Ahirete İman; Ebedi Hayatı Tasdik
Mekkeli müşriklerin dayanılmaz işkenceleri karşısında Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar, nihayet Medine’ye dönmeye başlamışlardı. Uzun süren hasret yıllarının ardından sevdiklerine kavuş muşlar, Allah Resûlü’nü dünya gözüyle tekrar görmenin bahtiyarlığına ermişlerdi. Yıllarca kendilerinden uzakta kalan Müslümanlar onlardan Habeşistan hatıralarım dinlemek istiyorlardı. Böyle bir anda Allah Resülü yanlarında belirdi ve “Habeş diyarında gördüğünüz ilginç olayları bizimle paylaşabilir misiniz?” dedi muhacirlere. Muhacirlerin genç olanları hemen “Elbette Ey Allah’ın Resülü!" dediler ve anlatmaya başladılar: “Biz bir gün otururken yaşlı bir rahibe, başının üstünde su testisi taşıyarak yanımızdan geçti. İleride bir gençle karşılaştı. Genç, yaşlı rahibeyi arkasından itti. Kadıncağız düştü ve su testisi kırıldı. Kadın yerden kalktı ve genceyönelerek şöyle dedi: ‘Ey zalim! Allah, kürsüyü kurup gelmiş geçmiş herkesi huzurunda topladığında, eller ve ayaklar konuşup yaptıklarını anlattıklarında, Allah’ın huzurunda benim halimle, kendi hâlinin nasıl olduğunu öğreneceksin!” Allah Resülü burada söze girdi ve şöyle dedi: Rahibe doğru söylemiş, rahibe doğru söylemiş. Zayıfların güçlülerden hakkını alamadığı bir toplumu Allahgünahlarından arındırıp nasıl temize çıkarır.”
Ahiret kelimesi Kur’an’da çok sık geçer.genellikle de “el Yevmü’l-ahir”(son gün) “ed-darü’l ahire” (son ikamet mahalli), en-neş’etül ahire (ikinci yaratılış, son hilkat) tarzında veya dünya ile karşılaştırmalı olarak zikredilmektedir. Ahiret kelimesi Kur’an’da yalın olarak kullanıldığında da “ed-darü’l-ahire (ahiret yurdu manasına gelir.
Ahirete iman, Allah’ın varlığını kabul eden pek çok inanç ve dinde mevcuttur. Ancak ahiret hayatının mahiyeti, safhaları ve tasviri çeşitli din ve inançlara göre farklılık arz eder. Bu bağlamda Eski Ahid’de ruhun ölmezliğine ve dünyada yapılan amellere karşılık verileceğine (Kitab-ı mukaddes,Eyyub19/25-29) dikkat çekilirken, yeni ahid’de de ahiret hayatına ve dünyada yapılan işlerin mutlaka karşılığı olduğuna sık sık vurgu yapılmaktadır. (Kitab-ı M ukaddes Markos12/18-27,Luka 20/27-38)
Kur’an’da Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. İsa başta olmak üzere birçok peygamberin âhirete imana vurgu yaptıkları ve Ümmetlerine âhirete imanı telkin ettikleri bildirilmektedir. Âhirete iman ile Kur’an’a iman arasında zorunlu bir ilişki olduğu bildirilmektedir. Kur’an’dan önceki İlâhî kitaplar âhiret inancına yer vermekle birlikte konuyu Kur’an kadar detaylı bir şekilde ortaya koymamışlardır. Ancak genel çerçevede konuya bakıldığında tüm semavî dinlerin âhiret inancında benzerlikler görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm âhirete imana diğer İlâhî kitaplardan çok daha fazla yer ayırmış, konuyla ilgili âyetler bilhassa Mekke’de inen sûrelerde sıkça tekrarlanmıştır. Âhirete imanın diğer iman esasları içerisindeki yerini ve önemini vurgulamak, inananlardaki sorumluluk bilincini güçlendirmek, onları ebedî mutluluğun elde edilmesi doğrultusun da bir hayat yaşamaya sevk etmek bu hikmetlerden bazılarıdır.
İslâm akaidinin temel esaslarından biri olan âhirete iman, mutlak adaletin tecelli edeceğine imanın da bir gereğidir. Çünkü Peygamber Efendimizin ifadesiyle “Kıyamet gününde tüm haklar sahiplerine verilecektir. Hattaboynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkı alınacaktır. İnsanda adalet duygusu fıtrîdir. Dünyanın hiçbir yerinde tarihin hiçbir öneminde adaletin sürekli olarak tecelli edip, hâkim olduğunu söylemek mümkün değildir. Hayatı boyunca birçok haksızlığa muhatap olanhakkını tam olarak alabileceği bir zamanın özlemini çeker, hasretini duyar. İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, haklı ile haksızın tam olarak ayrılacağı bir günün, zamanın gelmesini ister.
Dünya hayatında zorluklarla, zorbalıklarla, haksızlıklarla ve sıkıntılarla mücadele ettiği hâlde insanın bunları her zaman ortadan kaldıramadığı, acıların ve ıstırapların pençesinde kıvrandığı bilinen bir gerçektir. Böylesine bir gerçekliğin şekillendirdiği dünya hayatında iyilik ve kötülüklerin karşılığının tam mânâsıyla görüleceği, bunu engelleyecek hiçbir perdenin olmayacağı sonsuz bir yaşamın varlığına inanmak, insan için büyük bir ümit kaynağıdır. Yüce Allah'ın yoktan var ettiği yeryüzünde halife kıldığı ve tüm meleklerden ona secde etmelerini istediği insanın yok olmayıp O’na dönmesi, insanın yaratılmasındaki hikmetin gereğidir.Yaratılışındaki bu hikmeti unutmayan, insan olma şuurunu yitirmeyen bir kişinin, ruhunu adil bir yargılama ve eksiksiz bir karşılık göreceği duygusundan başka hiçbir şey tam manasıyla tatmin edemez.
Kainattaki her şeyin emrine verildiği insan, elbette diğer insanlara ve Yaratan’ına karşı sorumluluklar taşımaktadır. Âhirete iman insanın bu sorumluluk duygusu ve şuuru içerisinde hareket etmesini ve ebedi hayatta mutlu olabilmek için çalışmasını gerektirmektedir. Âhirete iman eden kişi, dünya hayatını bu şuur düzleminde sürdürmekte, sonsuz mutluluğun kapısını aralamanın gayretini göstermektedir. Allah Resûlü, inanan insanın dünyada takınması gereken bu tavrı şu tanımlama ile ortaya koymaktadır: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise arzulatma uyup bir de Allah’tan (bağışlanma) umandır.”Çünkü “İnsanoğlu kıyamet günü beş şeyden; ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini nere de ve nasıl geçirdiğinden, malını nerden kazanıp nerede harcadığından, öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından hesaba çekilmedikçe hiçbir tarafa hareket edemeyecek, yerinden kımıldayamayacaktır.”
Allah Resülü’ne, “Müminlerin en akıllısı (şuurlusu) kimdir?'’ diye sorulduğunda o, “ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayatıiçin engüzel şekilde hazırlanan kimsedir.” diye cevap vermiştir. Âhirete imanı içtenlikle benimseyen mümin, “yaptığı hiçbir iyiliğin mükâfatsız kalmayacağını hem dünyada hem de âhirette karşılığının tam olarak verileceğini” Diğer taraftan âhirete inanan kişi, ebedî hayatta kendisinin tek yoldaşının ameli yani dünyada yapıp ettikleri olduğunu idrak eder. Çünkü Allah Resûlü, "Ölü ile beraber kabre kadar üç şey gider: Ailesi, malı ve amelleri. Bunlardan ikisi yaniailesi ve malı geri döner üçüncüsü olan ameli kendisiyle baş başa kalır:”buyurmaktadır, ümmetinin âhiretteyoldaşsız ve rehbersiz kalıp mutluluğu tadamayacak olma ihtimalini Allah Resûlü düşünmüş, bir kabrin kenarında oturmuş, gözyaşı dökmüş ve arkadaşlarına, “Kardeşlerim! ölüm için hazırlık yapın”“ buyurmuştur.(İbnmacezühd 19)
Dünyada âhiretin ebedî mutluluğunu ve sonsuz nimetlerini düşünerek Yaratanının gösterdiği doğrultuda hareket eden mümin, hiç şüpheâhirette cennetle mükâfatlandırılacaktır. Bu minvalde Allah Resûlü, “Allah’a ve âhiret gününe iman ederek ölen kimseye, Cennetin sekiz kapısının hangisinden dilersen gir.’ denilir.” müjdesini vermektedir. Ayrıca Allah Resülü,Allah’a, âhiret gününe, cennete, cehenneme, öldükten sonra dirilmeye ve hesap gününe iman ettiği hâlde ölen kişinin de cennete gireceğini haber vermiştir. Allah Teâlâ da, “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiretgününü inkâr ederse, derin bir sapkınlığa düşmüş olur.” buyurarak âhirete inanmamayı sapkınlık olarak nitelendirmiş, âhirete inanmayanlar için elemli bir azap hazırladığını” beyan etmiştir.
Âhirete iman etmek insan hayatına anlam katar, yön verir, değer kazandırır. Bu inanç, insana bütün davranışlarını yüce bir gaye için yaptığı bilincini aşılar. Ebedî hayatı hesaba katarak hareket eden insan, kötülüklerden uzak durur. Dünya hayatını iyilik, dürüstlük, yardımseverlik, yalnızca Yaratıcı’ya kulluk gibi salih ameller üzerine inşa eder.
Âhirete inanan insan, dünya hayatında ölçülü, tutarlı hareket eder. Kin- haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışlama hoş görme duygularını geliştirir. Kendisi, ailesi, çevresi ve topumu ile barışık yaşar. Belâ ve musibetler karsısında sabırlı ve fedakârca davranabilir. Huzuru ve mutluluğu servet, şöhret, kudret, şehvet gibi fâni yani geçici tatminlerde değil Allah’a imanda, imanı çerçevesinde yaşamada arar. Onun rızasını kazanabileceği işleri yapmaya çalışır.Âhirete iman bilinciyle hareket eden ve bu bilinç doğrultusunda yaşayan bireyler; erdemli, ahlâklı olmayı, hak hukuka riayet etmeyi, başkalarına saygı göstermeyi, kısaca yaratılanı Yaratandan ötürü sevmeyi şiaredinirler.Bu his ve şuura sahip olan fertlerden müteşekkil olan toplum da huzurlu bir toplum olur.
Mardin İl Müftüsü Dursun Ali Coşkun
Kaynak: hadislerle İslam /