Camilerde Göze Batan Hususlar
İnsan, bir
boyutuyla sosyal bir varlıktır. Dayanışma, paylaşma, sorumluluk alma, hükmetme,
diyalog kurma, paydaşlık kurma gibi ihtiyaçlarını da karşılamak ister.
Okul, Pazar,
Kurum, İşletme, Aile ve Dernekler gibi Camiler de bir açıdan sosyal ihtiyacı
karşılar. Camiler hutbe, vaaz ve sohbetler ile bilgi paylaşımını sağlar;
ibadet, dua, i’tikaf ile duygu yoğunluğu ve manevi itminan sağlar ve camiye
gelenler ile yapılan diyalog ve ilişkiler ile de cami cemaatinin
sosyalleşmesini sağlar.
Camilerin
eğitici fonksiyonlarından biri de adab-ı muaşeret, yani nezaket ve görgü
kurallarını kazandırmaktır. Selamlaşma, saf tutma, disipline olma, beraber
davranma, konuşma, dinleme, oturup kalkma, ortak tutum ve davranışlarda
bulunmak gibi…
Bir mektep
işlevi gören camilerimizde yanlış ve zararlı bir durum söz konusu olduğunda
elbette daha çok göze batmaktadır.
Çok önemli
ve değerli işlevi olan camilerimizin estetik, temiz, düzenli ve fonksiyonel
olması gerekmez mi?
Cami mimarisinin
daha çok kopyala-yapıştır türden ve kurulan mekânın/bölgenin iklim, coğrafya,
ihtiyaç ve kültürünün öncelememesi hususunu başka bir yazıya bırakıyorum. Camilerimizin iç ve dış boyutuyla göze batan
ve yakıştıramadığımız hususlardan bazısını bir ‘deneme’ ile paylaşmak
istiyorum.
Müslümanların
mabedinde ‘asla olmaz’ denecek ilk hususlardan birisi ‘İsraf’tır… Ne sahip olduğumuz maddi kaynaklar, ne de inandığımız
değerler açısından israfa müsamaha edilemez!
İlimizin
nadide camilerinden birisi… Gereksiz polemiklerden kaçınmak için ismini
vermiyorum. Mimari olarak estetik, iç mekanı da sade ve ferah… Yaz aylarında
sıcaklığın 42 dereceyi bulduğu bir Cuma gününde, içerisi namazı bekleyen
insanlarla dolu… Birkaç salon tipi soğutucu çalışıyor, ancak herkesi ter
basmaya devam ediyor…
Caminin
yüksek kubbesinin orta yerinde –neredeyse tüm kubbe altını kaplayacak
büyüklükte- kocaman bir avize asılı duruyor. Avize dört halka iç içe… İlk dış
halkada seksen ampul, içeriye doğru ikinci halkada altmış, üçüncü halkada kırk
ve en içteki dördüncü halkada da yirmi ampul yanıyor.
Duvarlarda,
sütunlarda, mihrap ve yanlarda da orta ve küçük avizelerde onlarca ampul
yanıyor.
Niye?...
Gün ortası,
açık hava oldukça aydınlık… Yanan ışıklar içerisini daha mı ferah kılıyor? Cemaat
daha huzurlu mu ibadet ediyor? Niye, niye?...
Kubbeli cami mimarisi tüm İslam âleminde hüsn-ü kabul görmüş…
Sembolik bir anlamı ve derin çağrışımı da var. Caminin orta yerinde adeta cemaati
toplayarak göğe üruc eder. Hem içeriyi ferah kılar, hem de gök kubbe altında
ortak hissiyatı yüceltir.
Ama kubbenin
orta yerinde cam ve metal yığını kocaman bir avizenin aşağıya
sarkıtılması, kubbe ile cemaat arasında
bir set oluşturmuyor mu? Oysa merhum Turgut Cansever, Kubbeyi yere indirmemek
adını vermişti kitabına.
İmamın
cemaatı görmesi ve sesini işitmesi için çıktığı platforma minber deniliyor.
Cuma günleri imamın hutbe okuması için daha çok kullanılıyor. Ama minberin
kapısı ve üzerine yapılan taç biçimindeki eklentisi nedeniyle cemaatın bir
kısmı ile imam arasında adeta bir sütre oluşmakta ve cemaat ile imam arasındaki
görsellik zedelenmektedir.
Camiler
genellikle doğu-batı ekseninde prizma şeklindedir ve ilk safın daha hayırlı olduğuna
inanılır… Minberin yüksekliğiyle beraber uzunluğu da artmakta ve ilk safı
böldüğü gibi bazen ikinci safı da yarmaktadır.
Yüksek ve
uzun minberler caminin fonksiyonelliğine uymadığı gibi, estetik ve ergonomik de
değildir. Minber kapısının üstündeki eklenti de aynıdır.
Camiler, kiliselerdeki
ağır kokunun ve loşluğun insan iradesini teslim alan atmosferini yansıtmadığı
gibi, saray ve eğlence mekanlarındaki aşırı ışıltı ve süslemeli gösterişi de
yansıtmamalıdır.
Özellikle
kıble tarafındaki duvarlar, mihrab çevresi ve sütunlarda gözleri kamaştıran,
dikkati dağıtan ve iç huzuru/maneviyatı zedeleyen tablo ve süslemeler mabetlerimizin
nezahetini bozmaktadır.
Müslümanların
yaşantıları gibi ibadetleri ve mabedleri de zarif, mütevazı ve samimiyet içinde
olmalı ve yansıtmalıdır.
Yeni dönemde
çok farklı ve fonksiyonel camilerin inşa edildiğine sevinerek şahit oluyoruz.
Ancak vazgeçilmesi gereken birçok hususu da maalesef hala devam ettirmekteyiz.
Mabedler
inancın mekânda tebeddünüdür. Görsellikteki abartma ve aşırılık hem kulaktan,
hem de kalpten çalmaktadır.
İman ve
ibadet bir gönüllülük ve samimiyet işidir.
Müşriklerin ibadet anlayışında, Kuranın ifadesiyle ‘ıslık çalma ve alkış
tutma’ vardır. Yani şov, gösteriş ve görünürlük çabası…
En az altı
ay boyunca sıcakların bunalttığı yazda ağır ve kalın sarık, uzun ve sıcak cüppe
ile imamlarımızın minbere ve kürsüye çıkması yahut mihraba durması ne kadar gerçekçi
ve gerekli olduğu tartışılmalıdır. Özel
işaret ve modeldeki kıyafetlerin ibadetin kabulü ve sıhhati ile ilişkisi de…
Temel inanç
esasları yani akidesi oldukça sade ve tutarlıdır İslamın; Tevhid.
Tutum ve
davranışlarında sosyal fayda, tevazu ve nezaketi önceler; Ahlak.
İbadetlerin
tümünde de samimiyeti, içtenlik ve gönüllülüğü esas alır; İhlas.
Mabedlerimizi
de çokluk, irilik, israf, kibir, samimiyetsizlik ve gösterişi ifade eden ve
Kuranın ifadesiyle ‘elhakumut tekasür’ ve ‘ellezinehüm yuraune’ parantezine mahkûm
etmemek gerekiyor.
Bu yazı
akademik ve hukuki/fıkhi bir yazı değil, bir deneme yazısıdır. Dilerim başta
Diyanet İşleri Başkanlığı, Müftülükler ve imamlarımız başta olmak üzere konuya
ilgi duyanların dikkatini çeker ve en iyisi için yapılan çabalara katkısı olur.