Adım adım 10 Ağustos’a

KÖŞE YAZISI

Ve sonunda beklenen oldu; malum ilan edildi ve Başbakan Erdoğan resmen AK Parti’nin cumhurbaşkanı adayı oldu.

Uzun süredir beklenen bir şey olmasına rağmen, her zaman “acabalar” vardı kafalarda.

Acaba Erdoğan bir sürpriz yapıp siyasi analistleri yine ters köşeye yatırır mıydı?

Ancak bu konudaki en güçlü sinyal geçtiğimiz ay AK Parti MKYK tarafından alınan “3 dönem kuralına devam” kararı oldu.

Bu kuralda ısrar edilmesiyle birlikte artık Erdoğan’ın gönlündeki makamın ne olduğu da iyice belirginleşmiş oldu.

Eğer olağanüstü bir durum (darbe, savaş vs.) yaşanmazsa önümüzdeki Ağustos ayında (büyük ihtimalle de 10 Ağustos’ta) bu ülkenin 12., ama halkoyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacak.

Her ne kadar Çankaya’da 2007’den beri Abdullah Gül gibi milletin sevdiği ve benimsediği bir isim oturuyor olsa da, Erdoğan’ın adaylığı ve seçilmesi milletin oylarıyla olacağı için çok daha anlamlı ve önemli.

Geçmişten bugüne normal şartlarda neredeyse tek bir cumhurbaşkanı bile seçilemedi bu ülkede.

Ülkenin kurucuları asker olduğu için doğal olarak bu görev hep askerlere layık görüldü; askerin tepesindekiler kendilerini doğal cumhurbaşkanı adayı olarak gördüler hep.

Kendilerine bu makam verilmeyenler de işin kolayını bulup bir darbeyle ele geçirdiler.

Ya da yargı bürokrasisinden (jüristokrasi) gelenler şapkadan çıkan tavşan misali kendilerini bir sabah o koltukta buluverdiler.

Halkın içine sinerek o makama gelenler ya Celal Bayar gibi bir darbeyle alaşağı edildiler, ya Turgut Özal gibi “alışamadık”, “Çankaya’nın şişmanı” gibi küçültmelere muhatap oldular ya da Abdullah Gül gibi e-muhtıralara, 367 oyunlarına maruz kaldılar.

Demirel gibi sivil siyasetten gelen birisi ise o makama seçildikten sonra içinden geldiği siyasete ihanet etti ve meşru hükümeti devirmek için vesayet rejimiyle işbirliği yaptı.

O yüzden 2007’den beri millet iradesini temsil eden bir ismi ağırlıyor olsa da, görev, yetki ve temsiliyet itibariyle eski Türkiye’nin bir ürünü olan mevcut cumhurbaşkanlığı makamı, artık yeni yetki ve sorumlulukları ile birlikte artık siyasi ağırlığı olan ve bir yerde başkanlık olarak ifade edilebilecek bir makam haline gelecektir.

Geçmişte bu makama gelen sivil isimler buraya bir kaçış planı içinde gelmişlerdi.

Merhum Özal, giderek küçülen ve ilk seçimde muhalefete düşeceği artık gün gibi ortada olan bir partinin lideri olarak apar topar çıkabilmişti Çankaya’ya.

Demirel de Özal’ın ölümünün ardından ülkede eksiği çekilen güçlü lider figürünü öyle veya böyle dolduran tek isim olarak kişisel bir hırsla çıkmıştı oraya.

Oysa bu sefer durum öncekilerden daha farklı çünkü Erdoğan artık popülaritesini kaybetmiş bir lider olarak değil, aksine 2002’den beri sürekli artan bir desteğe, girdiği her seçimi kazanmak gibi bir grafiğe sahip bir lider olarak yürüyor Çankaya’ya.

Arkasındaki güçlü desteğe güvenerek yeni Türkiye’nin dönüşümünü de bizzat o makamdan uygulamaya devam edecek.

Aday tanıtım toplantısında verdiği mesajlarda da görüldüğü gibi, 2002’den beri sürdürmekte olduğu değişim ve dönüşüm politikaları, o Çankaya’ya çıktığında da değişmeyecek.

Özellikle çözüm süreci, AB ile entegrasyon ve büyük önem verdiği devlet içindeki paralel yapılarla mücadeleye aynen devam edeceği görülüyor.

Eski Türkiye’nin bekçileri son bir gayretle “belki bu sefer başarırız” diyerek “Ekmel Bey” (Ekmeleddin değil) üzerine kurdukları son model (!) stratejilerine asılarak beyhude bir umutla 10 Ağustos’u beklemeye devam edecekler.

Erdoğan'ı destekleyenler ise aslında Erdoğan ve onun davasında aslında kendisini görüyor, ona sahip çıktıkça aslında kendisine sahip çıkıyor.

İşte bu sebeple 2002’den beri her seçimde olduğu gibi 10 Ağustos'ta da bu millet sandığa gidecek ve yine Erdoğan’ın şahsında yine kendisine oy verecektir.

Bu arada HDP de bu seçimleri izlemek yerine aktif bir şekilde bizzat içinde olmayı tercih etmiştir.

Adaylık konusunda da partinin mevcut isimleri içinde en kaliteliler arasında ilk sırada gösterilebilen Demirtaş’ın aday olması bu aktif rolün ilk işaretlerindendir.  

Özellikle çözüm sürecinin devamı açısından hayati önem sahip yasal çerçevenin Meclise gelmiş olması bu sürecin kalıcılığı ve başarısı için hepimize umut veren bir gelişmedir.  

İşte bu yeni süreçte eskisine nazaran daha aktif ve daha kapsayıcı bir HDP izleyeceğimizin ilk işareti de bu seçimlerdir.