Bir Fenomen: Jorge Luis Borges

Güney Amerikan edebiyatı, diğer bir isimle Latin Amerikan edebiyatı oldum olası ilgimi çekmiştir. İlgimi çeken en önemli yanı roman kahramanlarının birçoğunun benzerine kendi coğrafyamda da rastlamamdan kaynaklanıyor. Bununla beraber, romanlarda işlenen konular, ana tema ve izlekte sıradan bireylerin ele alınışı ve bu bireylerin, vurdumduymaz tavırları, bohem yaşamları bu edebiyata daha çok yakınlık göstermeme neden olmuştur. Edebiyatın varoluş nedeninin, düzgün, sıradan, nizami, sorunların olmadığı konulardan çok, problemli yaşamları, sosyal, ekonomik adaletsizlikleri, toplumla problemi olan bireyleri ele alışıdır, diye düşünenlerdenim. Latin Amerika toplumunun bireysel özgürlüğe düşkün olmaları ve bu uğurda çoğu kez sıradışı davranış sergilemeleri belki de edebiyatçıların ilgisini çeken en önemli özelliktir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki her sıra dışı olay, durum ve karakter biraz da işin ehlinin kaleminden yazıya dökülürse değer kazanır. Bu durumu edebiyatın temel felsefe taşlarından birinden hareketle “neyi anlattığımızdan çok, nasıl anlattığımızla” açıklayabiliriz kanımca.
Latin Amerika edebiyatını okunur kılan, dünya edebiyatı arasında hatırı sayılı bir yere taşınmasını sağlayan birçok yazar mevcuttur. Bunları sıralamaya kalkarsak: Amado, Neruda, Guillen, Marti, Rulfo, Fuentes, Llosa, Cortázar, Vasconcelos, Infante, I. Allende , Fernando Pessoa, Marquez, J.L. Borges başta gelen isimler olarak sayılabilir.
Bunların içinde Borges’in benim için çok ayrı bir yere sahiptir. Borges’le tanışmam Türk edebiyatının en iyi eleştirmenlerinden biri olan Semih Gümüş sayesinde olmuştu. Semih Gümüş, bana Borges okumalarını önerdiğinde, ilk iş olarak iletişim yayınlarından çıkan “Alef” isimli kitabını tedarik etmem olmuştu. Büyük yazarlar zor anlaşılır tezini burada bende savunmak istiyorum. İlk okuyuşta, bana sıradan, anlaşılmaz ve çok dağınık gelmişti Alef. Bununla beraber Borges okumalarımdan beni alıkoymayan bir enerjiyi de hissediyordum yanı başımda. Alef’i bir daha okuma dürtüsüne kapılmıştım. Bu defa daha yavaş, daha anlaşılır ve daha derinlikli bir okuma yapmıştım. Hikâyeleri okudukça Borges’in sadece bir yazar değil, aynı zamanda çağımızda bile ulaşılması zor bir entelektüel zekâya sahip olduğunu anlıyordum. “İki Kral ve Bir Labiernt” hikâyesinde müthiş bir olay örgüsü görüyordum artık. Borges’in dili çok ustalıklı bir dildi sözgelimi; kendine güveni olan, sözünü sakınmayan bir dil ile karşılaşıyordum. En önemlisi de kendi dilini kurmuştu. Kelimeler, kelimelerle kurulan cümlelerde ne bir fazla ne de bir eksik harf vardı. Tartımlı, ölçümlü, lafı gediğine oturtan bir dil. Alın teriyle hakkedilmiş, değerli bir dil işçiliği var Borges’te.
Borges tam bir kurgu ustasıdır aynı zamanda. Yazdığı birçok öykü ve öykünün zamanı kendisinden çok önceye ait olmasına rağmen, dışarıdan bir anlatıcı olarak, hikâyelerin geçtiği zamana giden, belki de hikâyeleri yaşadığı çağa çağıran ve bir orkestra şefi gibi olayların gidişatını sıraya koyan bir kurgu ustasıdır. Borges okumaları yapılırsa, kimin ne zaman ve nerede hikâyeye katılacağını ve hikâyenin nereye doğru evirileceğini başta kestirmek zordur. “Alef”, “Kum Kitabı”, “ Alçaklığın Evrensel Tarihi”, “Şifre” ve “Atlas” en beğendiğim kitapları. Yazar, şair, araştırmacı olan Borges’in yaşamına bakıldığında tam bir kitap kurdu olduğu söylenebilir. Bir röportajda “ kitaplar için dünyaya geldiğini” söyler yazar. İspanya Endülüs devletinden kalma birçok el yazmasıyla da ilgilenmiş, bu el yazmalarının sırrını da birçok hikâyeye ve denemeye konu etmiştir. O sebep birçok öyküsünde geçen Arap kahramanlar, tarihin gizemi içinde hiç bu kadar güzel öyküleştirilmemiştir.
Ne yazık ki daha otuzbeş yaşında görme yetisini kaybeder. Görme yetisini kaybettikten sonra ise çalıştığı yer Borges’in yaşam felsefesinin ironisi gibidir; çünkü bir Kütüphanede çalışır o vakitten sonra. Fakat çalışmalarına yine de ara vermez. Latin Amerikan edebiyatının bu dev ismi seksen yedi yıllık ömrüne birçok hikâye, şiir, deneme ve makale sığdırmıştır.
Edebiyatın dehlizlerinde ışık arayan ve daha Borges’le karşılaşmayan edebiyatseverlerin, yaşamlarının bir döneminde Borges’le karşılaşmalarını dilerim. Borges’le karşılaşmadan gidilen yollar, hep bir yönüyle eksik gidilmiş sayılır.