BDP'nin Meclise dönüşü
Son dönemlerde yaşamakta olduğumuz ve gelecek adına ümitsizlik veren ortamda tünelin ucundaki ışık olarak değerlendirebileceğimiz bir gelişme yaşandı ve beklendiği gibi BDP boykotu sona erdirerek Meclise dönme kararı aldı.
Gerek mevcut şiddet ortamının sona ermesi için bir fırsat olabileceğini düşündüğüm gerek de Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan yeni anayasa çalışmalarına aktif bir şekilde katılması imkânını verecek olması açısından bu kararın çok önemli olduğu kanaatindeyim.
Haziran seçimlerinden hemen sonra gerek hükümet kanadından gerek de Öcalan tarafından yapılan açıklamalarda barışa hiç olmadığı kadar yakın olduğumuz izlenimi oluşmaya başlamıştı.
Ancak önce YSK’nın yaptığı emrivaki ve daha sonrasında yaşanan süreç bu olumlu havayı dağıttı ve BDP kendisi için tek meşru alan olan siyaseti boykot yoluna gitti.
Aradan uzun bir yaz dönemi geçti.
Ancak bu dönem Türkiye’de son yıllarda hiç olmadığı kadar sıcak geçti.
Türkiye uzun bir aradan sonra her günü çatışma ve ölüm haberleriyle, şehirlerde patlayan bombalarla geçirdi.
Kontrolden çıkan PKK artık hedef gözetmeksizin cinayetleri hızlandırdı.
Örgütün son dönem kurbanları arasında kadınların sayısının hızla arttığını görmekteyiz.
Üstelik bu kadınların bir bölümü de bölge halkından, yani PKK’nin adına savaştığını iddia ettiği halktan.
Eşinin maçını izlemekte olan genç bir Türk öğretmen, Siirt’te yemeğe çıkan dört genç Kürt kadını, biri 4 yaşında diğeri henüz doğmamış 2 çocuğuyla birlikte kurşunlara hedef olan başka bir Kürt kadını.
Bu nasıl bir stratejidir, nasıl bir savaştır anlamak mümkün değil.
Yıllar yılı örgüte karşı yapılan propagandalarda beşikteyken kurşunlanmış bir bebek resmi kullanılırken son dönemlerde eski bir özel harekâtçının itiraflarıyla o katliamın karanlık bir boyutu olduğu ve ardında derin yapılanmaların olduğu ortaya çıkmıştı.
Ancak bundan sonra artık anne karnındaki bebeğe kurşun hadisesi daha çok kullanılacaktır.
PKK son eylemleriyle kendisi aleyhine çok başarılı (!) bir PR kampanyası yürütüyor son zamanlarda.
Türk ordusunun Kuzey Irak'ta yaptığı operasyonlarda 7 sivilin öldüğünü söyleyen ve bunun için hesap soranlar, biri henüz anne karnında diğeri küçük bir çocuk ile altı masum kadının öldürülmesini “savaş ortamında olur böyle şeyler” diye geçiştirirken yüzleri kızarmıyor mu?
Seçimlerden önce ve sonra ekranların yeni fenomeni haline gelen ve bir zamanlar yan yana siyaset yaptığı insanları acımasızca eleştirerek kendisini aralarına yeni girdiği bu kitleye kabul ettirmeye çalışan ve bunun için de geçmişte hiç görmediğimiz kadar agresifleşen Altan Tan nerde?
Kürt siyasi hareketinin en ağır başlı ve oturaklı isimlerinden Şerafettin Elçi nerde?
Meclise girmesine en çok sevindiğim isimlerden Sırrı Süreyya Önder nerde?
Türk solunun fikirsel anlamdaki yol göstericilerinden Ertuğrul Kürkçü nerde?
Neden seslerini duyamıyoruz?
Ya da konuşuyorlar da bizim mi haberimiz olmadı?
Yoksa onlar da bunun “savaşın bir parçası” olduğuna mı inanıyorlar?
Bu kadar çabuk mu adapte oldular yeni yerlerine?
Bu olaylar örgütün yaptığı gibi öyle basit özürlerle geçiştirilecek olaylar değil.
Oslo görüşmelerinde özerklik dâhil her konunun masada olduğu bir ortamdan bugünün kan ve şiddet ortamına geçmek aklın alabileceği bir süreç değil.
Eğer seçimlerden sonra taraflar, özellikle de Kürt hareketi aklıselim ile davranmış olsaydı bu kanlı yaz dönemini yaşamamış olurduk.
Şimdi önümüzde yeni bir dönem var.
Bu yeni dönemde BDP de siyasi arenada olacak.
Üstelik varlığı çok önemliyken.
Bu noktadan sonra gerek Kürt siyasi hareketine gerek de hükümete önemli görevler düşüyor.
Hükümetten başlayalım.
BDP’ye karşı olan üsluplarını ve yaklaşımlarını gözden geçirmelerinde yarar var.
“Gözümüz yolda değildi”, “gelmezlerse iç tüzüğü işletiriz” şeklinde çözüme katkı sağlamayan açıklamalardan uzak durmaları gerekir.
Görüşmeme, yok sayma siyasetini bir kenara bırakmalılar.
Yeni anayasa sürecinde kilit rol oynayabilecek olan BDP ile diğerlerine nazaran temel özgürlükler konusunda daha kolay anlaşabilirler.
Yine partiye yönelik KCK türü operasyonların da sona ermesi olumlu bir adım olacaktır.
Hükümetin BDP’ye yönelik “PKK ile aranıza mesafe koyun, onları reddedin” yaklaşımından da vazgeçmesi lazım çünkü BDP örgütün legal alandaki uzantısıdır, bunda da ters bir durum yoktur (örnek İrlanda’da IRA’nın siyasi uzantısı Sinn Fein veya İspanya’da ETA’nın siyasi arenadaki temsilcisi Herri Batasuna gibi).
Üstelik PKK ile müzakereler yapıyorken onların siyasi uzantılarına karşı “aranıza mesafe koyun” şeklinde yaklaşımlar da garip kaçmaktadır.
Öcalan’a uygulanan avukatlarıyla görüştürmeme uygulamasına son verilmelidir.
Ve son dönemlerde sık kullanılan savaş dili bir kenara bırakılmalı, Oslo görüşmeleri yeniden başlatılmalıdır.
PKK ve BDP’ye düşenler de şunlardır.
Öncelikle PKK son dönemlerde özellikle sivillere yönelttiği saldırılar olmak üzere silahlı faaliyetlerini durdurmalıdır (Sayın Başbakan da bu durumda askeri operasyonların da duracağının sinyalini verdi zaten).
BDP karar verdiği gibi Meclise dönmeli ve sivil arenada yerini almalıdır.
Ancak bir süre sonra “benim iradem yok, gidin örgütle konuşun her şeyi” yoluna da tekrar başvurmamalıdır.
Ayrıca operasyonları gerekçe göstererek de görüşmezlikten kaçınmalıdır.
Çünkü PKK saldırıları sürdükçe devletin de operasyon yapması kaçınılmazdır; biri durmadan diğeri de durmayacaktır.
Yani devlete “operasyon yapmayın” derken PKK’ye de “saldırıları durdurun” demesi tutarlılığın göstergesidir.
1 Ekim’de içinde BDP'nin de olduğu Meclis açılacak.
Dileğimiz bu yeni dönemin hayırlı olması ve bu meclisin yıllardır beklediğimiz barış ortamının gelmesine vesile olmasıdır.