Barış süreci devam ediyor

Yaşadığımız süreçte önemli bir eşiği daha geride bıraktık.
PKK uzun bir süredir elinde tuttuğu asker ve kamu görevlisi 8 rehineyi serbest bıraktı.
Başbakan Yardımcısı Atalay’ın da ifadesiyle “bu konuda yapılmış bir pazarlık olmasa da bir jest yapılmıştır”.
Süreç şu ana kadar ufak çapta kalan ve asla büyümemesini istediğimiz çeşitli sabotaj teşebbüslerine rağmen ilerliyor.
İlk başlarda hepimizde yoğun bir şekilde görülen tedirginlik ve ihtiyat havası hala mevcut olsa da nispeten azalmış durumda.
Başta MHP olmak üzere sürecin ilerlemesinden rahatsız olanlar ve klasik “teröristle pazarlık yapılmaz” ya da “bölünüyoruz” mantığındakiler olanca güçleriyle bağırmaya devam ediyorlar.
Ama toplumun büyük bir bölümü yaşanan süreci destekliyor ya da en azından karşı değil.
Aslında durum onların söylediklerinden çok farklı.
Eğer Türkiye bu sorununu çözmezse daha büyük sorunlarla karşılaşacak, asıl o zaman bölünmeye kadar giden bir yola girecek.
Bölgemizde yaşanan gelişmeleri yakından izliyoruz, asırlık diktatörlükler eski alışkanlıklarını devam ettirmek istedikleri için bir bir yıkılıyor ya da yıkılmamak için halklarını katletmeye kadar varan gözü dönmüşlükle direnmeye çalışıyorlar.
Türkiye de eğer başta Kürt sorunu olmak üzere diğer yapısal sorunlarını çözmez devleti demokratik bir şekilde dönüştürmeyi başaramazsa bugün olmazsa bile yarın aynı sonla karşılaşacağı muhakkaktır.
Bunun farkında olan mevcut iktidar da iktidara geldiği günden bu yana önce devleti dönüştürmeye yönelik çalışmalar yaptı ve çeşitli dönemlerde kesintiye uğrasa da başlattığı açılım politikası ile Kürt sorununu çözmek için adımlar atmaya başladı.
Bu politikanın son halkası olan ve daha önce sekteye uğrayan süreçlerin aksine bu kez doğrudan Öcalan’ı muhatap alarak sürdürülen mevcut süreç, Türkiye’nin hem demokratikleşmesi hem de yapısal dönüşümü önündeki en büyük engellerden birisi olan Kürt sorunun kalıcı ve demokratik bir şekilde çözümü yönünde en önemli fırsat olarak karşımıza çıkıyor.
Öcalan’la yapılan son görüşme sonrası Kandil’e ve örgütün Avrupa kanadına gönderilen mektupların da cevaplandırıldığı ve örgütün süreçle ilgili olarak Öcalan’a tam destek verdiği de artık biliniyor.
Örgütün silahlı kanadında yer alan ve çeşitli ülkelerin talimatlarıyla hareket etmeye yakın grupların provokatif eylemler yapması endişesi hala mevcut olsa da henüz böyle bir eylemin gerçekleştirilmemiş olması sevindirici; ümit ederiz ki bu tür provokasyonlar asla gerçekleşmesin.
Şimdi kritik eşik olarak 21 Mart tarihi yani Newroz var önümüzde.
Herkesin bildiği üzere Öcalan’ın bu tarihte örgüte önce ateşkes çağrısı yapması, buna mukabil devletin de operasyonları durdurması bekleniyor.
Bir sonraki adım olarak da örgüt mensuplarının Irak Kürdistan’ına çekilmesi öngörülüyor.
Peki bütün bunların karşılığında ne olacak?
Kürtlere hangi haklar verilecek?
Örgüt mensupları için genel af mı çıkarılacak?
Veya Öcalan serbest bırakılacak mı?
Son sorudan başlayalım; Öcalan’ın serbest bırakılması veya ev hapsine alınması gibi bir durum (en azından yakın bir gelecekte) mümkün görünmüyor.
Zaten Öcalan da bu tür bir uygulamayı kabul etmeyeceğini söyledi.
Örgüt mensupları için başka ülkelere gönderilme veya bulundukları yerde ikamet ettirilme gibi çeşitli seçenekler konuşuluyor.
Gelelim asıl önemli konuya yani haklar meselesine.
Bu noktada çok aşamalı bir planlama yapılıyor (veya yapıldı) düşüncesindeyim.
Önümüzdeki yerel seçimler öncesi eğer yeni anayasa hazırlanırsa sorularımızın büyük bir kısmının cevabı ile karşılaşabileceğiz.
Anayasada Türk ırkına atıfta bulunan maddelerin olmaması, güçlendirilmiş yerel yönetimler ve sonuç olarak Başkanlık sistemi uygulaması kilit öneme haiz konular olarak duruyor.
Bu noktada son çıkarılan büyükşehirler kanununa MHP işte bu yüzden “büyük zehir kanunu” adını veriyor.
Artık bir mecburiyet olan yerinden yönetim için yeni anayasa bir fırsattır çünkü 2013 Türkiye’si, çok kültürlü yapısı ve 80 milyona yaklaşan nüfusuyla Ankara’dan yönetilemeyecek kadar büyük bir ülkedir.
Bu konuda atılacak bir diğer adımda Türkiye’nin bugüne kadar bazı maddelerini imzalamadığı Avrupa Yerel Yönetimler Şartı üzerindeki çekincelerini kaldırması ve kabul etmesi olacaktır.
Daha sonra aşamalı olarak eğitim, kültür ve sosyal alanda uygulanacak reformlara sıra gelecektir.
Türkiye’nin şansı bu dönemde başında güçlü bir yönetimi ve aynı zamanda bu sorunları çözme konusunda samimiyeti ve iradesi bulunan bir liderin bulunmasıdır; dileriz bu özelliklerine muhtemel herhangi bir provokasyona rağmen süreçten vazgeçmeme inadını da ekleyebiliriz.
Süreci ümitle ve hala biraz endişe ve ihtiyatla izlemeye devam edeceğiz.