Bir DEVRİ(N)M Hikayesi
Yerli otomobil denince hepimizin aklına Devrim otomobili gelir. Devrim otomobili denince de hepimizin aklına trajik bir hikâye gelir.
Hikâye şudur.
Haziran 1961 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından bir araba üretilmesi ve arabanın 29 Ekim kutlamalarına yetiştirilmesini istemesi üzerine Türkiye’nin farklı yerlerinden mühendisler çağrılır ve çalışmalar başlar.
Gece gündüz aralıksız süren çalışmalar sonucunda 4 adet yerli otomobil üretilir. Bunlardan biri beyaz biri siyah iki tanesi Ankara’da Cumhurbaşkanının katılımıyla gerçekleştirilecek 29 Ekim törenlerine götürülmek üzere Eskişehir’den trene yüklenir. Buharlı lokomotiflerle çekilen trende bacadan sıçraması muhtemel kıvılcımlardan ötürü güvenlik nedeniyle benzin depoları boşaltılır. Devrim otomobillerini taşıyan tren sabaha karşı Ankara'ya ulaşır ve otomobiller Demiryolu Fabrikasına indirilir. Manevra imkânı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç litre benzin konduğu oradakilere söylenir.
Asıl benzin ikmali sabahleyin Meclis yol üzerindeki Mobil Benzin İstasyonundan yapılacak sonra da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’i almak üzere Meclis’e gidilecekti.
29 Ekim sabahı, Devrimler oldukça kalabalık motosikletli bir trafik ekibinin arasında yola çıkar. Ancak trafik ekibinin benzin alma işinden haberleri olmadığı için benzin alınmadan yola devam edilir. Meclisin önüne gelindiğinde durum anlaşılınca acele getirilen benzin beyaz Devrime konulur. Siyah Devrime benzin konacağı sırada Cemal Gürsel arabanın yanına gelmiş ve otomobile binmişti.
Cumhurbaşkanına bir şey araca binince bir şey den(e)mez ve yola çıkılır. Fakat 100 metre sonra araba durur. Cemal Gürsel’in ne oluyor sorusuna aracı süren ve aracı yapan ekipte olan mühendis benzin bitti cevabını verir. Cemal Gürsel araçtan iner ve diğer Devrim aracına binerek Anıtkabir’e devam eder.
Hikâye bu kadar.
Sonrası yok.
Daha doğrusu Devrim hikâyesinin görünen/gösterilen tarafı bu kadar. Sonrasını soran da olmadı sorgulayan da.
Hem beyaz hem siyah iki Devrim aracı da o yaşatılan bu talihsizlikten sonra yola devam edip coşku içerisinde Ankara’da tur atıp sorunsuz bir şekilde başkent yollarında akıyordu. Ancak bundan hiç bahsedilmedi. O günden arta kalan tek cümle Devrim yolda kaldı cümlesi oluyordu.
Hikâye başladığı gün bitiriliyordu.
***
Devrim hikâyesinin başladığı gün bitmesinde o dönem Türkiye’de ticari faaliyetlerine başlayan ve Türkiye pazarını da kapmaya çalışan yabancı otomobil firmalarının katkısı var mıdır ya da yapılan işin milliliğine ve önemine bakmadan siyasi ve ideolojik anlayışlarla bir karşı olma ve muhalefet hastalığıyla bu Devrim hareketi sabote mi edildi bilinmez ama ortada bir gerçek var ki sebebi ne olursa olsun o dönem ülkemizin bir büyük hamlesi engellendi.
129 gün gibi kısacık bir zaman diliminde işini, gücünü, ailesini bırakarak gece gündüz çalışan 23 mühendisin baştan sona tamamen kendi imkânlarıyla ürettiği ilk yerli otomobilimiz Devrim yola çıkıp yürümeye başladığında bugünün dev otomobil markalarının hiç biri piyasada yoktu.
Bugünün teknolojisiyle bile yıllar alan bu süreç o dönem bir Anadolu şehrinde inanmış 23 adamla birkaç ay zamanda neticelendirilmişti.
Devrimin hikâyesi muazzam bir başarı hikâyesiydi.
Bize dayatılan ve inandırılan benzini bitti hikâyesi bir tarafa yarım kaldı o Devri(m)n hikâyesi.
Yarım kalmasaydı o günden bugüne sadece biz değil dünya belki de bu hikâyenin peşinde akıp gidecekti. Sonuna kadar yazılabilseydi bu hikâye biz bugün kendi mühendisimizin emekleriyle üretilen araçları kullanacak, kendi otomobil markamızın onlarca çeşidini geliştirmiş ve dünyaya pazarlamış olacaktık. Belki de Devrimin peşi sıra bizim mühendislerimizin eliyle daha farklı yerli markalarımız da olacaktı.
Olmadı.
Belki de oldurulmadı.
Yolda kaldı denen Devrim araçları, neler olduğunu hala anlamadığımız o gün Ankara’yı boydan boya turlayıp caddelerde, tören alanlarında Anakaralıların ve Ankara’ya akın eden milletin coşkulu seyirleri ve alkışları eşliğinde yollarda teklemeden akıp gidiyordu. Lakin ertesi gün gazeteler Devrim yolda kaldı, bozuldu, çalışmadı manşetleriyle çıkıyor, hep birden bu hikâye karalanmaya çalışılıyordu.
Devrim o gün değil ama kurulan oyunlarla daha sonra yollara veda ettiriliyordu.
O dönemin yokluğu içinde 129 günde dört otomobil yapan mühendislerimizin zor şartlar altında yaptıkları örnek otomobillerin üç tanesi akla ziyan bir şekilde hurdaya çevrilip kayboldu.
Adları tarihe altın harflerle yazılması gereken mühendislerimiz adeta köşelerine çekilmeye zorlanıp ömürlerinin sonuna kadar tarifsiz bir hüzünle ve sükutla ömürleri tükettirildi. O mühendislerimizin çoğu şu an aramızda hayatta değil. Yaşadıkları hayal kırıklıklarıyla göçüp gittiler bu dünyadan.
O dönem kurtarılabilen 1 adet Devrim otomobili bugün üretildiği yerde dimdik ayakta. Hala çalışıyor ve adeta 60 yıl önce kendini aşağılayanlara ders verir gibi ilk günkü heybetiyle duruyor.
O hikâyeden artakalan tek kahramanı bugün kendisine özel hazırlanan müzede görmek üzere Türkiye’nin dört bir tarafından Eskişehir’e gidiyor, görüntülerini seyrediyor, hikâyesini dinledikçe duygulanıyor, hazırlanan belgesellerini izliyoruz.
Hüzünleniyoruz.
***
Dönemin genç Mühendisi ve Motor Kürsüsü Akademisyeni Necmettin Erbakan’ın fikriyle başlayan, içerden ve dışardan kim bilir hangi ellerin, dillerin ve beyinlerin müdahalesi ve oyunlarıyla engellenen bir Devri(m)n hikâyesi 60 yıl sonra Necmettin Erbakan’ın talebeleri eliyle yeniden yazılmaya başlandı.
Aynı heyecanla mühendislerimiz bir araya geldi. Aynı inanç ve ruhla bu devrin Devrimleri TOGG’lar kendi mühendislerimizin eliyle ve tamamen yerli imkânlarla renk renk üretildi.
Millet olarak hepimiz heyecanlandık.
Yarım kalan Devri(n)m hikayesinin yeniden yazılmaya başlanması karşısında hepimiz umutlandık.
Umarım bu Devri(m)n hikâyesi yine yarım kalmaz.
Bu devrin Devrimlerini (TOGG’ları) çeşit çeşit renkleri ve modelleriyle çok kısa zamanda şehrimizin, ülkemizin ve dünyamızın yollarında görmek dileğiyle.