Bir Yakın Tarih Asaleti: KIŞLA

KÖŞE YAZISI

Bir Yakın Tarih Asaleti: KIŞLA

Bir kentin; sokağını, mahallesini, caddesini fiziksel anlamda yaşayıp nefesinize işlemek zaman denen döngüde ayrı bir bakış, ayrı bir görüş, ayrı bir hissediştir.

Caddesinde yürüyüp, asfaltın ayakkabımızı kirletip kirletmediğine odaklanırsak,

Sokağında yürüyüp, oraları ömür denen meşakkat ve alın teriyle ıslatanların varlığını görmezsek,

Mahallesinde barınıp, komşunun külünün muhtaçlığına, bencilliğin üstten bakan büyüteciyle bakarsak,

Oralı veya başka bir yerli olmanın değil kökünü, nefesini dahi solumamışız demektir…

Kendi çocukluk ve ilk gençlik döneminin en güzel hayal dünyasına ışık tutan, devamında bir yere ait olmanın mekânsal kucaklayıcısı olan Şehidiye mahallesi.

Devamında üç yoldan eski valiliğe doğru 50-60 metre ileride sağa girilen ve Hac Rammo olarak da bilenen o uzun dar sokağın sonunda ki genişlik olan, Kışla…

Hamidiye alaylarının atlı birlikleri için, Osmanlı döneminde Diyarbakır Valisi Hacı Hasan Paşa tarafından 1889 yılında yaptırılan, Kışla…

Ön kısmı askeri arka kısmı ise at ve katırların barındığı tavla olarak kullanılan, mimarisi; kimine göre Diyarbakırlı Hekimyan kardeşler, kimine göre Mardin Müftüsü Ahmet Hilmi Bey (Omay ailesi olarak da bilinir) kimine göre de Ermeni asıllı Sarkis Elyas Lole’ye  ait olan askeri garnizon, Kışla..

Kale eteğine kurulu bir kentin düzlük olarak nitelenebilecek, şimdiki gözle aslında çok küçük lakin çocuk dünyasının oyun aleminde, kocaman bir futbol sahası olan Kışla…

Uzun bir süre Askerlik şubesi ve Merkez komutanlığı olarak kullanıldığı yetmişli yıllarda alt sokağa bakan alanda çamaşırlarını yıkayan, sigarası bittiğinde dev gibi kapı aralığından para uzatarak sigara için ricacı olan askerler. Hafta sonları bazen açılan o kapının arkasından çıkarak ayaklarındaki botlarla futbol oynamaya çalışırken, çelimsiz beden ve bacaklarımıza zarar vermemek adına tüm dikkatleriyle futbol oynarken, askerliğin gurbet deminde biz Kışlalı çocuklarla efkar dağıtıp soluklanılan, heybetli taş duvarlarıyla Kışla…

Tarihin yontarak daha bizi üzerinden kazımadığı, sanal dünyanın sahteliğinde kaybolmuş olmayı henüz yaşamadığımız, havanın tüm temizliğiyle içe çekilirken insan olmanın gerçekliğiyle kendi yaş dönemlerimizin enerji dağıtıcısı, dertleşme meydanı olan Kışla…  

Her isteğine hemen kavuşan, zengin oyuncak koleksiyonlarının içinde boğulup da nedense mutsuzluğunu bir türlü kıramayan zamane çocuklarının aksine. Yokluğa inat, üst üste eski patlamış topların eskilerinden kap yapıp, her kap ile bir açığı kapatıp patlamaması için iple dikilmiş gülle gibi topun peşinde, sonsuz bir düzlükte koşarmış gibi futbol oynadığımız, değil Mardin’in evrenin en büyük stadyumu Kışla…

Küresel dünyanın bizlere dayattığı köksüzlük ve anlamsızlığa nazire yaparcasına; her geçenin kökü, selamlaşmanın anlamı, yaramazlıkların bile insani şefkatle karşılandığı, mahalle adap ve edebinin içselleştirilerek yaşandığı, Kışla…

Gecenin karanlığının çöktüğü zamanlarda; o ıssız heybetinin altında mekan olduğun gizli buluşmalara, gizemli fısıldaşmalara, sıla hasreti çeken bir askerin ciğer paralayan türküsüne ses ve aşk olan, bir opera akustiğindeki Kışla...

Şimdinin modern şehir tuzaklarına meydan okurcasına, bireyselleştirilerek izole edilen insan nesline nispet, mahalle kültürü ile koruyuculuğunun sahiplenildiği, nefesini soluyan herkesi maddiyatın o dışlayan ayrıştırıcı lığına kurban etmeden, gönüllere dam olan Kışla…

Askerlik şubesi, Vergi Dairesi  ve asaletine yakışır şimdinin Müzesi olan bu günkü azametli duruşunda…

Geçmişten bu güne yansıyan ömür denen zaman çarkında…

Sen benim; çocukluk ve gençlik yıllarımın, geçmişimin kökünden kopmayan en sağlam kale duvarısın.

Sen benim; anıların yüreğimdeyken senden uzakta olduğum zamanlarda, Neriman Altındağ Tüfekçiden dinlediğim “ Kışlalar doldu bu gün, doldu boşaldı bu gün”  türküsünün yanık sızısındasın.

Sen benim; her Mardin’e gelişimde; halden anlayan eski bir dostu ziyaret edişim gibi ayağına geldiğim karanlık gecelerin sessiz dinginliğinde, o ürpertici geceyi anılar döngüsüne çevirip, aşağı büyük kapıda veya azametli sütunun yanında oturup, eşsiz anıların geçtiği bir zamanların Yeşilçam Sinemasısın.

Sen benim yüreğimi içinde saklayan, duygularımı kollayan, Geçmişin Mardin’in en güzide köşesisin.

Ben ise senin;

Aidiyet harcıyla kardığın,

Üzerinde özgürce uçtuğum ve bağrında yuva verip kucakladığın…

 Kırlangıcınım…