Arap (Son)baharı
Tunus’ta açlık ve işsizlik sebebiyle başlayan halk isyanı sürekli yorumlanarak içi dolduruldu. Bu isyanın esas mimarı açlık ve işsizlik iken buna siyasi ve dinî yorumlar eklendi. İsyan Mısır’a gelince olaya Müslüman Kardeşleri de dâhil ederek dinî bir ton verdiler. Oysa Bahreyn’de ve Yemen’de dinî ve insanî suç işlendiği halde buna dair bol reklamlı ve ajitatif haber yapılmadı. Çünkü oradaki suçun devamı ehven-i şerdi. Zaten para da etmiyordu. Yemen’deki mezhep sorunu ya da Bahrey’deki bir aktivistin derdi kimseyi germedi.
“Arap bahar” dalları çiçeklendirdikçe meyvesi ne de olsa bize de düşecek diye ellerimizi sıvazladık. Fransa’dan sonra gemilerimizi gönderdik. Geçenki Libya ziyaretini de aynı şekilde Sarkozi’yi rötarla takip ettik. Onun Libya’dan alamadığını biz istemeye gittik, ama nafile. Birkaç diplomatik sözle ziyaret süslendi. Nihayetinde olan harcadığımız mazota ve paraya değmedi.
Arap baharı kendini yaza bırakırken Türkiye aç bir kaplan gibi etrafına saldırmaya başladı, Türkiye büyüyen bir sanayiye sahip ve mallarını Araplara satıyordu. Bu Türkiye’ye büyük bir özgüven veriyordu. Ama mal ihraç etmenin iki taraflı bir bağımlılık olduğu ancak Arap baharının getirdiği çalkantıyla ortaya çıktı. O zaman üretilip satılamayan malın üretilmeyen maldan daha zararlı olduğu ortaya çıktı. Böylece bu yazın sıcağı Ortadoğu’ya ihracat yapan birçok üreticiyi elde kalan malla yaktı.
Üretici ve ihracatçı bir an önce etrafın durulmasını beklerken sanki ülkemizde yapılacak bir şey kalmamış gibi “iyi komşuluk ilişkileri” ve “komşularla sıfır sorun” bir yana bırakılıp Suriye Arap Baharının son kalesi olarak görüldü. Kendi ülkemizde parlamenter demokrasiyi bile daha içimize tam sindirememişken komşunun demokratik sorunu bizi gerdi. İhracatçı mallarını satın alacak Arap’ı gündüz fenerle ararken Suriye’ye olan demokratik tavsiyelerimiz bu ülkeyle ticarî bağlarımızı kopardı. Sonuç olarak Türkiye malları boykot edildi.
Ticaret bir yana komşuluk ilişkilerimiz de zarar gördü. Biz Suriye’yle pasaportsuz geçişi hayal ederken, Suriye sınır kapısını kapatarak artık bizi ülkesinde istemiyor. 10 yılda “iyi komşuluk ilişkileriyle” kurulan bu bağların ustalıkla yıkılıp tekrar tesis edilmesi çok daha zor olacaktır.
Ortadoğu “bir koyup üç alabileceğin” bir yer değildir, bilakis Ortadoğu “bir koyup üç kaybedebileceğin” bir yerdir. Kaddafi’nin Libya’sına bir savaş gemisi göndermekle kurulacak yeni Libya’nın üç tane savaş gemisi siparişi vermesini beklemek ustalık işi değildir. Nihayetinde biz de Ortadoğu ülkesi olduğumuzdan bu coğrafyanın en uzağındaki bir ülkede çıkan bir sorun yine bize tesir eder. Çünkü biz dışarıdaki bir ülke değiliz, bizzat Ortadoğu’nun kendisiyiz.
Her şey bir tarafa şimdiye dek ortaokul ve liselerde çocuklara Arapların birinci dünya savaşında bizi nasıl arkadan vurduklarını bire on saptırılarak anlatıldı. Bu sayede biz önümüze çıkan her Arap’ı hain olarak gördük. Acaba AB ve ABD’nin bu “Arap Baharı” başarısızlıkta ısrar ederse Arapların ortaokul ve lise tarih kitaplarına Türkiye’nin nasıl geçebileceği düşünüldü mü?