Bir Dengbêj Portresi: Izzedino

Bir Dengbêj Portresi: Izzedino

      Sözün ve sesin, tek başına her şeye yettiği zamanların kadîm bir yâdigârı dengbêjlik. Asırlara sâri zengin bir kültürün süregelen hafızası. Bütün örgüsüyle toplumun tarih, kültür ve sanatının ifâdesi; bütün muhtevâsıyla bilinç ve inşânın vasıtası. Sesi katlanılmaz bir kakofoni olmaktan çıkarıp ona biçim ve anlam kazandıran, onu hafıza ve estetiğin birbiriyle sıkıca örüldüğü sanatlı bir bütüne eviren dengbêj.

      Bu sanatın icracısına dengbêj demiş Kürtler. Deng-, ses; -bêj ise söyle(mek) demek. Sesi söyleyen yani. Düzenli söz tekrarları ve ölçü ile oluşturduğu sözlü metinleri kendine özgü yeteneği, dili ve anlatım tarzıyla hafızadan hafızaya aktarmaya odaklı dengbêj; acının, kederin, sevincin, mutluluğun, geçmişin ve geleceğin toplum adına sözcülüğünü üstlenir. Bu bakımından mensubu olduğu toplumun biricik ozanıdır dengbêj. Kendisi de bir dengbêj olan Eski Yunan’ın Homeros’u, buna dikkat çekmek için, ozanın hiç durmadan söylemeye devam etmesini arzular:

      Hani nasıl ağzı açık bakakalırsa insan bir ozana, Tanrılardan öğrenmiştir ozan büyüleyici ezgiler söylemeyi. Durmadan söylesin, hiç kesmesin ister ölümlüler. Sofadaki dinleyicileri işte öyle büyüler. …

      Dengbêj’deki “deng” ses değildir sadece; aynı zamanda haber demektir. Dengbêj, gidilmeyen ve bilinmeyen diyarlardan haber getirir zira. Duyulmamış, akla hayale gelmemiş şeylerden malumat verir. Öyle bilge, öyle haberdârdır her şeyden. Türklerde ozan ve halk âşığı, Araplarda hekâwâti, Farslarda nakkâl, Hintlerde guru, Ermenilerde aşuğ, Kırgızlarda manasçı, İngilizlerde bard, Fransızlarda trubadur ve nihayet Almanlarda bankelsanger. Her biri içinde nefes aldığı toplumun birer dengbêji; öylesine söz dolu, öylesine hüner sahibi ve öylesine hikmetle donanmış birer bilge kişisi.

***

      Dengbêjlik geleneğinin Berriyê’deki son büyük temsilcilerinden biridir Izzedino. 1933 senesinde Heramşeddad köyünde dünyaya gelir. Aşireti çok uzun zaman önce Raman’dan ovaya göç etmişti; bundan ötürü Remmaki diye anılırdı hısım akrabası. Melle İsa’nın oğlu Izzedino’nun Kasım adında bir erkek, Reqiya, Xewla ve Eliya adında üç de kız kardeşi vardır. Yaşı gelince yuva kurar, boy boy sekiz tane çocuğu olur.  Okula hiç gidemez, fakat okuma yazmayı bir şekilde söker. Ömrünün en zinde çağındaki iki yılını asker ocağına verir.

      Kaderin tayin ettiği o talihsiz gün gelip çattığında Izzedino’nun dengbêjlik hissiyatını, kişilik karakterini acı ve hüzünle yoğuracak trajik bir olay yaşanacaktır. Ömrünün sonuna kadar o olayın ağırlığını omuzlarında hisseder çünkü. Herkesin bir gönenç sarmalını idrâk ettiği bir bayram günüdür. Ağabeyi Kasım’ın, Eqrebiye köyünden yakın dostu Şêxo, bayramlaşmaya geleceğini haber etmiştir. Kasım, evinin damına kurularak can ciğer gönül dostu Şêxo’nun yolunu gözlemeye koyulur. Sabırsızlıkla beklenen Şêxo, nihayet uzaklarda belirir ve bir süre sonra da evin avlusuna dahil olur. Şêxo da arkadaşı Kasım gibi aynı özlemle dolmuş olacak, kavuşmanın verdiği sevinç ile belindeki tabancaya davranır ve havaya peş peşe ateş etmeye başlar. Ne yazık ki, kaderin telafisi olmayan o cilvesi tecelli edecek, kurşunlardan biri Kasım’ın alnının ortasına isabet edecektir.

      Ağabeyi Kasım’ın ölümüyle ailenin bütün yükünü Izzedino yüklenir. Bir yandan gönül dağlayıcı yürek yangını, öte yandın maişet darlığı. Geçim zordur köy yerinde. Atadan kalma bir avuç toprak geçime yetmez. O sıralar mayınlı huduttan aşıp karşı tarafa geçmek, öteberi getirip geçime vesile kılmak çok yaygındı. Bunun için yol iz bilmek gerekirdi. Herkesin göze alabileceği bir iş olmayan kaçak işi, çok tehlikeliydi. Pek çok insan ya yakalanıp derdest edilmiş veya meçhul bir mayına basıp bir uzvunu feda etmiştir. Izzedino kısa sürede işin bütün ustalığını kavramış, elini koluna sallaya sallaya huduttan gelir gider olmuştu. Bir dengbêj olması, hududun öte yanında hatır gönül bilen dost, hısım ve akrabasının yardımını kolaylaştırıyordu. Zira dengbêj olmak, toplum içinde her zaman itibar sağlardı.

      Debgbêjlikte el alması, veyahut başka bir deyişle profesyonelliğe geçişi, Qoço mahlasıyla şöhrete kavuşmuş olan Mehmed Koç ile tanışmasıyla mümkün olacaktır. İki dengbêj için yolların kesişeceği yer Diyarbekir mapushanesidir.

      Izzedino, sık sık gittiği Beyrut’ta olduğu bir sırada, nasıl olduysa bir toplulukta Molla Mustafa Barzani ile karşılaşır. Barzani ile bir fotoğraf çektirerek bu müstesna rastlantıyı ölümsüzleştirir. Ne var ki o tek kare fotoğraf, yasaklı zamanlarda sakıncalı bir delile dönüşür, tutuklanmasına sebep olur. Politik bir arayışı almasa da o, artık siyasi bir mahkum kimliğiyle Diyarbekir cezaevinin sâkinlerinden olmuştur. Sanatı üzerinde büyük etkileri olacak, dengbêjlikteki yolunu tayin edecek olan Mehmed Koç, nâm-ı diğer Dengbêj Qoço ile burada tanışırlar.

      Qoço’nun, ondaki söyleyiş kabiliyetini fark etmesi çok gecikmez. Genç Izzedino, toprağın karnında vaktini sabırla bekleyen taze bir tohumdu ve filizlenmek için uygun bir bahara teşneydi. Qoço, şimdi onun baharı olacaktı. Qoço, onu bir süre dikkatle  gözlemledikten sonra yakınlık kurmaya karar verir. Ama önce ustalara yaraşır bir edâyla onu sınamalıdır. Evdirrehim isimli kılamı kendisi söyler önce, ardından ona söyletir. Eseri pür dikkat dinleyen Izzedino, tek seferde eseri ezber eder. Qoço’nunkiyle benzer tarzda ama kendinden de özgün detaylar katarak büyük bir maharetle icra eder. Qoço, yanılmamıştır. Bu gençte sezinlediği kabiliyetin çok az görülür cinsten olduğuna ikna olur; fakat yine de rehberliğe ihtiyacı olduğuna ve repertuarının da geliştirilmesi gerektiğine karar verir. Ona şu sözleri söyleyecektir:

      Ben artık epeyce yaşlandım. Buradan da ne hâlde çıkarım yüce Allah bilir. Bir zamanlar yeri göğü inleten o Dâvudi sesim de artık eskisi gibi çıkmıyor. Kulağını aç, beni iyi dinle. Bildiğim her şeyi sana öğreteceğim.

      Izzedino ve Qoço arasında böylece usta-çırak ilişkisi başlamış olur. Qoço, bütün ömrü boyunca hafızasının derinliklerinde ustalıkla yoğurduğu bütün kılam ve stranları en ince ayrıntısına kadar kendisine çırak kabul ettiği Izzedino’ya öğretir. Mahpuslukta çok vakitleri vardır. Hatalarını düzeltir, usul öğretir, nasıl dengbêj olunur, bir güzel belletir.

      Izzedino, yaşamının bundan sonrasında dengbêj divanlarının en çok aranan simâlarından biridir artık. Davet edildiği her yere erinmeden gider stranlarını, kılamlarını büyük aşkla, soluk almadan çığırır, kafiyeli sözleri ahenk içerisinde nağmelere döker. Ağa, bey, zengin, fakir, mir, çullu çulsuz fark etmez onun için. Nerede bir divan kurulsa, kulağını elinin ayasıyla avuçlar, hafızasının en derinlerinden en içli kılamlarını terennüm eder, kendisini dinlemeye gelenleri hayranlık içinde bırakır. Dönen gök kubbede yaşam ve ölüm arasında ne varsa onun sanatına konu olurdu. Her kılam tarihi bir vesika, her stran bir şahitlik demekti. Toplumun kolektif hafızasına mal olmuş ne varsa anlatılarının aktarım mekanizmasında kendisine yer bulabilirdi. Bir aşk anlatısında nazlı yârin tane tane, usul usul yürüyüşünü kazın yürüyüşüne benzetir, sevgilinin halka halka dolanan saçlarına kurban olmayı betimler meraklı dinleyicilerine. Aşk denilen şey kaş, göz, dudak değildi sadece; ayrılıktan harap olmak, yürek kavuran sevdayla bitâb düşmek, ah edip inlemek ve nihayet kendinden geçmektir onun anlatılarında. Anlattığı kahramanlık hikâyelerinde sadece kılıç, kalkan, ok ve gürz değildir mertliğin savaşı. Onun nasıl tasvir edildiğidir bunu destansı kılan. Tabiatı betimlediği anlatılarda ağaç, yaprak, ot, kuş, böcek idealize edilmiş bir âlemin sanatsal betimlemesine dönüşür, dinleyiciler baharın hışırtısı ve çağıl çağıl akan gümrâh ırmakların şırıltısı ile âdetâ kendilerinden geçer.

      Izzedino’nun başka bir ustası da Mardin’de mukim Wehab adlı bir dengbêjdir. Belli aralıklarla onu evinde ziyaret eder, bildiği bütün kılamları peyderpey söyletip ezberlerdi. Dinlediği bir kılamı bir daha tekrar ettirmeye gerek duymazdı. Kendini geliştirme konusunda hiçbir zorluk ve uzaklık gözünde büyümezdi. Başka anlatılar öğrenmek, farklı usuller dinlemek için Muş ve Bingöl gibi Serhad şehirlerinden Mardin’e civar şehirlere, oradan Suriye ve Lübnan’a kadar sık sık gider gelir, oradaki dengbêjlerden beslenirdi. Çok az dengbêje nasip olacak biçimde güçlü ve geniş bir repertuar edinmesinin sırrı bu olmalıydı.

      Izzedino’nun yolu, Mardin ve çevresi için dengbêjlikte otorite kabul edilen Mahmûdê Hissê ile pek çok defa kesişir. Mahmûdê Hissê ile aralarında tatlı bir rekabet vardır. Köy odalarında, divanlarda, çeşitli topluluklarda pek çok kez dengbêjlik atışmasına girerler. Özellikle Rihaniyê köyündeki çetin atışma hâlâ hatırlanır. Mehmûdê Hissê’nin Izzedino’yu bir usta olarak şu sözler ile tasdik ettiği nakledilir:

      Wallahi dengbêjlikteki hünerim ve ustalığım seninkinden daha ileride; ama senin sesin ve makama verdiğin avazın bana pes dedirtiyor!

      Suriye’ye gidişlerinde toplantıların aranan simâsıdır, hep el üstünde tutulur. Buradaki Xasê, Tirkember ve Dirbêsiyê’de sürekli kılam söyler, sesine ve hikâyelerine tiryaki olan hayranları için sanat icra eder. Suriye’deki meşhur dengbêjlerden Rıfatê Darê ile pek çok defa atışmalara girerek üstünlüğünü kabul ettirdiği anlatılır.

      Mardin ve çevresindeki dengbêjlik usulünde saz, rıbab (kemançe), kaval veya ney gibi enstrümanların kullanılması pek makbul karşılanmaz. Kullanana da dengbêj gözüyle bakılmaz. Sözü bırakıp saza itibar eden, olsa olsa mutrıb veya aşık (çingene) kabul edilir. Dengbêj dediğin, çalıp söyleyerek insanları eğlendirip raks ettiren değil, tek sermayesi olan yalın sesiyle söyleyerek halkı eğlendirirken düşündüren, bilgilendiren, bilinçlendiren kişidir. Sesine, hafızasına, icra yeteneğine güvenen gerçek bir dengbêjin bir enstrümana ihtiyacı olmaz. Dengbêj, öz sesinden gayrı bir sermayeye tevessül etmez. Hâl böyle iken, Izzedino’nun sanatını iki kısma ayırmak gerekir. Çünkü bir çalgıyla beraber kılam söylediği de vâkidir.

      Izzedino’nun Beyrut’ta çok sayıda hısım akrabası vardı. Zaman zaman oraya gider geçimlik uğraşlara girerdi. Oradaki insanlar, gurbet elde onlara kültürlerini hatırlatacak, sıla havası solutacak şeyler anlatmasını beklerdi ondan. Bunun karşılığında Izzedino’ya karşı elleri avuçları gayet açık davranırlar, onu ihyâ ederlerdi. Fakat hemşerileri, Izzedino’dan kılam ve stranlarını bağlama eşliğinde söylemesini isterlerdi ısrarla. O da bu arz ve talep durumuna uyarak bağlamanın tınısına uymayı kabul eder. Beyrut’ta doldurduğu bütün kasetleri bu yüzden bağlama eşliğinde söylenmiştir. Bu kasetlerde Temo adındaki bir kişi de bağlamada ona eşlik etmiştir.

      Mahmûdê Hisse, Evdê Çavlıhewa ve Hecî Şêxo Tişık gibi isimlerle beraber Mardin ve civarında dengbêjlik kültürünün son büyük temsilcilerinden biri olan Izzedino, bu vadide pek çok dengbêje ustalık yapıp el vermiş, pek çoğunu da etkisi altına almıştır. Ailesinden Beyrut’ta yaşayan Nuri ve yiğeni Silêman da dengbêjlik yapmışlardır. Kız kardeşi Reqiya, cenazesi başında söylediği yanık ağıtlarla kendisini dengbêjlik kılamlarıyla ebedi hayata uğurlamıştır.

      Kısa ama oldukça hareketli ömrüne çok şey sığdıran Izzedino’nun; Derwêşê Evdî, Bavê Lalo, Ay Delal, Berîvanê, Dêran, Elîyê Daman Begê, Evdalê Zeynikê, Keçka Qereçî, Mem û Zîn, Mîro, Sebra Dila, Şerê Kîkan û Begaran gibi sayısız kılam ve stranı dillere peleseng oldu. Henüz genç sayılabilecek bir yaşta, sanatı adına nice şaheserler üretebilecek bir çağda iken hayatını kaybeder Izzedino. 1975 yılının ramazanında, gecenin ilerleyen bir saatinde, Xanisor köyünde katıldığı bir mevlüt yemeğinden köyüne dönerken, yoluna çıkan meçhul kişilerce evinin sapağına girdiği sırada kurşunlanarak hayatına son verilir. Kim öldürdü, neden öldürdü, meçhul kalır.

      Acıların, umutların, aşkların ve hatıraların sesi olan dengbêjleri artık divanlarda, köy odalarında, özel olarak tertiplenen topluluklarda, yani asıl doğal ortamında dinleme şansımız yok. Günümüzde kırsal kültürün egzotizmini simgeleyen mistik bir objeye dönüşen dengbêj ürünlerini ancak kasetlerden, internet ortamlarından veyahut dengbêjliğin yeni baştan keşfedilmeye başlandığı yeni nesil mecralarda dinleyebilmekteyiz. Bu bile dengbêjlik kültürünün modernitenin soğuk ve tatsız yüzüne direnme çabasıdır.

 

Editör: Mustafa Öztürk

Yorum Yaz