.Eretna Egemenliğinden sonra şehir, Osmanlı egemenliğini tanımıştır. Kadı Burhaneddin'in ölümüyle bir iktidar boşluğu oluşan Sivas'ta kentin ileri gelenlerinin isteğiyle Osmanlı egemenliği tanınmıştır. 1400'de Anadolu'ya giren Timur, az sayıda Osmanlı askerince savunulan Sivas'ı uzun bir kuşatmadan sonra alarak, yakıp yıkmışsonra geri çekilmiştir. Osmanlılar'ın Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilmesinden sonra (1402), Yıldırım Bayezid'in oğulları arasında taht kavgaları baş gösterir ancak 1408'de Sivas'ı ele geçiren Çelebi Mehmed, 1413'te ülkede duruma egemen olunca, Sivas Osmanlı topraklarına katılmış oldu. 1472'de kısa süreli olarak Akkoyunlular'ın eline geçmesi dışında, hep Osmanlı egemenliğinde kalmıştır.
Bu kadar tarihi değeri olan Sivas, ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin notlarına da girmiştir. Şöyle ki:Döneminde en önemli eyaletlerinden biri olan Sivas’ta40 İlkokul, 1000 dükkan, 18 Han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilmiştir.
Hala bahsi edilen tarihi yapıların önemli bir kısmı mevcuttur ancak bakıma ihtiyaç duymaktadır. Bu vesileyle Sivas milletvekillerine bir çağrıda bulunuyorum burada: Siyasi parti kimliklerini belirtmeden İsmet Yılmaz, Habib Soluk, Semiha Ekinci, Ahmet Özyürek ve Ulaş Karasu’ya diyorum ki, SİVAS’A BİRAZ BAKIN.
Saygıyla…
Editör: Faraç Çobanoğlu