Çatışmanın Çözümünde STK’ların Rolü
Yeşilay Mardin Şube Başkanı Lütfü Günlüoğlu’nun yaptığı açıklamalar sonrası STK’ların ciddi bir sınavdan geçtiklerine hep birlikte şahit olduk..
Olayın ulusal medyaya yansımasının hemen akşamında, İçkiye, sigaraya, kumara savaş açan ve aldığım bilgilere göre okullar dahil bütün kurumlarda rağbet gören seminerler düzenleyen Yeşilay başkanının yaptığı bu etkinliklerin ulusal medyaya taşınması yerine, duygularını biraz dobraca ifade ettiği konuşmasının malum medya tarafından fırsat bilinerek linç kampanyasına dönüştürülmesinin hiç etik olmadığından bahsetmiştim.
Bir sonraki gün Mardin gündemine giren Günlüoğlu’nun sözlerine yerel mekanizmalardan bir takım açıklamalar yapıldı.
Mardin Valisi Turhan Ayvaz, maksadını aşarak verilmiş bir demeç olduğunu söyleyip, üniversitelerin bir şehrin kalkınması ve gelişmesine katkısı olduğunu ifade ederek, Mardin’de böyle olayların vuku bulmayacağından bahsetti.
Hemen ardından Artuklu üniversitesi rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay yaptığı açıklamada, üniversitenin şehre birbirinden faydalı faaliyetler sunduğunu söyleyerek, öğrenci ve ailelerin huzursuz olacağı bir durumun ne üniversitede ne de Mardin’de söz konusu olmadığını belirtti.
Buraya kadar her şey normal…
Zira vali, ilin en büyük mülki amiri olup herkesimi kucaklamak ve ili hakkında oluşabilecek menfi durumları bertaraf edecek açıklamalar yapmak zorunda..
Rektör ise bahse konu üniversitenin rektörü.. Doğruluk derecesi ne olursa olsun, üniversitesinde okuyan gençleri ve ailelerini tedirgin edecek, üniversitenin adını menfi duyuracak söylemlere katılması beklenemez.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Mardin belediye başkanı Beşir Ayanoğlu’nun bu konudaki görüşlerini merak etmedim değil. Ama her düşünceden seçmenin oyları ile işbaşına gelen belediye başkanının atacağı adımların veya söyleyeceği sözlerin neye mal olacağını hesaplayarak atması da normaldir diye düşünüyorum.
Şimdi gelelim destek veya köstek eylemlerine..
Bir kere, malum medya, konuyu linç meselesine dönüştürmekle kitlelerin öfkelenmesine yol açtı. Hadi bu, üstlendikleri misyon açısından normal….
Güllüoğlunu’nun sözlerinden medya aracılığıyla haberdar olan bir kesim, bunu fırsat bilip hemen organize oldu ve hem açıklama, hem yorumlarıyla mütedeyyin insanları karalama kampanyasına dönüştürdü ki anormallik burada başladı...
Medyanın konuyu ertesi günlere sarkıtması üzerine içerdeki duyguların dışa vurumu açısından istenmedik durumlar oluşmaya başladı. Öfke, kin ve nefrete dönüşerek sapla saman birbirine karıştırılmaya, tez görevden alınmasını istemeye, hatta işi abartarak aşağılama derecesine getirerek trajikomik davranış ve sloganlar atmaya kadar vardı.
Oysa STK’lar, ortaya çıkan çatışmayı önlemek adına çok önemli görevler üstlenebilirdi. Gençlerin yanında eylemlere katılan veya basın açıklamasında bulunan sendika ve dernekler, öfke kültürünü beslemek yerine daha yapıcı açıklamalarda bulunabilir, gençleri teskin edebilirlerdi.
Veyahut her seferinde bir takım manevi hassasiyetlere sahip olduğunu belirten sendika veya dernekler, “açıklamanın içeriğindeki bir takım sözlerin yanlış anlaşıldığını” söyleyerek, son dönemlerde görülen kültürel yozlaşmadan uygun bir dille bahsedebilir ve bunu, birbirini anlama adına fırsata dönüştürebilirlerdi.
Ne var ki, bir tarafta medyanın popülerleştirdiği habere kendini kaptırarak gençlerin öfkesini körükleyen, diğer tarafta da kendisinin bir an STK, yani sivil bir toplum kuruluşu olduğunu unutup bürokrat ağzı ile konuşanlar dikkatten kaçmadı.
Bir tarafta Günlüoğlu’nu fırsat bilip kendi dünya görüşü istikametinde en ala derecede öfkeyi organize ederek sınıfta kalan sivil bakış..
Diğer taraftan son dönemde meydan gelen ahlaki dejenereye dikkat çekmek yerine susmak veya bürokrat ağzıyla geçiştirmek suretiyle sınıfta kalan sivil bakış..
Oysa Mardin ile ilgili hassasiyetleri olan STK’lar tarafından onarıcı bir dille yapılacak açıklamalar, esas maksadın kendileri olmadığını anlayan gençliğin öfkesini önlemekle kalmayacak, karşı bir nefreti de önlemiş olacaktı.
Belki de ahlaki hassasiyetlerin, sadece Günlüoğlu’nun penceresinden ibaret olmadığı, fakat özgürlüklerin de yörenin örfü ve kültürünün kaldıramayacağı şekilde kullanılmayacağı anlatılabilecek, son zamanlarda sıkça kullanılan meşhur “Mardin hoşgörü kentidir” sözünün anlamını, değerini iyiden iyiye yitirmemesi gerektiği anlatılabilecekti.
Bu noktada bir Mardin’li olarak hoşgörüyü “aynı avluda oturan Süryani ve Müslüman iki aileden, ramazan ayında Müslüman’ın gözü kalmasın diye gündüz iştah çekici kokulu yemek yapmaktan kaçınan Süryani komşusu ile, hayvani gıda orucunda Süryani komşusunun canı çekmesin diye mümkün mertebe cızbız yapmayan Müslüman komşusu arasındaki hassasiyet” şeklinde öğrendiğimi, dolayısıyla, “ben istediğimi yaparım.. Senin inancın, örfün neyi kaldırır veya kaldırmaz, beni ilgilendirmiyor” düşüncesinde hoşgörü aramanın zavallılık olacağını ifade etmekde yarar görmekteyim.
Hulasa, karalama, iftira, kutsala hakaret veya hedef gösterip insan canını tehlikeye atan durumlar olmadığı sürece her düşüncenin özgürce ifade edilmesi normaldir.
Anormal olan şey, STK’ların kanaat önderi gibi bir rol üstlenmek yerine birtakım gelecek kaygıları ile olayın uzağında kalmaları veya tahrik edici eylemlerin başını çekmeleridir.
İnanıyorum ki hiç kimse, “birbiriyle savaşan hırçın gençlik”, ya da “ortalıkta sevişen çirkin gençlik” istemez. Aynı şekilde inanıyorum ki ilim tahsil etmek gayesi ile gelen gençler, saygın ve hatırı sayılır bir eğitimden geçerek mezun olmak ve gururla “Yeni nesil sizin eserimizdir” demek arzusundalar.
Sağlıcakla kalın
USTAD 07.11.2012