diorex
dedas

Ateşin düştüğü yerde ölüyorsun

Ateşin düştüğü yerde ölüyorsun

Düşünsene, bir kasabanın bir mahallesinde yaşıyorsun.  Alt komşularınız, üst komşularınız, yan komşularınız var. Üstelik komşu deyip geçmiyorsun. Kader birliği etmişliğiniz var; söz gelimi vefat eden komşunun yaşlı nenesinin naşı omuzlar üzerinde evin kapısından çıkarılırken, sende de büyük boşluklar oluşuyor. Ya da öteki komşunun kızı evleneceği zaman, annen düğün hazırlıklarında başı çekiyor; kardeşin ateşler içinde kıvrandığında da üst komşunuz bir an olsun sizi yalnız bırakmıyor. Yani az buz bir şey değil komşuluklarınız.

Sonra bir yaz günü akşamüzeri çölün tozunu bastırmak için ıslatılmış sokağa açılan dış avluların kapı eşiklerinde otururken, bütün sohbet gelip son günlerde yüzü maskeli haramilerin kasabayı ele geçirmek istemeleri ile ilgili söylentiler üzerine yoğunlaşıyor. Sadece yoğunlaşıyor tabi… Yani yaşanabilecek korkunç senaryolar bir akşamüstü sohbetinden öteye geçmiyor. Senin ise aklına reyhan fideleri geliyor. Saksı niyetine küçük, boş bir tenekeye diktiğin reyhan fidesine bakarken, çok değil, bir ay kadar uzak bir zaman diliminin düşünü kuruyorsun: sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes çekiyorsunuz. O an burnuna top top reyhandan güzel kokuların geldiğini hayal ediyorsun.

Aslında, reyhanlı çiçekli bir gelecek düşlemen, savaş ihtimalini düşünden uzaklaştırmak istemenden başka bir şey değil. Buna rağmen korkulan şey başa geliyor. Bir gün akşamüzeri, omzuna astığı silahı taşımakta zorlanan küçük bir milis, iki de bir belinden kayan pantolonunu yukarı doğru çekiştirirken bir yandan da üstlerinden aldığı bilgiyi aktarıyor: Eli kanlı bir harami ordusunun canınızı, malınızı ve namusunuzu gasp etmek için sahiden de giderek yaklaştığını duyuruyor.

Bir ordunuz yok! Dolayısla tank- top alayınız da yok… Elde tüfekten başka hiçbir şeyiniz yok aslında. Savaşacak asker de olmayınca iş başa düşüyor: Apê Ehmed, Xaltîka Fatê, Suudê Dêhn, Ristemê Qessab, Qîza Rehmetiya Xaltika Fetma, Sen… Yani mahallede ne kadar aile varsa her evden hemen hemen bir kişi milis gücüne katılıyorsunuz: şişko göbeklerin üzerine geçirilen avcı yelekleri, şalvarların altında sırıtan kunduralar, başın etrafına bağlanmak isterken kafanın içinde kaybolduğu puşiler… bu haliniz ilk başlarda size çok komik geliyor.

Komik durumlara gülmeniz uzun sürmüyor tabi. Her şey çok hızlı gelişiyor. Bir anda deprem etkisi yaratan bir patlama oluyor; yerin sarsıntısı topraktan ilerleyip, ayaklarına oradan da yüreğine ulaşıyor.  Gecenin karanlığını delip üzerinizden geçen mermileri katil köpek balıklarının embriyolarına benzetiyorsun. Sonraki patlama, ardında duran bir evin avlu duvarında dev yarıkların açılmasına neden oluyor.

Öyle olunca evinin duvarına koyduğun reyhan saksısına bir şey olup olmadığını merak ediyorsun. Sonraki günler her yerden patlama sesleri gelince anneler, sırtlarına bağladıkları bebekleri ile şehirden uzak güvenli bölgelere doğru kaçıyorlar. Sonra zaman uzuyor; aslında savaş uzuyor.  Uzadıkça da cepheden kötü haberler gelmeye başlıyor. Ölüler ve yaralılar sedyelerde taşınırken, bu olaya bazen sende şahit oluyorsun.

Hiç unutmuyorsun! Küçük milis, aynı ağır yükün altında, aynı aksak yürüyüşüyle, göğsünde taşıdığı gazeteleri sağa sola dağıtıyor. Bulduğun ilk ışığın altında gazetedeki büyük puntolarla başlığı görüyorsun! Başlığın altında avcı yelekli, şişko göbekli, ayağında kundurasıyla bir adam görüyorsun. Milis gücüne katıldığı ilk gün giydiği bu elbiselerle ne kadar komik göründüğünü, buna sebep ne kadar çok güldüğünüzü hatırlıyorsun. Yaptığı kahramanlıkla, yaşamını yitiren ve gazeteye manşet olan bu adamı sen iki defa tanıyorsun.

Yaptığı şakalar ile gülmekten kırıldığınız Apê Ehmed’i öylece gördüğünde yüreğinde hızla derinleşen boşluğu neyle dolduracağını bilmiyorsun. Gözyaşların çoğalırken, elinde tuttuğun gazeteye bakıp, bu bizim Apê Ehmed, diyecekken, gecenin en siyah deminde çarpışmalar şiddetleniyor, o sebep susup, başını bir yorganın altına gizler gibi mevzinin içine gömüyorsun; sonra öteki cephelerde savaşan diğer tanıdıkların: Suudê Dêhn, Ristemê Qessab, Qîza Rehmetiya Xaltika Fetma… gibi başka komşularının akıbetini düşünüyorsun.

Günler geçmeye devam ediyor. Haramiler bastırdıkça daha fazla hırslanıyorsun. Buna sebep her isabetli atıştan sonra sevinç çığlıklarına sende katılıyorsun. Böylece cephe, silah, mevzi derken, dinlenmeye çekildiğin bazı zamanlarda çocukluğunun tepesine çıkıp kasabanın kuzeyinde duran demir yoluna bakıyorsun. Bir zamanlar üzerinde oyunlar oynadığınız bu raylar, sana bulunduğun topraklarda yaşamın makas değiştirdiğini çağrıştırıyor. Bunu düşündükçe de çocukluğunun mahallesine gitmek istemiyorsun; orada hiç kimseyi ve en çok da avlunun duvarında reyhan çiçeğini görmemekten korkuyorsun.    

Yorumlar

Image
idris
13.10.2014 / 00:00

keşke kobaniye duyarlı herkes bu sahicilikte meseleye yaklaşabilse. Edebiyatın ve sözün gücü hüküm sürse ve barut kokusu yerine reyhan kokusu ile büyüse kadim ve mazlum coğrafyanın çocukları...keşke şehirler yağmalanmasa, masum çocuklar ve bebeler rahat uyusa, inançlar ve etnik aidiyetler hor görülmese...molotoflar derin uçurumlar açmasa ülkenin doğusu ve batısı arasında. bizi biz yapan değerler el üstünde tutulsa. bir ve beraber yaşasak...türkü, kürdü ve arabı ile..ama içten, ama samimi, ama içimizde birbirimize kin biriktirmeden...keşke son bir hafta içinde yaşanan hadiseler haklı bir mücadeleyi tersine çevirip "oh olsun, hakediyorlar" faşistliğine indirgenmese...<br>sayın yazar...herkes eteğindeki taşları dökmeli...ve barışın önündeki her şahış, kişi, parti, örgüt reddedilmeli ve tavır konulmalı. aksi takdirde ne sözün ne de edebiyatın gücü kalmaz...ortada sadece öfkenin, kinin, kan ve gözyaşının acımasızlığı kalır...

Image
mehmet kurt
12.10.2014 / 20:52

toplumun değerlerine o kadar mı değer veriyorsun dini değerler toplumun değerleri değil mi? hama,halep yok edilirken nerdeydiniz.hangi gün yürüyüş yaptınız...iş kobaneye gelince...

Image
Ayten Üren
12.10.2014 / 11:42

Okurken, kendini onu yazanın yerine ve o Yasemin çiçeğinin yanına koyabiliyorsan, İNSANSIN..

Yorum Yaz