Benim İçin Mardin de Bayram…

Her bayram kendi zamanının kendi özgünlüğü içerisinde gelir, yaşam hanemizin satır aralarına işlenerek.
Bu satırların ortalama başlığı ise çoğumuzun aklından geçen ve ince bir sızı gibi beynimizden ‘Nerde o eski bayramların tadı’ söylemi olarak çıkıp, yüreğimize derin bir sızı gibi işleyen sözüdür.
Belki geçmişin bilinçaltına işleyen hasreti,
Belki çocukluğun masumiyetini barındıran eylemleri,
Belki pişmanlıklarımızın geri dönüşü olmayan imkansızlığı
Belki de şimdinin varlığında yok olmuş olan, kaybedilenlerin özlemi…
Evet; geçmişin bayramları bir başkaydı, hissedebilme yeteneğimizin eşsizliğinde.
Bayram alışverişi nedeniyle arife günü, Hasan Ayyar çarşısının basamaklarından aşağıya akan insan kalabalığının telaşlı koşturmacasıydı, benim için Mardin de bayram.
Harcama kültürünün daha insanları esir almadığı ve bayram harçlığının dolar bazında parite durumuyla düşünülmediği anların tadını çıkarırcasına… O harçlıklarla alınan çatapat ve mantar tabancalarıyla ara sokaklarda oynanan hırsız-polisçilik oyunlarının gürültülü ve heyecanlı neşesiydi, benim için Mardin de bayram.
Öpülen elin riyasız, iliklenen ceketin gerçek saygıyı hak edene kapatıldığı, olası bir çıkar için değil, bayram ulviliğinin gölgesine sığınılıp kucaklaşılan saf anların temiz yaşantılarıydı, benim için Mardin de bayram.
Bayram namazına müteakip gidilen mezarlıklarda ataya ve sevilene duyulan sevgi ve anma kadar, sabah esintisinin huşusu içinde mezarlıkta bayramlaşıp, ölümün bir şekilde bizi de koynuna alacağını hissederek kırgınlık ve küskünlüklerin önüne geçebilmekti, benim için Mardin de bayram.
Her zaman açık olmayan Kışlanın alt kapısının önünde bayrama gidememiş sıla hasreti çekerken sigarasından derin nefesler alan askerlerin… Birazdan yapılacak içtima ve bayramlaşma için botlarını boyayan ve gurbet hasretiyle söyledikleri bozlak ile türkülerin ruha işleyen saflığıydı, benim için Mardin de bayram.
Savurkapı camisinin arka sokağındaki geniş alana kurulan tahtadan yapılmış büyük salıncağa doluşan onlarca insanla… Hala nasıl büyük bir kaza olmadığına anlam veremediğim salkım saçak kucaklaşıp kendilerini salıncağın rüzgarına bırakmış kalabalıkların coşkun çığlıklarıydı, benim için Mardin de bayram.
Gençliği fakirlik içinde geçen ve çorap yaparak ekmeğini kazanmaya çalışan Rahmeti dedem Zeki Çorapçı’nın… Yokluk halleri ve çorap örmesiyle dalga geçen akrabalarına inat Mungan olan soyadını bırakıp o zamanın şartlarında kimselerin göze alamayacağı bir cesaretle Çorapçı soyadını alması… Sonrası zekasıyla küçümsenmeyecek bir servet yapıp kendisiyle dalga geçenleri mahcup ederken ki onurlu duruşuyla… Her bayram günü biz torunlarına harçlık veya sipariş verirken lazım olan parayı lazım olduğu kadar bire bir cebinden çıkarıp verebilme becerisiydi, benim için Mardin de bayram.
Her daim Kuran-ı Kerimi elinden düşmeyen, Firdevs köşkünün orta girişinde üzüm saçağının altında eyvandan akan suyun şırıltısı eşliğinde yeni abdest almış beyaz sakallarında parıldayan suyun ışıltısıyla, tahta masanın ardında oturan dedem Tacettin Ensari’nin… Bu dünyada olmakla diğer dünyaya ait olmak arasındaki o ince çizginin iman halkasında ki yerini almış sükunetiyle biz torunlarına gülümsemesiydi, benim için Mardin de bayram.
Geçmişin güzelliklerini bu güne bağlama,
Şimdiki nesilleri geleceğe hazırlama,
Lakin her şeyden önce…
Geçmişe saygı duyup, geleceğe genetik kodların kadar..
Kültürünü, birikimini, heyecanını taşımaktı,
ATAYDI…
Benim için Mardin de bayram…
Editör: Beşir Şavur