Bangladeş’e; İnsanlığın Sınırlarına Bir yolculuk
Bir gazeteci olarak, dünyanın dört bir yanına yolculuk yaptım. Savaşların, krizlerin, doğal felaketlerin ve insanlık dramlarını birçokkez birebir takip ettim, ortasında bulundum. Ancak bu kez, Bangladeş’e doğru yola çıkarken hissettiklerim diğerlerinden farklı. Bu yolculuk, yalnızca bir haber peşinde koşmak değil; aynı zamanda insanlığın en temel değerlerini yeniden hatırlamak için bir fırsat.
Bangladeş… Güney Asya’nın bu küçük ülkesi, güzellikleri kadar zorluklarıyla da bilinir. Bengal Körfezi’nin kıyısında, milyonlarca insanın yaşam mücadelesi verdiği bir coğrafya. Sel felaketleri, yoksulluk, iklim değişikliğinin acımasız etkileri ve dünyanın en büyük mülteci kamplarından biri olan Cox’s Bazar… İşte bu gerçekler, bizi buraya çekiyor.
Bu kez yalnız değilim. Yanımda, yıllardır mesleğini insanlık adına bir sorumluluk olarak gören gazeteci dostum Halil İbrahim Sincar da var. İkimiz de biliyoruz ki bu yolculuk, yalnızca bir haberin ötesinde bir anlam taşıyor. Avrupa merkezli *Help Yetim* insani yardım organizasyonu kapsamında, Bangladeş’e insani yardım götüren bir ekiple birlikte yola çıkıyoruz. Amacımız, yalnızca oradaki insanların sesini dünyaya duyurmak değil; aynı zamanda onların acılarına bir nebze olsun merhem olabilmek. İkimiz de hayatta olmayan büyüklerimiz adına hem birer su kuyusu açmak hem de oradaki insani yardım çalışmalarına bire bir şahit olmak.
Cox’s Bazar’a vardığımızda bizi neyin beklediğini tam olarak bilmiyoruz. Myanmar’dan kaçan yüz binlerce Rohingya mültecisi, burada derme çatma kamplarda yaşam mücadelesi veriyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar… Her biri, hayatta kalmak için insanüstü bir çaba gösteriyor. Onların hikayelerini dinlemek, gözlerinin içine bakmak ve yaşadıkları acıyı anlamaya çalışmak, bizim için bir görevden çok bir sorumluluk.
Ancak bu yolculuk, yalnızca acıların değil, umudun da hikayesi. Çünkü her zorlukta, her felakette, insanlığın dayanışma gücünü görmek mümkün. Bangladeş’te, yerel halkın mültecilere nasıl kucak açtığını, uluslararası yardım kuruluşlarının nasıl canla başla çalıştığını görmek, insanlığa olan inancımızı tazeliyor. Belki de bu yolculuk, bize unuttuğumuz bir gerçeği hatırlatacak: İnsanlık, en zor zamanlarda bile birbirine destek olmayı başarabilir.
Bu yazıyı yazarken yanıma yalnızca birkaç kıyafet, Artukbey’den çocuklara hediyelik badem şekerleri ile sineklere karşı ilaç ve birkaç tane gıda takviyesi alıyorum.
Notlarımı almak ve güzel fotoğraflar çekmek için de bilgisayarım ve telefon yeterli olduğundan ekstra birşey almama gerek kalmıyor.
Bu gezi, yalnızca bir görev ya da bir yolculuk değil; yüreğimizde taşıdığımız sorumluluğu yerine getirme duygusunun bir yansıması. İnsanlığın acılarına kayıtsız kalmamak, elimizden geleni yapmak ve bir nebze olsun umut olabilmek, her şeyden ağır basıyor. Bu sorumluluk, bizi harekete geçiren en güçlü motivasyon.
Bütün İslam coğrafyasında olduğu gibi buradaki insanların sesini duyurmak. Çünkü gazetecilik, yalnızca bir meslek değil; aynı zamanda bir vicdan meselesi. Ve bu vicdan, bizi dünyanın en karanlık köşelerine bile götürmeye hazır.
Bangladeş’e doğru yola çıkarken, aklımızda tek bir soru var: İnsanlık, bu kadar acıya rağmen hâlâ umut taşıyabilir mi? Bu sorunun cevabını, oradaki insanların gözlerinde arayacağım. Ve döndüğümde, bu hikayeyi sizinle paylaşacağım. Çünkü bu hikaye, yalnızca onların değil; hepimizin hikayesi.
Yolculuk başlıyor. İnsanlığın sınırlarında buluşmak üzere…