Binlerce Yıl Geçti
Nur içinde yatsın; bugün “Savunan Adam”
Erbakan’ın vefat yıldönümü. Bir zamanlar “Türkiye’de iki kişiden biri Milli
Görüşçüdür, diğeri de olmayı düşünmektedir” dediğinde kendisi ile dalga
geçiliyordu. Meclis kürsüsünde son yıllarda gerçekleşen icraatları
anlattığında, lavabonun yolunu bulamayanlar o hedeflere sırıtıyorlardı. Partisi
kapandığında ise birkaç kelimelik bir direniş sergilemişti: “Olay tarihin akışı
içersinde son derece basit bir olaydır.” Bunun bir korku değil devasa bir sessiz
devrim olduğunu şimdilerde anlıyor siyasetçiler.
28
Şubat…
Tarihimizin
en namussuz ve en talihsiz vakalarının belki de başında gelmektedir. Çok şükür
o onursuz harekatın iç yüzünü artık, bütün millet biliyor. “Tarihine küsenlerin
bir projesi olan cumhuriyet”in vesayetçileri
kurucu felsefenin ışığında tek iktidar olma yolları olan zulüm çarkını
bir kez daha çevirmişlerdi. Hem de en güçlü haliyle… “Bin yıl sürecek” demişti,
Kıvrıkoğlu. Kaç bin yıl geçtiğini ona sormak lazım ama kıvırır şimdi.
D-8
atağını çekmediler, İsrail ve Amerika’ya dönüşü kendilerine vazife kıldılar. Tasmalarını
ellerinde tutan efendileri öyle emretmişti. Gerekirse silah bile
kullanabileceklerini manşetlerde ilan ettiler.
Nasıl
oluyorsa sermayeye renk buldular; Anadolu insanın alın teri ve bilek gücüyle
ürettikleri, ekonomiyi ülkenin bütün sathına yayabilecek insanların ürünlerini
“yeşil sermaye” diye diri diri gömdüler.
Üç
kızıyla oturma eylemi yapan kadını ve iki kızını, anayasal düzeni yıkma suçuyla
idamla yargıladılar. Haklıydılar anayasal düzenleri bu denli çürüktü.
Medya,
yargı mensupları ve mülki amirleri brifinglere çağırırken kendilerinden o kadar
emindiler ki onları yönetenlerden izin bile istemediler.
Merve
Kavakçı’ya yemin bile ettirmeyerek çok şanlı(!) bir mücadele ortaya koydular.
Çocuk
yaştaki bir kıza kompozisyonda aldığı birincilik ödülünü verdirmeyecek kadar
güçlü(!) iktidarlar kuracaklardı. Hızla
ilerliyorlardı.
Kaddafi
için Merhum Erbakan’ı topa tuttular bugün ise Kaddafi’ye medhiyeler diziyorlar.
Sisi
lakaplı bir travestileri vardı. Tam da kendilerine yakışan bir toplum
mühendisi. Yıllar sonra Ali Kalkancı ve Fadime Şahin olaylarını nasıl
tertiplediğini itiraf etti.
Güven
Erkaya YAŞ toplantısı sonrası “ille de rakı isterim” diye tutturdu. Aklı evvel,
babasının rejimini ancak onunla koruyabilirdi.
Erbakan o gün ‘eline şişeyi verin’ dedi, o gün şişeyi eline verdiler;
dev şişeyi yıllar sonra millet “alın bunu….” dedi.
Çevik
Bir’e ise balans ayarı yapıldı, haaa onun yağlı kazığı unutulmadı, aynen
kendine iade edildi. Bunu anlayacak yüzü var mı…?
Öyle
hukuka bağlı(!) başsavcıları vardı ki yazdıkları iddianamede Refahlılar için
“habis urlar, kan içici vampirler” diyebiliyorlardı.
Refah’ı
yıkanlar birilerine “altın tepsi içinde iktidar” sundular, o birileri de taş
tepsi içinde 2001 krizini bütün halkın kucağına bıraktılar.
Gün
geldi devran döndü…
Bir
çırpıda eşiyle birlikte üniversitedeki görevine son verilen Numan Kurtulmuş’a
eşi hanımefendi “bu işin yarını da var” demişti.
Demirel
tarafından konser salonunda “Türkiye
laiktir, laik kalacak” sloganlarıyla protesto ettirilen İsmail Kahraman, gün
geldi meclis başkanı sıfatıyla “yeni anayasada laikliğin tartışılabileceğini”
söyleyebildi.
Şimdi
anayasa değişikliği için o kadrolara karşı olmadıklarını ama ülkenin geleceği
için hayır denmesi gerektiğini millete yalvara yalvara anlatmaya çalışıyorlar.
Ders almışlar azıcık ama yoook. O
zalimlerin cinayetlerinin yanında AK Parti’nin çimdiklerinin lafını bile etmeye
mecalimiz kalmıyor.
FETÖ
Duruşmaları
Beyefendiler
o ifadeleri baskı altında verdiklerini; isyancılara karşı hareket ettiklerini
sandıklarını; bir üstten aldıkları emirleri yerine getirdiklerini; her şeyin
suçlusunun o ölen kişi olduğunu; Fetullah ile ve yapı ile hiçbir ilgilerinin
olmadığını söylemişler. Gel de çıldırma…
Ahh
AK Parti ahh, bunlara Fetö denmeden önce ne kadar Fetö
olduklarını çok söyledik ama en ufak bir teveccüh bulmadık. Bakın birçok
yerde hala adamları yerinde dururken hiç ilgisi olmadığı halde atılanlar ise
kapı dışında duruyor. Referandum öncesi, sayıları yüzde bir bile olsa hatalı
olarak ihraç edilenlere bir ışık yakmak gerekmez mi?