Alman Usulü Irkçılık

Dünyaca ünlü Türk Futbolcu Mesut Özil’in açıklamalarıyla
deşifre olunan Alman Usulü Irkçılık diye tabir edebileceğimiz ırkçılık
anlayışının son model hali ile başlayan tartışmalar devam etmektedir.
Deşildikçe aslında demokrasi ve insan hakları kavramlarıyla gizlenen ve
maskelenen Avrupa’nın gerçek yüzü adeta ortaya çıkmaktadır.
Modern zamanlarda Avrupa’nın ırkçılık yüzü dönem dönem ve
farklı AB ülkelerinde görünmektedir. Kimi zaman AB ülkelerinde ırkçılık ve
neo-faşizan anlayışlar siyasal partiler şeklinde örgütlü olarak ortaya çıkmakta
ve seçimlere de girerek toplumdan hatırı sayılır cinsten oylar da almaktadır.
Bu konuda son yıllarda Almanya ve Avusturya öne çıkmaktadır.
Başta Almanya olmak üzere nerdeyse Avrupa’nın genelinde dışlayıcı
ve ötekileştirici anlayışlar geçmişte de boy göstermiştir. İkinci Dünya Savaşı
yıllarında Almanya, İtalya ve İspanya’da faşizm iktidara gelmemiş miydi?
Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırım unutulacak cinsten mi?
Ötekileştirici, dışlayıcı ve faşizan anlayışlar neredeyse
Avrupa’nın tarihsel gizli genlerinde yer almakta ve “gerektiği” zaman bunlar
ortaya çık/arılmakta ve değişik biçimlerde pişirilip ortaya atılmaktadır. Son
dönemlerde Avrupa’nın bu tutumu Müslümanlara karşı daha sık görülmekte ve nefret
duygularını aşan bir hal almaktadır. Deyimleriyle bütün “pisliklerin” başı
İslamiyet ve Müslümanlardır. Oysa demokrasi ve insan hakları bahane edilerek
yaptıkları işgal ve yeni-sömürgecilik girişimlerini gizlemekte ve tam bir
sahtekar oyuncu olarak savaş sahnelerinde yer almaktadır.
Avrupa ülkelerinde yakın geçmişte bir “Erdoğan Nefreti”
üretilerek siyaset sahnelerine konmuş ve bunu çeşitli politik yaklaşımlarla
hayata geçirmek suretiyle Avrupa’da yaşayan Türkler de adeta bu kapsama
alınmıştır. İş bununla kalmamış ürettikleri bu nefret biçimini Türkiye’de ihraç
etmek suretiyle burada hem iktidara muhalif bir kısım Türklerden hem de bir
kısım Kürtlerden alıcı bulmuştur. Burada yine Almanya ve Avusturya başta olmak
üzere diğer Avrupa ülkeleri sahne almıştır. Amaçları İslam coğrafyasında
böl-yönet politikasının neo-formlarını hayata geçirmek, toplumu miniminalize
etmek ve “bahar” yerine “fırtınalar” silsilesine öncülük etmektir. Sonuç ne
olacak peki? Kan, göz yaşı ve ardından göç. Sonrasında ne olacak? Mülteci
konumuna düşen insanlara demokrasiden, hak-hukuktan söz etmek ve yapılacak
“insani” yardımları dillendirmek olacak.
Özil’in Açıklamaları “Doruk” Noktası
Öyle anlaşılıyor ki, ırkçı ve faşizan politikaları “örtülü”
bir şekilde spora da sirayet etmiştir. Mesut Özil, büyük bir cesaret örneği
göstererek Almanya şahşında Avrupa’nın gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. Başta
Alman iç kamuoyu olmak üzere Özil’in açıklamalarıyla futbol dünyası
çalkalanmaya devam etmektedir. Özellikle Alman iç kamuoyu bölünmüş durumda;
Özil’e destek ve açıklamalarını abartılı bulan resmi tepkiler de söz konusu.
Fakat Özil’e dünya çapında şöhret sahibi futbolcu arkadaşlarından takdir ve
destek açıklamaları giderek artmaktadır.
Mesut Özil’in şu cümlelerinde Almanya’nın ırkçı tutumu
özetlenmektedir: “Türk ve Müslüman olduğum için mi bunlar yapılmaktadır? Neden
kazanınca Alman, kaybedince göçmen olunmaktadır? Neden bana Türk-Alman
denilmekte, düğer futbolcular için kökeni ifade eden bir kavram
kullanılmamakta?”
Mesut Özil’in açıklamalarına Türkiye’den de destek geldi.
TFFD Başkanı Yıldırım Demirören yaptığı açıklamada Almanya’nın tutumunu kınadı
ve Özil’in yanında olunduğu vurgulandı.
Bütün bu gelişmeler futbol dünyası adına şüphesiz çok
önemli. Ancak belki de Özil’in açıklamalarıyla daha deşifre edilmesi beklenen
birçok nokta vardır ve günün birinde spor kamuoyu bu açıklamalarla da
çalkalanacaktır?
Irkçılığın ve ötekileştirici anlayışların her türlüsü suçtur
ve insanlık dışıdır. Bu, siyasette de sporda da böyledir. Hele sporda birleştirici
ruha aykırıdır ırkçılığın her şekli. No Racism!
Saygıyla…