Buzdolabının Fişi

-Evvela kandilinizi tebrik eder, Allah’ın rahmet ve
selametine vesile olmasını niyaz ederim.-
Son on yıl içersinde Erdoğan’ın bilindik
siyasetiydi, Kürt meselesinde bir ileri bir geri gitmek. Buna ister oyalama
siyaseti deyin, ister denge siyaseti deyin, ne isterseniz deyin. Neticede
siyaset. 2013 Nevruzuna kadar bu siyaset hep öyle devam ettiğinden, 2013
Nevruzu öncesindeki iddialara pek itibar etmemiştim. Nevruz günü ortaya çıkan
tabloya baktığımda ise “bu sefer yanıldım” dedim. Hem de memnuniyet duyduğum
bir yanılgı.
Dolmabahçe görüşmesi ise “bu işin geri dönüşü yok”
dedirtmişti. Tabii yine yanıldık. 2015’te yanıldık. Yanıltıldık. Bizi yanıltan
bu sefer Erdoğan olmadı. Kürt siyasetinin paydaşları oldu. Batı’dan ve Doğu’dan
gelen desteği, yeşeren umutları örgüt söndürdü. HDP ve diğer Kürt kuruluşları
da teslim oldu. Ses edemedi. Kaybedişe doğru sürüklenmeyi sineye çektiler.
İlçelerde görülen kötü manzaralara “dur” diyemeyen HDP, halkın temsilcisi olma
kimliğini elinin tersiyle itti.
Haziran seçimlerinden sonraki özgüveni kaybeden HDP,
siyasi ağırlığını da kaybedebilir, bu gidişle. Çünkü -başta kullandığım ifadeye
dikkat edilirse- Kürt meselesi ile terör sorunu arasına kalın bir çizgi girdi.
Kürtlerin kazanımları kar kaldı ama terörizmin kimseye yaramayacağı, hele hele
ondan rant elde edemeyen gariban halka hiçbir fayda sağlamadığı artık bölgedeki
vatandaşlarca fark edilmeye başladı.
Temmuz sonrasında çatışma sürecine kavuşmayı
başaran(!) örgüt halkın mağduriyetini hiç düşünmeden Piramit’in tepesinden
aldığı emirleri yerine getirmeye başladı. Haklı olarak da güvelik güçleri
harekete geçirildi. “E, efendim hani çözüm süreci” dendiğinde ise Erdoğan, “bir
şey olduğu yok, buzdolabında” demişti. Eylül ayının başına gelindiğinde ise
Dünya Barış Günü için Apo’nun mesajı yayınlanacak bir daha çatışmazlık
sağlanacak, diyorlardı. Pehhh, eylülden sonra işler iyice karıştı. Bugünleri
gördük.
Geçtiğimiz hafta sonu bir daha masaya
oturulabileceği sinyalini Davutoğlu verdi. Muhalif partilerin de görüşü
soruldu. Çok çok dikkat edin! HDP milletvekili (aşağı yukarı) şunları söyledi:
“Davutoğlu, söylemiş olabilir ama Cumhurbaşkanımızın ne diyeceği önemli, o
görüş bildirmeden ne olacağı bilinmez.” İfadeye bak. Ey HDP, sen seçimden önce
meclis tarihinin en kısa grup toplantısını yaptın ve “seni başkan
yaptırmayacağız” dedin. Bugün bakıyoruz da başkanlığını kabul etmişsin. “O,
konuşmadan bir şey diyemeyiz” diyorsun. Al sana başkanlık işte. En başta sen
kabul etmişsin.
Neyse, Erdoğan konuştu ve “Öyle bir şey yok”
dedi. Herkes sustu. Anlaşılan
buzdolabının fişi çekilmiş. Fişi kimin çektiğini ise sizin idrakinize
bırakıyoruz.
HDP, eşzamanlı olarak “Öcalan baş müzakereci
olsun” yönergesini verdi. İyi de 2013’te
Öcalan’ın dediklerini takmayarak bildiğini okuyan örgüt değil miydi ve bunu hiç
hatırlatamayan HDP değil miydi? “Yurtiçinde silahlı militan kalmayacak” demenin
ne olduğu gayet açık kardeşim. Hem Öcalan’ı önder kabul ediyorsun, hem de onun
sözünü dinlemiyorsun. HDP de senin güdümüne giriyor.
Son olarak bugün, Altan Tan’ın açılamaları medyaya
düştü: "PKK’nın kayıtsız, şartsız silahlarını
susturması, 2013 Nevruz'unda Öcalan'ın çağrısı doğrultusunda silahlı güçlerini
Türkiye dışına çıkarması ve silahla hak arama şekline son vermesi
gerekir."
Hah, işte, mesele bir iki cümleyle anlatılacak kadar, bu
kadar basit. Bu anlaşılırsa ve vicdanlar kirli değilse zaten masa da kurulmuş
olur, müzakereler de başlamış olur. Silahlı mücadeleyi bırakırsan elbetteki
siyasi muhatapsın bunu kimse yadsıyamaz. Yok, “ben kendi içimde karasızlık
yaşıyorum” diyorsan konuşmanın bir anlamı kalmayacak. Hepimizin yüreği yanmaya
devam edecek.