Başkanlık sistemi şart mı?

Hükümet sistemine ilişkin tartışmalar bir süredir Türkiye’nin öncelikli siyasal gündem maddelerinden birini oluşturuyor.
Aslında bu tartışmalar şu sıralar yoğunlaşmış olsa da Türkiye için yeni değil.
Tarihsel açıdan bakıldığında, bu tartışmaların yaklaşık bir buçuk asırdır sürmekte olduğunu söylemek mümkün.
1876’da Kanun-i Esasi’nin ilanıyla başlayan Birinci Meşrutiyet dönemi ile birlikte ülke ilk defa parlamenter hükümet sistemi ile tanıştı.
1908’de yapılan değişikliklerle birlikte klasik parlamenter sistem tüm unsurlarıyla anayasa metnine yerleştirildi.
Bu değişiklik sonucu bir tarafta, siyaset dışı olmasına ve sorumsuzluğu devam etmesine rağmen, yetkisiz hale getirilmiş bir padişah, diğer tarafta ise seçimle işbaşına gelen parlamentonun içinden çıkmış yetkili ve sorumlu bir hükümet bulunmaktaydı.
İki başlı yürütmeyi esas alan bu sistem, tipik İngiliz parlamenter monarşisidir.
Aslında teoride sorunsuz işleyen bir yapı olmasına rağmen, bu sistem istikrarsız hükümetler ve kaotik bir yürütme gücünü de beraberinde getirdi.
Çünkü siyaset dışında kaldığı için partiler üstü kalmayı başaran padişahın yerine güçlü bir siyasi figürü cumhurbaşkanı olarak yerleştirdiğinizde karşınıza iki seçenek çıkar:
Ya güçlü cumhurbaşkanı, başbakanı devre dışı bırakarak tek başına yürütme gücünü elinde bulunduracak ya da güçlü bir başbakan ve güçlü bir cumhurbaşkanının birlikte yürütme gücünü ellerinde bulundurdukları ve adeta bir güç savaşına dönen kaotik bir ortam yaşanacaktır.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte sistemin temel figürü olan Mustafa Kemal, parlamenter sistemlerdeki ‘yetkisiz’ ve ‘sorumsuz’ cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu ancak ‘yetkisiz’ ve ‘sorumsuz’ bir pozisyonda olması gerekirken, siyasetin ve sistemin tek belirleyicisi haline geldi.
1924 Anayasası’nın yürürlükte kaldığı süre boyunca bu durum devam etti.
1961 Anayasası ile birlikte, parlamenter sistemin gerektirdiği iki başlı bir yürütme mekanizması oluşturuldu.
1961 seçimleri ile başlayıp 12 Eylül 1980 tarihine kadar devam eden süreçte, bir yandan istikrarsız hükümetler ve koalisyonlar söz konusu olmuş, diğer yandan da bu anayasanın öngördüğü vesayetçi yapı ve kurumlar nedeniyle yürütme çok başlı bir pozisyon sergilemiştir.
1982 Anayasası da özü itibariyle aynı yapıyı sürdürdü.
Çünkü önce 1961 ve sonra 1982 Anayasalarını hazırlayanlar, bu yapının devamını, anayasa metnine yerleştirdikleri kurumlar aracılığıyla sağladılar.
Özellikle 1961 Anayasası bu anlamda oldukça kalıcı etkiler bırakmıştır.
Bazı kesimlerin ısrarla gündeme getirmeye çalıştığı “1961 anayasası şu ana kadar hazırlanan en demokratik ve özgürlükçü anayasadır” tezi bir aldatmaca ve yalandan başka bir şey değildir.
Bu anayasaların hazırladığı ortam neticesinde ülke hükümet gücünden yoksun bir pozisyona sokularak ve halkın seçtiği siyasi otoritenin karar alması engellenerek ülkede bir kaos ortamı oluşması sağlandı.
Benzer sorunlar 1990’larda da yaşandı.
Parçalanmış parlamento yapısı, uzlaşamayan siyasi partiler, zoraki kurulan koalisyonlar ve istikrarsız hükümetler bu dönemin kaderi olmuştur adeta.
3 Kasım 2002 seçimleri tek partili bir iktidar oluşturarak hükümet açısından bir istikrar temin etmiş olsa da, bu dönemde de başbakan-cumhurbaşkanı ilişkileri açısından sorun farklı bir boyutuyla devam etmiştir.
2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, bu yapıyı oluşturan ve statükonun devamını arzulayanların mevcut konumlarını korumaya çalışmalarına sahne olmuştur.
367 krizi, Mecliste yapılan oylamaların engellenmesi teşebbüsleri, Cumhuriyet mitingleri ile darbe ve muhtıra girişimleri bu çabaların sonucudur.
Netice itibariyle 2002’den bu yana güçlü bir hükümet olduğu için çift başlılıkla ilgili sorun pek göze batmıyor (2002-2007 arası Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı dönemi hariç) olsa da güçsüz hükümetlerin ve koalisyonların olduğu dönemlerde sorun tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor.
Bu da siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa yol açmakta.
Hatırlatmak gerekirse 1960 darbesi ile 1980 darbesi arasındaki dönemde 20 hükümet kurulmuştur; ortalama olarak senede bir hükümet değişmiştir.
1980 ve 1990’lı yıllara gelirsek; merhum Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiği 1989 yılından 2002 yılındaki seçimlere kadar geçen 13 yılda toplam 11 hükümet kurulmuştur; yani ortalama hükümet ömrü bir yılın biraz üzerindedir.
Bu istikrarsız yapının kaynağı daha önce de belirtildiği gibi 1960 ve 1980 darbeleri sonrası hazırlanan anayasalardır.
Başkanlık sistemi ülkeyi böler mi?
Başkanlık sistemine ilişkin tartışma sürecine bakıldığında, öne çıkan argümanlardan birisi de başkanlık sisteminin öngördüğü federal yapının Türkiye’yi böleceği endişesidir.
Ancak burada hükümet sistemi ile devlet sistemi kavramlarını karıştırmaktan kaynaklı bir hata ya da bilerek yapılan bir yanıltma söz konusudur.
Başkanlık sistemi bir hükümet sistemidir, federatif eyalet sistemi ise bir devlet sistemidir.
Örnek vermek gerekirse, bizdeki gibi parlamenter sistemle yönetilen bazı ülkeler federatif devlet modelini esas alırken (Almanya), hükümet sistemini başkanlık (veya krallık) olarak belirleyen ama federatif devlet modelini seçmeyen (İskandinav ülkeleri gibi) ülkeler de mevcuttur.
Yani sonuç olarak federal yapı, başkanlık sisteminin doğal bir sonucu değildir.
Bazı kesimler de başkanlık sistemini tartışmayı “cumhuriyetin kazanımlarını” kaybetmek olarak göstermeye çalışmaktadırlar.
Parlamenter sistem ya da diğer sistemlerin hiçbiri mutlak ve evrensel nitelikte olmayıp, her toplumda aynı sonuçları vermeleri beklenmez.
Her ülke kendi şartlarına göre hükümet sistemi tercihinde bulunabilir.
Bu tercihin revize edilmesi ya da değiştirilmesi, iddia edildiği gibi bir ülkeyi bölmez.
Elbette her sistemin artıları ve eksileri mevcuttur.
Yani Cumhuriyet bu sistem üzerine bina edildi diye ilelebet bu sistemde ısrar etmenin bir anlamı ve mantığı yoktur.
Şu anda güçlü bir iktidar ve iktidarla uyumlu bir cumhurbaşkanı olduğu için ortada sorun yok gibi görünse de 2002-2007 arasındaki hükümet-cumhurbaşkanı uyuşmazlığı ve 1990’lı yıllardaki zayıf koalisyonlar ile 1980 öncesi yaşanan kaotik siyasi ortam bu sistemin neden artık gerekli olduğunu açıklayan en iyi örneklerdir.
Bunu dedikten sonra başlıktaki sorunun cevabının da neden “evet” olduğu daha iyi anlaşılabilir.
“Yine de başkanlık sistemi olmasın ama Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlandırılıp “sorumsuzluk” vasfı kaldırılsın, sorun böyle de çözülebilir” diyenler olabilir.
Kısmen doğru olsa da bu öneri de parçalı bir siyasi tabloyu tam anlamıyla engelleyemez.
Bu yüzden başkanlık sistemi bu tür riskleri ortadan kaldırmak adına daha kalıcı bir çözümdür.
Şeyhmus
08.04.2013 / 08:21Kemal kardeşim...<br>Halk Şura'sına takmışsınız. Unutmayalım ki, İslam peygamberi bir devlet başkanı idi. Baş komutandı. Fakat asla meşveretsiz iş yapmazdı. Zamanının tekniğinin müsade ettiği azami ölçüde demokrasi kurallarına uymuştur. İşi ehline vermiştir. Torpil yapmamıştır. Kimseye ayrımcılık tanımamıştır. Bir de şimdiki sözümona müslüman geçinen yöneticilerimizle kıyasla. Kıyaslayamazsın. Arada dağlar kadar fark var.
kemal
05.04.2013 / 16:00bir yorumcunun yazdıkları dikkatimi çekti. hem islamdan bahsedeceksin hem de üniter devlet yapısını savunacaksın. İslamın neresinde var üniter devlet anlayışı. esas olan milletin birliğimidir ümmetin birliğimidir? birde halk şurası nedir yaw? komünist ülkelerdeki halk komiserliğini çağrıştırıyor bana. yani düşünsene başkanın üzerinde onu denetleyen bir halk komiserliği. bu sistem tam olarak komünist devlet uygulamasıdır. yani resmen bir çorba yapmışsın sayın yorumcu. <br>ikbal bey'in yazısına gelince, aslında bende yazının sonunda yazdığı düşünceyi savunuyordum yani başkanın yetkileri azaltılsın başbakan güçlendirilsin diyordum ama sonra söylediği doğru, yani böyle olsa ve yetkiler düzenlense bile yine parçalı bir tablo oluşabilir. yazınızı okuduktan sonra başkanlık sistemi banada istikrar için daha gerçekçi gibi geldi.
ikbale
05.04.2013 / 12:01Yazınız tanımlardan öteye gidememiş başkanlık sistemini destekliyorsunuz ama tam olarak devlet başkanlığı sistemini anlatamamışsınız. Sistem başlı başına diktatörlüğü çağrıştırıyor. En büyük tehlikesi parçalmaya sebebiyet verecek Kürtler bir ayalet (İslam düşmanlarının da istediği bu) böl parçala yut. Yararı ne olursa olsun bu sistem İslam coğrafyasına uymaz. Hemen peşinden parçalanma gelir. Alın size Sudan , Irak örnekleri. Bize ters Bence Devlet B. değil de Başbakanın ve ANayasanın yetkilerini azaltacak Halk şuraları kurulmalı (akil insanlar) yetkileri artırılmalı kontrol yetkileri çoğaltılmalı. Halk için yönetim bu Cumhuriyet üstü bir şey. Ne Cumhurbaşkanı şımarır Demirel , özal ve Sezer gibi ne Başbakan kendini sınırsız yetkiye sahip biri hissedecek onu da durduracak bir makanizma olacak Halk Şuraları ...Allah'a Amanet olun