Başladığı yerde bitti

Hikâye bundan 15 yıl önce Sincan’da başlamıştı.
Dönemin RP’li Sincan Belediyesinin düzenlediği ve İran büyükelçisinin de katıldığı “Kudüs Gecesi”ni bahane etmişler ve o geceden sonra düğmeye basmışlardı.
Bir süredir altyapısını hazırladıkları planı uygulamaya koydular.
Basın, yargı, siyaset, sendikalar ve üniversite ile birlikte tarihin gördüğü en kirli psikolojik savaş süreçlerinden birini tatbik etmeye başladılar.
Medyayı istedikleri gibi kontrol ediyorlar, kendi oluşturdukları kaos ortamını istedikleri gibi alevlendiriyorlardı.
Süreci uzun uzadıya hatırlatmaya gerek yok, herkesin biliyor ve hatırlıyor yakın tarihin bu karanlık sayfalarını.
AK Parti iktidarı ile başlayan normalleşme ve darbelerle hesaplaşma sürecinde bir süredir sıranın 28 Şubat darbesine ne zaman geleceğini soruyorduk.
Nihayet beklenen oldu ve soruşturma başladı.
Dönemin kudretli generali Çevik Bir başta olmak üzere tutuklamalar başladı.
İflah olmaz hükümet muhalifleri ve ulusalcı-laikçiler dışında toplum vicdanında karşılık bulan bir soruşturmadır bu.
Çok yerinde hatta geç kalmış bir soruşturmadır.
Ancak bir yandan da bu sürecin sadece bu 30 isimle sınırlı kalmaması gerektiğini de düşünüyorum.
Hafızamızı zorlamaya gerek yok, üzerinden sadece 15 yıl geçtiği için her şey çok net bir resim gibi canlanıyor gözümüzde.
Gözümüzün önünden bir sürü isim geçiyor.
Demirel, Yılmaz, Cindoruk, Kalemli, Erez gibi siyasetçiler;
Gürüz liderliğinde ve Alemdaroğlu şahsında temsil edilen üniversite camiası;
Doğan, Bilgin, Kırca, Muhtar, Özkök, Dündar, Çekirge, Çölaşan gibi basın dünyasındaki generaller (!);
Kendilerine “mahşerin beş atlısı” denilen ve meşru hükümete karşı kendilerine verilen talimatları harfiyen uygulamak üzere meydanlara inen TÜRK-İŞ ve TESK liderliğindeki sendika ve konfederasyonlar;
Talimatla dava açıp yine talimatla parti kapatan, askerden aldıkları ve adına “brifing” dedikleri emirleri dakikalarca ayakta alkışlayan hakim ve savcılar,
Ve askeri kadro.
Dönemin genelkurmay başkanları; önce Karadayı ve sonra “28 Şubat bin yıl sürecek” diyen Kıvrıkoğlu;
Hoca’ya “p…” diye hakaret eden ve bugünlerde kendisine “General P…” ismi takılan Özbek;
Dönemin MGK Genel Sekreteri Kılınç, Genelkurmay Genel Sekreteri Özkasnak, Sultanbeyli ilçesinin ortasına emrivaki ile Atatürk heykeli diktiren, ilçedeki dindar halk üzerine bir kâbus gibi çöken ve de “Her geçen gün artan bu camilerin önünü almamız gerekir” ve Türklerin dini İslam değil Şamanizm olmalıdır” diye buyuran Silahçıoğlu, bugünlerde başka bir darbe teşebbüsü nedeniyle adalete hesap veren Batı Çalışma Grubunun mimarlarından Doğan…
Yukarıda bahsettiğimiz bütün bu isimler, yakın tarihin bu utanç verici sürecinde sorumluluğu olan herkes yaptıklarının hesabını vermek zorundadır.
Ancak o zaman adalet yerini bulmuş olacaktır.
Bu arada geçen gün izlediğim konuyla ilgili bir açıklama dikkatimi çekti.
Dönemin İçişleri Bakanı ve şimdilerin MHP milletvekili Meral Akşener gazetecilerle konuşurken şunları söylüyordu, aynen alıntı yapıyorum:
“28 Şubat’ın işbirlikçilerinin bir kısmı, nedamet getirdiğini söyleyip, şu anda sosyal ve yazın hayatımızda baş tacı ediliyor. Sayın Çevik Bir ve arkadaşları da ‘Nedamet getirdim, özür dilerim’ dediği zaman baş tacı edilecek midir?”
“Yargı mensuplarının brifinge gitmeleriyle ilgili, korkmuşlardır, gitmişlerdir, o an bir şey demiyorum, ama 8 dakika ayakta alkışlayan bu yargıçların bugün hangi görevleri, hangi kararları verdiğini doğrusu bilmek isterim”.
“Üçüncü uyarmak istediğim konuysa, o da şudur, o dönemde devlet bürokrasisinin içinde işbirlikçileri vardı, bu işbirlikçilerin bugün hangi konumlarda olduklarını merak ediyorum. Örnek vermek gerekirse, Refah-Yol Hükümeti’nde 28 Şubat’ta hükümete karşı en derin krizlerden birisini çıkaran devrin Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel bugün Ankara Valisi’dir”.
Açıkçası benim de merakımı celbetti bu sorular, bu konuda umarım bir açıklama yapılır; hem yargı mensupları hem de Ankara Valisi ile ilgili.
Yeri gelmişken nasıl bir kriz çıkarmış bu Yüksel derseniz bu da onunla ilgili küçük bir bilgi;
53. Hükümetin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanan Alaattin Yüksel, Refahyol Hükümeti döneminden görevden alınmak istenmişti. Kararnamesi bile yazılan Yüksel'in görevden alınmasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel engellemiş ve konuyla ilgili Hükümete bir de mektup yazmıştı. Demirel Mektubu'nda, “Yüksel'i görevden almanın yasal dayanağı olmadığını” belirtiyordu.
Alaattin Yüksel'in görevden alınmak istenmesinde, MGK kararlarını kendi başına uygulamaya kalkması ve Kur'an kurslarına polis baskınları yapılması yönünde Emniyet Teşkilatı'nda bir genelge hazırlatmasının etkileri olduğu ifade edilmişti.
Bu dönemde Alaattin Yüksel, Cumhurbaşkanından, askeri ve sivil güç odaklarından aldığı destekle Emniyet Genel Müdürlüğü görevinden kesinlikle ayrılmayacağını, medyaya yaptığı açıklamalarla duyurdu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir bürokrat, açıkça, siyasi iradeye karşı atama kararını tanımayarak isyan etti ve görevden ayrılmamakta diretti.
Aylar süren kriz sonucunda Alaattin Yüksel görevden alınabildi. Ancak Ankara 5'inci İdare Mahkemesince Mayıs 1997’de Alaattin Yüksel'in göreve iadesi yönünde bir karar verildi.
İçişleri Bakanlığı'nın Alaattin Yüksel'in yürütmeyi durdurma kararına yaptığı karşı itiraz, Ankara Bölge idare Mahkemesi'nce oybirliğiyle reddedildi. Yüksel, tekrar Emniyet Genel Müdürü olarak göreve başladı.
Yüksel, AK Parti iktidarı ile birlikte önce Antalya sonra Ankara Valiliği'ne atandı ve halen bu görevde.
Sayın İçişleri Bakanı bizleri bu konuda, Sayın Adalet Bakanı da brifinglere katılan yargı mensuplarının akıbeti hakkında aydınlatırsa seviniriz.
Bir de merak ettiğim bir kişi daha var.
Adını bilmiyorum; TV ekranlarında görmüştüm onu.
MGK koridorlarında kalabalık bir subay grubu yürürken karşılarından yine kalabalık bir grupla merhum Erbakan geliyordu.
O subaylardan bir tanesi geçerken yanlışlıkla (!) Hoca’ya omuz atmıştı.
Bu gözaltılar için de o da var mı, ya da şu anda nerede merak ediyorum.
Tekrar başa dönersek, 15 yıl önce Sincan’da başlayan film, bugün yine Sincan’daki bir cezaevinin koğuşlarında son buldu.
Gel de şimdi ilahi adalete inanma.