Annan Planı gölgesinde katliam

Suriye'deki rejim, Annan Planını kabul ettiğini yaklaşık 2 hafta önce açıkladı.
Ancak o süreden bu yana ülke normale dönmüş değil.
Her gün farklı bir şehirden çatışma ve ölüm haberleri gelmeye devam ediyor.
Nisan ayı başından bu yana ordu güçleri tarafından öldürülenlerin sayısı yine yüzlerle (yaklaşık 700) ifade ediliyor.
Esed yönetimi demokrasiye geçiş ve reformlar konusunda istekli ve samimi olmadığını yine ispat etti.
Baas rejimi halkın meşru taleplerini demir yumruğuyla ezmeye kaldığı yerden devam ediyor.
Üstelik bunlar bazı yerlerde BM gözlemcilerinin gözleri önünde yapılıyor.
Suriye rejimi görünüşe göre Annan planını tamamen zaman kazanmak ve bu süre içinde muhalifleri mümkün olduğunca sindirmek amacıyla bir fırsat olarak görüyor ve kullanıyor.
Çünkü Esed ve Baas yönetimi de meşru ve özgür bir seçimde hiçbir şanslarının olmadığını ve yönetimlerini ancak bu tür bir diktatorya ile sürdürebileceklerini biliyorlar.
Bu da çevrelerinde yaşanan ve Arap Baharı adı verilen halk hareketlerinin özünü kavrayamadıklarını ve baskı yoluyla sadece iktidarlarının ömrünü bir müddet uzatabileceklerini göremediklerini gösteriyor.
Bugün zalim Baas rejiminin yapması gereken şudur; Beşşar Esed yönetimi bıraktığını açıklamalı, ülkeyi seçimlere götürecek bir milli birlik hükümetinin işbaşına gelmeli ve en kısa süre içinde serbest, demokratik ve adil seçimler yapılmalıdır.
Bundan sonraki adım da Esed ve çevresinde yönetim kademesinde bulunanların, işledikleri cinayetler sebebiyle yargı önüne çıkarılmaları ve hesap vermeleri olacaktır.
Yönetimi paylaşmaya bile yanaşmayan Esed, bir anlamda kendi sonunu getirecek olan böyle bir adım atacak mıdır, hiç mümkün görünmemektedir.
Bu durumda iş yine halk hareketine kalmaktadır.
Bu noktada daha önce de yazdığım gibi, Türkiye haklı ve doğru bir yerde pozisyon almıştır.
Hükümetin, halkını katlederek ayakta kalmaya çalışan diktatoryanın yanında saf tutması beklenemez, beklenmemelidir.
Suriye Halkının Dostları toplantısının İstanbul’da yapılmış olması da bu doğrultuda atılmış bir adımdır.
Suriye ile yaklaşık 1000 kilometrelik uzun bir kara sınırına sahip bir ülke olan ve karşılıklı akrabalık ilişkilerine sahip yüz binlerce vatandaşı olan Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerle yakından ilgilenmesi de tabii bir durumdur.
Suriye meselesi sıcak gelişmelere gebedir, önümüzdeki dönemde yakından izlemeye devam edeceğiz.
Avrupa’da ise gündemde Fransa seçimleri var.
Mevcut başkan Sarkozy ilk tur seçimlerde beklediğini alamadı ve sosyalist aday Hollande’in 2 puan gerisinde kalarak sadece yüzde 26 oy alabildi.
Seçimlerin ikinci turu Sarkozy’nin vedasına sahne olacak gibi görünüyor.
Dış politikada ülkesini AB’de önemli bir konuma taşıması ve Libya örneğinde olduğu gibi çeşitli uluslararası krizlerde aktif rol almış olmasına rağmen iç politikada beklentileri karşılayamadı Sarkozy.
Gerek ekonomide yaşanan olumsuz tablo gerek de giderek yabancı karşıtlığına dönüşen aşırı sağ politika ve söylemleri ülke içinde büyük tepki çekiyor.
Ancak tepki gören bu özelliği ikinci turda kendisine avantaj da sağlayabilir.
Çünkü ilk tur seçimlerde aşırı sağın adayı olan Le Pen yaklaşık yüzde 18’lik bir oy oranı elde etti.
Seçilme şansı bulunmayan aşırı sağcı adayın ikinci turda kendisine daha yakın olan Sarkozy’i desteklemesi kuvvetli bir ihtimal.
Bu da ibreyi bir anda Sarkozy’e çevirebilir.
Bunun farkında olan Sarkozy de hemen aşırı sağ söylemlere yönelerek göçmenlik karşıtı uygulamalara ağırlık verileceği mesajını verdi.
Türkiye ise şu anda seçimler noktasında bir bekle-gör politikası izliyor.
Türkiye’nin AB üyeliğine karşıtlığı bir politika haline gelmiş olan Sarkozy’nin yenilmesi Türkiye’nin memnun olacağı bir gelişme.
Çünkü Fransa, üyelik müzakerelerinin bir bölümünü bloke etmiş durumda, yaklaşık 2 yıldır herhangi bir fasıl açılmış değil.
Diğer aday Hollande’in tavrı ise henüz net olmasa da seçildiği takdirde eski politikayı tamamen bir kenara bırakma ihtimali de zayıf.
Sarkozy kadar katı olmasa bile Türkiye’nin üyeliğine yönelik çekinceleri olacaktır çünkü Sarkozy’nin karşıtlığı tamamen Fransa kamuoyunun genel algısı sonucu şekillenmişti.
Ama eğer Sarkozy bir kez daha seçilirse, Türkiye’nin AB rüyası uzun bir süreliğine daha ertelenmiş olacak.
Fransa seçimleri bir anlamda Türkiye'nin AB üyeliğini de etkileyecek bir seçim olma özelliğini taşıyor.
Bu arada son bir not; malum, 28 Şubat soruşturması kapsamında dönemin sorumluları tek tek yargı karşısına çıkarılıyor.
E-muhtıra’nın beşinci yıldönümüne girdiğimiz bu günlerde, başta muhtırayı bizzat kaleme aldığını itiraf eden Büyükanıt olmak üzere, muhtıranın tüm sorumluları hakkında da yargı mekanizmasının acilen devreye girmesini bekliyoruz.