Analitik Düşünme (TIP VE SAĞLIK SERÜVENİNDEN KESİTLER)
Hakikat peşinde olanlar için açık zihin ve eleştirel bakışı yitirmemek gerekiyor.
Bütün bilimlerde esas olan metodolojidir. Usulsüz bilgi yığını sadece ezberci, şekilci ve tekrarlayan taklitçiler üretir.
Hayatını inceleme, yorumlama, üretme, keşif ve eleştirel yaklaşmaya adayan nice Alim, Bilim Adamı, Devlet Adamı ve filozof, maalesef ardılları tarafından taklit, hayranlık, mutlaklık ve kutsallık ile tüketilmişlerdir.
Theodor Zeldin’in ‘İnsanın Mahrem Tarihi’ adlı eserinden Tıp ve Sağlık’a dair iktibaslar yaparak öğrencilere, özellikle de tıp, ilahiyat, sosyal bilimler, tarih ve felsefeye ilgi duyanlara bir pencere açmaya çalışacağım.
Tıp tarihinde Hipokrat, Galen, Zekeriya Er Razi ve İbni Sina başköşede yer alır. Bu yazıda daha çok Galen örneği konu edilecektir.
İnsan kalbinin işlevi ile ilgili M.Ö ikibinli yıllarda Çinliler, kalbin kanın vücutta dolaşımını sağlayan pompa olduğunu iddia etmişler. “Sarı imparatorun hekimlik kitabı” kalp atışının 28 farklı çeşidini tanımlayacak kadar titiz gözlemlere dayanıyordu. Ancak bu bilgi birçok önyargı nedeniyle dünya tarafından anlaşılmamıştı. El Nafiz (Ö.1288 )adlı Kahireli bir bilgin de bunu sonradan latinceye çevirilen bir kitapta tespit etmişti. Ancak pek kulak asılmadı.
Türkistanlı İbni Nefis (1210-1290) akciğerde kan dolaşımının şemasını 13. yy. da çizmişti.
Gerek Hristiyanlar, gerekse Müslümanlar, Galenos’un (MS 130-200) ördüğü örümcek ağına takılı kalmayı tercih ettiler. Eğitimini İskenderiye’de tamamladıktan sonra Anadolu’daki bir gladyatör okulunda hekimlik yapan Galenos, Kalbin bir pompa olmayıp bir çeşit şömine olduğunu ve vücut için ısı ürettiğini ettiğini ileri sürüyordu. Yazdığı ders kitapları yaklaşık 1000 yıl süreyle doğu ve batının tüm ekipleri tarafından hatim edilmişti. Bu hekimlerin hastalarında gördükleri hiçbir şey, onları başka bir açıklama aramaya itmedi. Bunun nedeni Galenos düşüncelerinin uyumlu bir bütün oluşturmasıydı.
Aynı zamanda felsefe eğitimi almış Galenos, hekimlere yalnız insan vücuduna ne gözle bakacaklarını, gıda, gelişme ve sağlıkla ilgili tavsiyelerinde tutarlılığı nasıl sağlayacaklarını değil; birer insan ve hekim olarak nasıl davranmaları gerektiğini de öğretiyordu. Galenos, örnek bir hekimin nasıl olması gerektiğini öğretiyor, öğrencilerinden, hastalarından asla para almıyor, hekimliği insanlık aşkı ile yaptığını gecelerin çoğunu sadece hasta insanlar uğruna değil aynı zamanda bilimin cazibesi nedeniyle ayakta geçirdiğini söylüyordu, mütevazı bir hayat sürdürüyordu.
Galenos, her ne kadar eski kitaplara kölece bir inançla bağlanmamak gerektiğini söylemişse de, kendi yanılgıları uzun süre ayakta kaldı! Öğrencileri onu daha dikkatli dinlemiş olsalardı, onun fikirleri yüzünden oldukları yere mıhlanıp kalmaları gerekmeyecekti. (194)
Galenos gerçekten şüpheciydi ve bunu başkalarına da öneriyordu. “Kendimi bildim bileli çoğunluğun görüşünden nefret etmiş, gerçeği ve bilgiyi özlemiş, dünyada bir insanın bundan daha asil ve daha ilahi bir şeye sahip olamayacağına inanmışımdır“ derdi.
“Cesur olmak ve hakikati aramak zorundayız. Hakikata ulaşmayı başaramazsak bile en azından ona biraz daha yaklaşmış oluruz.”
“Kendi aklını kullanmaya gayret eden herkes, ördüğü örümcek ağlarının zayıf ve kusurlu olduğunu bilir. Ama başka birinin yolundan gitmekle yetinen ve başkalarının örümcek ağlarına takılanlar bu zayıflığı unutur; sağlam ve güvenilir bir zemin keşfettiklerini düşünürler.”
Bu yüzdendir ki başlangıçta yalnız birer varsayım olarak tasarlanmış düşüncelerin başkaları tarafından ödünç alınması onları katılaştırıp fosil haline getirir. İdeolojiler doğmaya dönüşür ve rüzgâr gibi özgürce esmesi gereken “merak” aniden durağanlaşır. (195)
Hayatını insan anatomisini araştırmaya adamış Brüksel’li Andreas Vesalius (1514-1564) kendi aklıyla düşünmeye kararlı bir bilim adamıydı.
İdam edilmiş suçluların kuşlar tarafından yarı yarıya didiklenmiş cesetlerini bulmak için yol kenarlarını eşeler, karanlık basınca incelemek üzere onları parça parça evine taşırdı. Paris’teki günahsızlar mezarlığında yırtıcı köpekler arasından geçerek çıkardığı kemikleri evirir çevirir saatlerce üzerinde tespit yapar ve öğrencilerine anlatırdı.
Vasilius, Galenos’un insan anatomisine ilişkin tanımlarının büyük ölçüde hatalı olduğunu gösterdi. Galenos’un tanımları daha çok köpek ve maymun başta olmak üzere hayvan bedenleri üzerindeki çalışmalarından çıkardığı sonuçlara dayanıyordu.
Vaselius, maymun iskeleti ile bir Fransız rahibin kemiklerinden oluşturulmuş bir insan iskeletini yan yana koyarak farklılıkları kesin biçimde gösterdi.
Ayrıca “İnsan Vücudunun Yapısı” adlı sekiz ciltlik son derece önemli bir kitap hazırladı. Ne var ki pek çok kimse ona inanmayı reddetti.
Ezberci ve kişiyi idolleştiren anlayışı aşamayan çoğunluk analitik yaklaşımlara geçit vermiyordu.
Eğer Galinus haksız gibi görünüyorsa dediler; ya kitaplarının çevirisinde bir hata vardır ya da, insan türünün onun devrinden bu yana geçirdiği yozlaşma neden olmuştur.
Ancak Galinus’un kalp tarafından üretildiğini iddia ettiği görünmez “isli buharlar”ı bir türlü kafasından atamamış, kan dolaşımını da fark edememişti.(196)
Kan dolaşımını fark eden William Harvey (1578-1657) ise yeni fikirlerinden kaygılıydı;
“Görüşlerimin bazıları o denli farklı ve duyulmadık şeyler ki, bunları açıklarsam yalnız birkaç kişinin kötü niyetine hedef olmakla kalmayıp herkesi kendime düşman etmekten korkuyorum. Artık kökleri çok derinlere ulaşmış olan yerleşik düşünce ve öğretileri izleme alışkanlığı, insanlar arasında ne derece kökleşirse, kadim yazarlara mazur görülür bir saygı ile yaklaşmaları o derece kolaylaşır.” (196)
Herkesin kafasında bulunan at gözlükleri sırf insanlar daha bilimsel oldular diye ortadan kalkmaz. Bilim adamlarının nasıl kendi çağlarına hâkim olan düşünce sistemlerini doğrulayacak şekilde hareket ettikleri, yeni olguları, çökmesi genellikle yüzlerce yıl alan bu sistemlerin ve paradigmaların veya örümcek ağlarının içine nasıl oturttukları Thomas Kan tarafından gösterilmiştir. Ve bugün artık anlaşılmaktadır ki, bilimin merak üzerindeki dizginleyici etkisi yakın geçmişte her zamankinden fazla olmuştur.
Laboratuvarlar yalnızca muhalefete karşı yürütülen savaşta birer karargâh değildir. Laboratuvarlar aynı zamanda uzmanların, bilginin başka biçimleri kafalarını karıştırmasın diye kendilerini kapattıkları kalelerdir. (196)
B nedenle ‘Korku’ karşısında etkili olabilecek tek silah ‘Merak’ın sınır tanımaz biçimidir.
Ancak 18. yüzyıl başlarında bu seçenek kenara itilmiş ve ansiklopedik bilgi idealinin yerini uzmanlaşma almıştır.
Çünkü sınırlı bilgiye ait bir kaleye çekilme ile kendinizi, kendi toprağınızda savunabileceğiniz anlamına geliyordu; böylesi, insana sınırlı bir özgüven sağlıyor, ama hayatın pek çok alanında da çaresiz bırakıyordu. Uzmanlaşmanın yarattığı sessizlikler artık sağır edici ölçülere ulaştığını ve her yanımız hiçbir zaman olmadığı kadar çok bilgiyle kuşatıldığına göre bu seçimi yeniden değerlendirmenin, “insanlar yine uzmanlaşmaya giden yolun ötesine bakmaya başlasalar, dünyayı yine bir bütün olarak görmeye çalışsalar pek çokları için daha iyi olmaz mıydı” diye sormanın zamanıdır. (197)
Alexander Humboldt (1769-1859) bir alanda uzmanlaşıp öbür alanlara lakayt kalanlara büyük eleştiriler yöneltir. Fizyoloji, zooloji, botanik, antropoloji, arkeoloji, meteoroloji ve coğrafya alanlarında geniş bilgisi olan ansiklopedik bir dahi idi.
“Tabiat üzerine görüşler” (1808) adlı çalışmasını; tasanın ağırlığı altında ezilen zihinlere ve hayatın fırtınasından kaçmaya istek duyanlara diye ithaf ederek ekliyordu;
“Ülkelerin savaşlarla birbirini kırıp geçirmesini seyretmekten usanmış olanları, bitkilerin sessiz yaşamıyla ilgilenmeye ve yerkürenin hala taze yaşamlarla dolu olduğunu hatırlamaya çağırıyorum. Varoluşun trajedilerine katlanabilmenin yolu, onlara daha uzak bir perspektiften bakmaktır. Aralarındaki bağlantıların farkına varmak ve evrensel bir sürecin parçası olduğunuzu hissedebilmektir.”
Aleksander, tekil olgulara tahammül edemiyor, herhangi bir şeyi anlayabilmek için ona her cepheden yaklaşmak gerektiğine inanıyordu. Bunun ödülü ‘kendinizi dünyanın bütünü ile temas halinde’ hissedebilmektir diyordu.
Buna göre; evrensel bir perspektif geliştirmek demek, sözgelimi 1945 sonrasına kadar eğitimli batılıların pek çoğunun zihnini ele geçirmiş olan ırkçılığa karşı çıkmak demekti.
“Üstün ve aşağılık ırk diye bir şey yoktur. Hiç ayrımsız bütün insanlar özgürlüğü hak ederler. Bir başka düşüncesi de; düşünce zenginliği olmadan hakikatı keşfetmenin olanaksızlığıydı. Ayrıca hakikat bilgisine yönelik arayışta amaç güç kazanmak değil, hayatın gerçek anlamına varmak olmalıydı.”
Düşman yaratma endüstrisi insanın kurduğu en eski ve en karlı endüstrilerden biridir. Hammadde olarak onur kırıklığı ve öfkeden fazlası gerekmez. Bunları aşama aşama katılaşmaya bıraktığınızda nefretlerinin kölesi olmuş düşman üreticileri elde edersiniz. Düşmanlarını kendileri seçmezlerse bunu onların yerine başkaları yapar. (217)
Hikmet insanlığın yitik hazinesidir.
Bir gözlem, bir tecrübe, bir eser, bir söz veya bir fikir… Hakikat ve anlam peşinde ısrarla didinenler için yola koyulmakla başlar, yolda olmakla biter hayat.