Allah’ın Nimeti Rızık

"Yeryüzündeki tüm canlıların rızkı Allah’a aittir."
“Rızkı veren dağıtan Allah’tır
Abbdullah b. Ömer, babası Hz. Ömer ile Sevgili Peygamberimizi (sav) buluşturan hatıralarından birisini şöyle anlatır:
Allah’ın Elçisi (sav) bir gün Ömer’in (ra) üzerinde beyaz bir elbise görür. “Bunu yeni mi diktin, yoksa yıkandı mı?” diye sorar. “Yok” der Ömer (ra), “Yıkandı da ondan böyle görünüyor yâ Resûlallah.” Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle dilekle bulunur: “Yeni elbiseler giyesin, hamdederek yaşayasın ve şehit olarak ölesin. Ve Allah seni dünyada ve âhirette göz aydınlığı ile nzıklandırsın.”(ibni Mace Libas)
İnsanı en güzel şekilde yaratan Yüce Allah, ona duyması için kulaklar, görmesi için gözler ve bir de kalp vermiştir.(mülk23) hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu maddi ve manevi her şeyi onun hizmetine sunmuş ve dünyayı onu hoşnut edecek türlü nimetlerle donatmıştır. Yeryüzünü onun için bir yerleşme yeri, gökyüzünü de sağlam bir kubbe yapmıştır “Güneş” diye isimlendirilen alev alev yanan bir kandille dünyayı aydınlatıp ısıtmıştır.( Nebe 13) Yeryüzünü dengede tutması için heybetli dağlar yerleştirmiş, bu dağları çeşitli renklerle süslemiş ve içlerine değerli madenler gizlemiştir. Doğal güzelliklerinin yanı sıra yön bulmayı sağlayan nehirler, yollar, yıldızlar ve daha nice işaretler var etmiştir. 0 Güneş, ay ve yıldızlarla beraber gece ile gündüzü de insanın hizmetine vermiştir.(nebe9) Öyle ki gece, uyuyan insan için bir örtü olmuş, gündüz vakti ise çalışmaya ayrılmıştır. Kiminin suyu tatlı kimininki de tuzlu ve acı olan denizleri de insan için yaratmıştır. Bu denizlerin içinde hem yemek için taze et, hem de süs eşyası olarak kullanılacak inci ve mercan bulunur. Üzerlerindeki suları yara yara giden dağlar misali yüksek gemiler ise insana ulaşım imkânı sunar. Ve Rahman olan Allah hayat kaynağı olan suyu indirmiştir, belirli bir ölçüyle. Gökten gelen bu rahmet, insanlar ve hayvanlara içecek olur. Ölü toprağa can vererek" aşılayıcı rüzgârın da yardımıyla bin bir türlü ekin bitirir. Üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler, çayırlar... Ve insanlarla hayvanların yiyeceği daha pek çok şey hayat bulur toprakta.
İnsana sağlanan bütün bu imkânlar “nimet” olarak adlandırılır. Ancak sadece bunlar değildir nimet. Kişinin hayat arkadaşı olan eşi, yaşamına anlam kazandıran ve neşe katan çocuklarıyla torunları da ilahi nimetlerdendir. Bebekken aldığı ilk nefesinden başlayıp, yemeyi öğrendiğinde ağzına koyduğu ilk lokmaya, yürümeyi öğrendiğinde attığı ilk adıma, konuşmayı öğrendiğinde söylediği ilk kelimeye kadar insana sunulan her güzelliğin adıdır nimet. Bazen bir bilgi olur nimet; kişiyi doğruya götüren. Bazen bir sevgi olur nimet; insanları birbirine bağlayan. Bazen bir namaz olur, kulu Rabbine yaklaştıran. Farkına varamasak da sağlık ve boş vakit de nimettir bizim için. Kısacası nimet, Allah’ın kuluna maddî ve manevî her türlü yardımıdır. Nimet maddî ve somut şeyler olabileceği gibi, mânevi ve İlâhî de olabilir. Nimet bazen darda kalan müminlerin gönlüne doğan huzur ve güven duygusu, bazen de onları destekleyen melek ordusudur. ’
Sadece insanların değil, yeryüzündeki tüm canlıların rızkı Rezzâk olan Allah’a aittir. O sadece inananlara değil, kendisini inkâr edenlere, hatta kendisine iftira edenlere de bol bol rızık verir. Peygamberimiz, Rahman’ın bu özelliğini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğu incitici sözlere karşı Allah’tan daha sabırlı davranan kimse yoktur; Ona ortak koşarlar, çocuğu olduğunu söylerler. Ama Allah onlara afiyet vermeye ve onları rızıklandırmaya devam eder.”(Müslim SıfatülMünafikun 49) Ve ne kadar harcasa da Onun hazinesi asla tükenmez. Resûlullah bunu bir benzetmeyle insanlığa şöyle açıklamıştır; ‘Allah’ın eli doludur. Gece gündüz yaptığı cömertçe lütuflar, O’nun elindekileri tüketmez. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri neler verdiğini görmüyor musunuz? (Bütün bu verdikleri) Allah’ın elindeki hiçbir şeyi eksiltmemiştir.” “O’nun arşı, suyun üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır (âdildir). O, kimine az verir, kimine de çok verir.”(Buhari Tevhid) Kur’ân-ı Kerîm ise, şu âyetle işaret etmiştir Rahman’ın nimetlerinin sonsuzluğuna: “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız.”(İbrahim 34)Ancak insan için en önemli nimet doğruyu görmesi, Hakka yönelmesi, hidayete ermesi, Allah’a imanla tatmin olmasıdır. Allah’ın rızasını kazanarak cennetine girmesidir ki, orada tasavvurların çok ötesinde, eşsiz güzellikte nice nimetler kendisini beklemektedir.
“Rızık'’, nimete göre daha özeldir. Dünya üzerine serpiştirilmiş bulunan nimetlerden kişinin payına düşendir. Bireyin çalışıp elde elliği, giyip eskittiği, boğazından geçip istifade ettiğidir rızık. Allah’ın kişiye özel olarak sunduğu her türlü nimettir. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde rızkın sahibinin kendisi olduğunu vurgulayan Allah Teâla, geçim kaygısından dolayı çocuklarını öldüren câhiliye Araplarına şöyle seslenmiştir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırıyoruz “(İsra 31)Başlarınız hareket ediği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü şüphesiz annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Soma Yüce Allah ona rızık verir.”(ibn Mace Zühd 14) diyen Resülullah da rızkı verenin Allah olduğuna dikkatleri çekerek, inananlara bu konuda endişe etmemeleri gerekliğini bildirmiştir.
“Allah dilediğine rızkı bol verir; dilediğine de kısar.” diyen Yüce Allah, “Dünya hayatındaki rızıklarını/maişetlerini aralarında biz paylaştırdık” buyurarak, dünya nimetlerini kulları arasında kendisinin bölüştürdüğünü açıkça kaydetmiş, bu nedenle âyetlerinde, inananların başkalarına verilen nimetlere göz dikmemeleri gerektiğini bildirmiştir: “Allah’ın, sayesinde kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyler arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, onun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir,”(zuhruf 32) Ve onları kendileri için daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret rızkının peşine düşmeye çağırmıştır. Hz. Peygamber de inananlara, daha iyi durumda olanlara bakıp hayıflanmak yerine, daha muhtaç olanlara bakıp eldeki nimetin değerini bilmenin daha yerinde olacağını şöyle ifade etmiştir: “Sizden aşağıda olanlara bakın; yukarıda olanlara bakmayın. Bu, Allah’ın (size verdiği) nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.
Rızkı verenin ve dağıtanın yalnızca Allah olduğuna inanan mümin, başkasının sahip olduğu nimetlerden dolayı kıskançlık duymaz ve başkasına verilen faziletler sebebiyle mutsuz olmaz. Yeryüzündeki nimetlerden bolca yararlanmak ve rızkı olabildiğince çok elde etmek için yapması gereken tek şeyin Allah'ın helâl kıldığı yollarda çalışmak ve sonra da tevekkül etmek olduğunu bilir.
Nimet veya rızık, adı ne olursa olsun, Allah’ın verdiği her şey, kuluna yaptığı bir iyiliktir. Dolayısıyla kulun hayatında bu iyiliğin bir karşılığı olmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in diliyle, “İyiliğin karşılığı iyilikten başka ne olabilir? Bu, âyetin yer aldığı sürede Rahmân olan Allah ısrarla şu soruyu yöneltir kullarına: “O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangilerini yalanlayabilirsiniz?' Çünkü nimet gören kulun şükretmesi ve elindeki nimetin hakkını vermesi beklenir. Rahata erince kendisini rahata kavuşturanı unutup, gelişi güzel yaşamak veya yağan rahmetin sahibi olan Allah’a yönelmemek nimetin kadrini bilmemektir. Hâlbuki “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? buyuran Yüce Yaratan, müminler için bir hayat rehberi kıldığı kitabında kulları için bahşettiği sayısız nimetlerden örnekler vererek insanların bunlar üzerinde düşünmesini, bunlardan ibret alarak kendisine şükretmesini istemiştir.’Rabbimiz şu İlâhî kurala göre davranacağını kullarına müjdelemiştir: “Eğer şükrederseniz size verdiğim nimetleri mutlaka artırırım. Ama nankörlük ederseniz, bilin ki, azabım gerçekten çok çetindir”' (İbrahim 17)
Hz. İbrahim’in şu duası Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olarak yaşatılanın güzel bir örneğidir: “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda da bana şifayı O verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına kat.” (Şuara 78/83)
Ashâb-ı kiram, Rabbimizin nimetleri karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını Allah Resûlunden öğrenmişlerdir. Peygamberimiz (sav) onlara, sadece kendi hayatlarına özgü nimetlerin değil, Allah’ın dünya üzerindeki bütün ikramlarının farkında olabilmeyi ve O’nun yaptığı bütün iyiliklere yeterli bir kulluk bilinciyle karşılık verebilmeyi öğretmiştir. Sağlığın, mutluluğun, sevginin, zenginliğin, kısaca her türlü olumlu durum ve gelişmenin kaynağının Allah olduğunu idrak edebilmeyi göstermiştir. Kendisini sevindiren bir olay olduğunda hemen Rabbine secde eden Resûl-i Ekrem, “Rabbe hamdedilmeden başlanan her işin sonuçsuz kalacağını” bildirmiştir. (ibn Mace Nikah)
Allah Resûlü, “Allah'ım! Günahlarımı bağışla, rızkımı genişlet ve bana verdiğin rızıkları bereketli kıl!” diye dua ederek inananlara Allah’tan rızık islemeyi öğretmiş, ancak dünyalık nimetlerin talebinde orta yolu izlemeyi tavsiye etmiştir. Kendi ev halkı için de daima kendilerine yetecek kadar rızık verilmesini arzu etmiş, bu şekilde dua etmiştir. Hâsılı, mümine düşen, öncelikle elindeki nimetin farkında olmak, aldığı nefesin bile bir nimet olduğunu idrak etmek, nimetleri kendisine bahşedene teşekkür etmek ve nimeti sahibinin razı olacağı şekilde kullanmaktır. Nimet zekâysa onu olumlu yönde değerlendirebilmek, enerjiyse hayırlı yolda koşturarak harcayabilmek, paraysa zekâtını verip geriye kalanıyla kendine ve çevresine harcayarak âhiretine yatırım yapabilmek, bu dünyada ne kadar nimete sahip olursa olsun âhirete bunlarla işlediği salih amellerinden başka bir şey götüremeyeceğini bilerek paylaşımda bulunabilmektir. Zira başkalarına yardım etmek kişinin malını eksiltmez, daha da arttırır. Hz. Peygamber in bildirdiğine göre Allah, kullarına şöyle buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! İnfak et ki, ben de sana infak edeyim.”(müslim Zekat36) Ve Yüce Yaratan kendisinin verdiği nimetlerle cimrilik yapanları sert bir dille uyarmıştır: “Allah’ın kendilerine ikram edip verdiği malları inifak etmekte cimrilik edenler, o biriktirdikleri malların kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece cimrice sarıldıkları şey kıyamet günü boyunlarına tasma gibi geçirilecektir,”(Ali İmran 180)
Ayrıca mümin, Allah’ın hâzineleri sonsuz olsa da O'nun verdiği her nimeti yeteri kadar kullanmalı ve aşırıya kaçmamalıdır. Akıp giden nehirden abdest alırken dahi israf edilmemesini emreden (ibn Mace Taharet 48) Allah Resûlû, müminlere darlıkta da bollukta da nimetleri ihtiyaç kadar kullanmak gerektiği anlayışını kazandırmak istemiştir. Nimete şükreden, onun gerçek sahibinin Allah olduğunu bilen, nimetlerin geçiciliğini fark eden ve dilediğince değil ihtiyaç ölçüsünde harcama alışkanlığını kazanan kişi, kıskançlık, haset, açgözlülük gibi duygulardan arınarak elindekiyle tatmin olmanın memnuniyeti ve huzuruyla yaşar. Bu anlayışın yaygınlaşmasında insanı tüketim aygıtı olmaktan kurtarır ve gelecek endişesini silerek yeni nesillere güzel ve temiz bir hayatı miras bırakmasını sağlar.
Kaynak: DİB HADİSLERLE İSLAM