Babalar ve Kızları

KÖŞE YAZISI

Rus Yazar Turgengev’in Babalar Ve Oğulları adlı bir klasik romanı var. Bu romanda kuşaklar arasındaki çatışmaları, çekişmeleri ve farklı dünya görüşleri arasındaki gelgitler konu alınıyor. Romanın başkahramanı Bazarov yeni fikir ve davranışlarını kapsamlı olarak anlatan bu roman, Dünya edebiyatında yeni bir çığır açmıştı. Toplumdaki yeni kuşakların babalara karşı olan isyanı, yeni davranış biçimlerinin şekillenmesi, yaşam biçimi ve tercihler düzlemindeki değer yargıları, bu gerginliğin temel nedeni oluyordu elbette. Yeni kuşak hep babalarının, yani eski toplumsal düzeni radikal bir temel de değiştirme mücadelesi veriyor ve farklı yaşam biçimleri uğruna mücadele ediyordu.

Babalar Ve Oğulları tema olarak birçok edebi eserin önemli bir konusu olarak işlenmişlerdir şimdiye kadar. Anneler ve kızları da öyle. Ama Babalar ve Kızları çok fazla işlenmiş bir konu olmamıştır…

Bazen babaların aksine çocukları daha muhafazakâr bir tutum sergileyebilirler. Solcu babanın çocukları sağcı olabiliyor, sağcı babanın çocukları da solcu olabiliyor. Bazen de babalar ve çocukları aynı çizgide mücadeleye devam edebilirler.

Söz konusu edebi temaları düşünürken aklıma BDP’nin Mardin Bağımsız Milletvekili Adayı Gülser Yıldırım geldi. Babası Zübeyir Yıldırım kızı Gülser’in siyasi tercihlerine bugünlerde tanıklık etseydi nasıl bir duygu ve düşünce dünyasına dalardı acaba?

Eminim çok sevinecekti! Çünkü bu kız babasının yolunda siyasete devam ediyor.

Anlatayım; Baba Zübeyir Yıldırım 80’li yıllarda Omeriyan bölgesinde korucu olmamak için tüm baskı ve işkencelere karşı yiğitçe direnmişti. Devlet yetkilileri Zübeyir Yıldırımı zorla korucu yaymak istiyordu. Ama uzun işkence ve baskılardan sonra O maalesef hayatını kaybetti ve bizlerden ayrıldı. O şehitler kervanına katıldı. Direnmesi de dillere destan oldu. Gururlu duruşuyla geride kalan yakınlarının yüzünü de ak etti, başlarını dik tuttu ve Kürt halkının belleğinde canlı bir örnek olarak kaldı. Ünlü direnmesiyle ilgili şiirler yazıldı, ağıtlar yakıldı ve bölge insanına bir moral kaynağı oldu…

Annesi onu hapiste ziyaret ederken şöyle demişti; Oğlum çocukların hala küçüktürler, ne yapacağız?

Zübeyir Annesine cevap verirken şöyle der; Ben seni çok akıllı zannederdim Anne, benim küçük çocuklarım vatanımızdan daha tatlı değildir, demişti.

Annesinin gönlünü almak için konunun hassasiyetini öne çıkarmıştı. Yurtseverlik teması üzerinde annesini ikna etmeye çalışmıştı.

Şimdi de kızı Gülser Yıldırım siyasi nedenlerden dolayı hapistedir. Babasının izindedir. Babasının sesi hala kulaklarında çınlamaktadır. O bir annedir ve mücadele insanıdır. Siyasi inancı uğruna arkadaşlarıyla birlikte zindanda da bile direniyorlar. Her şeye rağmen siyasi inançlarından vazgeçmiyorlar. Çünkü bu onların varlık nedenidir artık. Herkesin doğal hakkı olan anadillerinde savunma yapmak istiyorlar. Ama çağ dışı anlayışlar bu talebi bile karşılamaktan acizdir.

Hani anadille konuşmak ve yazmak serbestti?

Bu korku ve baskı nedendir acaba? Güneş batıdan mı doğacak sanki? Kıyamet mi kopacak? İnekler çift başlı yavrular mı doğuracaklar? Katırlar koyun mu doğuracak? Türkiye bundan dolayı AB üyesi mi olacaktır? Bozkurtlar ampul mü yumurtlayacaklar! Yoksa devşirme Türkler zorla mecburi iskâna mı tabi tutulacaklar? Bu tutumun mantıklı bir nedeni olabilir mi hiç? Korku siyasetiyle uzun bir dönemde kimse başarıya ulaşamaz ki! Korkunun ecele faydası kimseye olmuş mudur? Bu bağlamda niye olsun ki!

Bu çağ dışı tutumlar her halükarda ters tepki yaratmıyor mu? Akıl Türkiye’de tatile mi çıkmıştır? Ya da akıldışı karanlık güçler tarafından tutsak mı edilmiştir. Herhalde 12 Haziran seçimlerine kadar bu gidişle aklın tatilden dönme ya da tutsaklıktan kurtulma niyeti de hiç yoktur!

Şunu kalın çizgilerle tekrar etmekte yarar var; Kürt halkı yüz elli yıldır siyasi ve kültürel haklar için mücadele ediyor. Tüm baskı, katliam, işkence ve sürgünlere rağmen bu halk, haklı taleplerinden şimdiye kadar vazgeçmemiştir. Çünkü bu onun varlık nedenidir. Vazgeçenlere rağmen bu halk, ülkemizde otlar yeşerdikçe, ağaçlar meyve verdikçe ve Güneş doğudan doğduğu sürece,  mücadeleye devam edecektir. Davayı bırakanlar varsa ya da teslim olanlara rağmen bu dava demokratik ve barışçıl yöntemlerle devam edecektir. Bu, böyle bilinsin ve dağlara ve taşlara yazılsın…

Fırat Nehrine ne diyordu ünlü Kürt şairi Cegerxwin?

Sende benim gibi Kürt olsaydın
Büyüklüğün, ihtişamın, gürültün
Yaralara dönüşecekti
Ey Fırat… Diyordu.
Bizde Ortadoğu’daki komşu halklara şunu diyoruz;
Sizde bizim gibi Kürt olsaydınız.
Tüm kibriniz, vurdumduymazlığınız, zalimliğiniz
Yara ve bereler dönüşecekti.

Durum böyleyken Kürtler temel insani hakları için mücadele etmekten niye vazgeçsin?

Peki, bu halk hangi insani nedenlerden dolayı mücadelesinden vazgeçsin? Lütfen bir tanesini söyleyin! Kim bu insani mücadeleden vazgeçmiş ki Kürtler vazgeçsin? Kürtler aptal mıdır? Bizi aptal yerine koyanlar, aptal olduklarını unutuyorlar! Bize nasihat edenler, kendileri nasihate muhtaçtır, bize akıl vermeye çalışanlar, kendileri akıl yoksunudur.

Ortadoğu halkları arasında temel insani haklarından vazgeçen bir halk var mıdır? Komşu halklar hangi temel haklara sahipse, Kürtler de onu talep ediyor. Daha fazlasını değil. Ortadoğu’nun göbeğinde yaşayan Kürtler temel insani haklarından vazgeçerse, peki, o zaman bu bölünmüş, parçalanmış halkın son ne olacak? Herhalde güzel şeyler olmayacak. Kadim bir halk ortadan kaybolacak. Hangi şerefli insan bu kadere razı olabilir ki?

Yüz elli yıldır Kürtler aynı temel insani haklar konusunda bir birliktelik yaratmışlar. Bundan vazgeçenler varsa, bu onların tercihidir. Herkesin tercihi tabii olarak kendisini ele verir. Onlar hakkında bizlere bilgi verir.

Ama bizler hiçbir zaman temel insani haklar uğruna verdiğimiz demokratik mücadeleden vazgeçmeyeceğiz…

İşte Gülser Yıldırımda söz konusu insani haklar için hapiste yatıyor. Onu demokratik yollarla hapisten kurtarmak, tercihimizi net olarak ifade etmek boynumuzun borcu olsun. Hani analar ağlamasın diyorduk? Gülser Yıldırım da bir anne değil midir sanki?

Şunun altını kalın çizgilerle bir daha çizmek gerekiyor; Dünya edebiyatı da bundan sonra Babalar ve Oğulları yerine, şimdi de Babalar Ve Kızlarını ele almakla yüz yüze kalacaktır. Bu Kürtler arasında son dönemlerde meydana çıkmış yeni bir olgudur… Bilindiği gibi kızlar da artık en az oğullar kadar bu mücadeleye katkı sunuyorlar. Herkese emeği oranında değer vermek, herkese yeteneği oranında katkı istemek en doğru insani tavır değil midir?

“Şêr şêr e, çi jinê çi mêr e” yani Aslan aslandır, dişisi de erkeği de, bu Kürt atasözü herkesin kulağına küpe olsun!