Ayrılık Monoloğu

Bir sükûnet var ruhunda; yaralı bir sükûnet. Dağın doruklarından parçalanarak düşüp nehir yataklarında durulmuş sular gibisin. Yine de bu yaralı dinginlik, yaşama yeniden başlama ataklarına engel olmuyor bir süre. Söz gelimi buhranlı zamanların geride kaldığına, sabah uyanmalarında hissediyorsun. Anlıyorsun ki hiçbir uyanma ya da hiç bir silüet bıçak kesiği gibi uykularını bölmüyor, ruhunu yaralamıyor, seni derin tefekkürlere itmiyor atık. Bir nebze de olsa “böylesi daha iyi,” diyebiliyorsun. Böylece kısa sürede sağaltılması mümkün olmayan yaralarına rağmen, emekleye emekleye de olsa düştüğün yerden ayağa kalkmaya çalışıyorsun. Düş yoğunluğun hafifledikçe, ağır bir yükten kurtulduğunun ayırtına varıyorsun. Söz gelimi aynı hacimli bir ağırlığın ruha verdiği eziyetin, bedene verdiğinden kat kat daha fazla olduğunu kanıksıyorsun.
Kanıksadıkça da ihmal ettiğin bedenine daha bir özenle yaklaşıyorsun; yüzünde beliren keder çizgilerine masaj yapmak için her sabah aynanın karşısına geçiyorsun, geçmişken de kalın dişli bir tarakla ıslattığın saçlarını arkaya doğru tarıyorsun. Yaşadıklarının yüreğinde biriken tortularını kazımak için dış dünyaya açılıyorsun. Evden çıkmanla beraber, farklı yollar, farklı yaşamlar, farklı mekânlara doğru gitmeye karar veriyorsun… Daha doğrusu çatallanan yol ağızlarında her defasında çıkmazlara sürüklendiğin yolları tercih etmekten imtina ediyorsun...
Yeni dediğin yaşam yolları uzun bir süre görüşmediğin dostlarının yaşam durakları kurdukları yollar aslında; onların takıldığı sokaklar, kafeler, barlar… Böylece eski bir tanıdığa rastlar gibi müdavimi olunan salaş mekânlara uğruyorsun, histerik anlar yaşasan da sohbet aralarında yapılan şakalar esnasında uzun zamandır yüzünden eksik olan tebessümlere yeniden kavuştuğunun ayırtına varıyorsun.
Mağrur bakışlarının gölgesinde gözlerin ışıl ışıl parlarken, hüzünle karışık bir takdir yakalıyorsun çevrendeki bakışlarda; ya da bir mağlubiyetin tesellisini. Soran yaşama döndüğün için “merhaba,” diyorlar sana. Ayrılığın üzerinden geçen zaman uzadıkça da “boş ver,” dediklerini duyuyorsun. Ya da “ondan daha iyisine layıksın,” gibi teskinlerle yüz yüze geliyorsun; bu teselliler yüreğinin derinliklerinde uyuyan bazı hücrelerin ürpermesine neden oluyor mu? Ya da dostlarının boş ver dediği şeylere, sen de boş ver diyecek gücü kendinde bulabiliyor musun? Bu tesellileri olumlarcasına sadece kafa sallıyorsun.
Her şeyi yutan bir dinazor gibi tüm duyguların kolayca tüketildiği bir çağda matemleri, yasları da erken tüketiyor dostların. Öyle ki sanırsın kış başlıyor. Eski duraklarda bulduğun dostlarının her biri panik atak bir şekilde gelecek için rezerv edecekleri yaşamların peşinde koşuyorlar. En son gittiğin salaş mekânlarda tanıdık hiçbir yüz bulamıyorsun; Teselliler suya yazılmış bir mürekkep kadar da kalıcı olmayınca yeniden yalnızlığının pençesine düşüyorsun. Yüzün yakası kalkık paltonun içine doğru gömülüyken, sarı ışıklı sokak lambalarının soğuk ışıklarında öylesine dolanmaya çalışıyorsun. Gözün sokakta sağlı sollu dizilmiş camları buğu tutmuş kafelere takılıyor. Gülen, el şakaları yapan ya da bir birine sarılan insanları gördüğünde kabuk bağlamaya yüz tutmuş içinin derinliklerinde bir yerlerin sızlamaya başladığını hissediyorsun.
Dostlarla araşmaların azaldıkça da yeniden eve kapanıyorsun. Lirik şarkılar dinlemeye başlıyorsun yeniden. Bir teselli ya da sıkıntılarını azaltacak yardan bir haber, bir dönüt ya da bir dönüş beklemiyorsun elbette. Dünyanın zalimliğine yanıyorsun en çok. Bir de takılmış bir kaset gibi dostlarının “sen iyilerine layıksın,” sözlerine sende takılmış gibi hatırlayıp duruyorsun. İlk zamanlara göre daha hafif de olsa ruhunu daraltan bu ikinci dalga şiddetinin ne zamana kadar süreceğini kestiremiyorsun. Böylece cam kırıkları gibi darmadağın olmuş bir ruhla evin içinde dolanırken kaset ilk baştan sarıyor. Tekrar anımsıyorsun: “Sen daha iyilerine layıksın!” bu sözü her duyduğunda kendine bile itiraf etmekten korktuğun bir gerçeğin bilince çıkmasına engel olamıyorsun. Ondan daha iyi bir ülke, ondan daha iyi bir liman bulamayacağının gerçeğini daha çok kavrıyorsun; bunu her kavradığında da bedeni ruhundan kerpetenle çekilen insanlar gibi derin acılar yaşamaya devam ediyorsun böylece…
MK
03.03.2015 / 08:13Kalemine yüreğine sağlık. Saygıdeğer hocam yazılarını özlemiştik. İyiki varsın.